Trabzon’da görevliyken, açmış olduğum bir davanın duruşmasına katılmam için birkaç ayda bir Trabzon’dan İnebolu’ya gitmem gerekiyordu ve ancak Ankara, Kastamonu otobüsleriyle aktarmalarla İnebolu’ya gidebiliyordum. Bediüzzaman’ın en yakın talebelerinden, mühim ve âlim bir zat olan Mehmet Feyzi Efendi Kastamonu’da hayattaydı. Kastamonu’dan İnebolu’ya gidecek otobüsün hareket saatine kadar onu da ziyaret edebileceğimi düşünüyordum; fakat kendisinin ikamet adresini bilmiyordum. İstanbul’da bulunduğum bir sırada Mustafa Sungur ağabeye Kastamonu’daki Mehmet Feyzi Efendi’yi nasıl ziyaret edebileceğimi sormuştum. Mustafa Sungur ağabey biraz düşünmüştü ve sonra “Kastamonu’da tesbih imalatçısı Ahmet Efendi sana bu hususta yardımcı olur” demişti ve ona nasıl ulaşabileceğimi bildirmişti.
Otobüsle İnebolu’ya tekrar giderken uğramaya mecbur olduğum Kastamonu’da “Tesbih imalatçısı Ahmet Efendi’yi kuka tesbihleri yaptığı imalathanesinde bulmuştum ve ona talebimi bildirmiştim. Talebime karşılık o, “Ben takip altındayım, polisler ikimizi birlikte bir yere giderken görseler, Mehmet Feyzi Efendi’ye ziyaretçi götürdüğümü anlarlar; Mehmet Feyzi Efendi de bundan rahatsız olur, adresini sana tarif edeyim, sen yalnız git” demişti fakat sokak ismi, kapı numarası gibi bilgiler vermeden bana adres tarifi yapmıştı.
Onun açık adres vermeden tarifiyle Mehmet Feyzi Efendi’yi ziyaret için ikametgâhını çok aradıysam da bulamamıştım. İnebolu’ya gidecek otobüsün hareket saati de yaklaşmıştı; üzüntüyle “Demek onu ziyaret nasip değilmiş” diye düşünerek İnebolu otobüsünün kalkış yerine doğru gitmek üzereyken, “Son olarak bir de şu sokakta o adresi arayayım” diyerek girdiğim sokakta nihayet aradığım adresi bulmuştum.
Tek katlı, bahçeli o evin bahçe kapısında “Ziyaretçi kabul edemiyorum…” şeklinde, kendisini takip eden polislere karşı olduğunu tahmin ettiğim, savunma mahiyetinde bir tabela vardı. O tabelaya rağmen girdiğim bahçe kapısından sonra, hiçbir engelle karşılaşmadan Mehmed Feyzi Efendi’nin yanına götürülmüştüm ve bana hemen çay da ikram edilmişti. Mehmet Feyzi Efendi çok vakûr ve heybetli bir âlim görünüşüyle yatağında oturuyordu ve yerde oturan birkaç ziyaretçisine ilmî bir konuyu anlatıyordu. Onun bir ara enfiye kullanıp ardından hapşırması ve ardından “Elhamdülillah” demesi de dikkatimi çekmişti.
* * *
Enfiye hakkında dinî olmayan kaynaklarda kısmen doğru olmakla beraber, yanlışı da çok olan bazı bilgiler yer almaktadır. Hattâ halkımıza İslâmı doğru yaşamalarında “dinî kaynak” olması için 2005 yılında Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanmış olan “İlmihal II, İslam ve Toplum”un “Haramlar ve Helaller” ile ilgili Ondördüncü Bölümünde sigaranın helal veya haram oluşundan 2,5 sayfaya yakın şekilde, zarar, israf ve nafaka yükümlülüğü bakımlarından bahsedildikten sonra, 68. sayfasının son satırında “Nargile ve enfiye gibi alışkanlıklar da bu çerçevede değerlendirilmelidir” denilmekle hatâ edilmiştir.
Enfiye de tütünden yapılır; fakat enfiyede tütün, sigara ve nargiledeki gibi yakılarak sağlığa zararlı çok çeşitli kimyasal maddeler ihtiva eden dumanındaki gazların teneffüs yoluyla akciğerlerdeki bronşlardan dolaşım sistemimize ithal edilmesine sebeb olacak şekilde kullanılmaz. Onun tam aksine; enfiye, sebeb olduğu hapşırmayla, sağlığa zararlı çeşitli gazlar çıkaracak şekilde hiç yakılmamış olan toz halindeki tütünün ve onun burun zarındaki uyarıcı etkisi neticesi teneffüs yollarındaki çok sayıdaki zararlıların vücuttan ihracına ve mühim hayatî faydaların elde edilmesine vesile olur.
Nargile de, sigara kullanımındaki gibi, tütünün yanma ürünü olan dumanındaki sağlığa çok zararlı gazların teneffüsle akciğerlerdeki bronşlardan vücudun dolaşım sistemine ithal vasıtası olduğundan, sigara gibi ve hattâ ondan da daha zararlıdır. Enfiye için ise öyle bir durum yoktur. Enfiyede ince toz halindeki tütün buruna çekilmektedir; tütün, zehirli gazlar ihtiva eden dumanlar çıkaracak şekilde yakılmadığından, sigara ve nargilede olduğu gibi tütünün yakılmasından çıkan zehirli dumanları akciğerlerden bronşlar vasıtasıyla kana geçerek sağlık aleyhinde çeşitli zararlara sebep olmamaktadır. O İlmihali hazırlayan İslâm hukuku profesörlerimizin, enfiye alışkanlığını helalliği ve haramlığı açısından sigaraya benzetmeleri “kıyâs ma’a’l-fârık” (asıl ile fer arasında illet benzerliği bulunmaksızın yapılan kıyas) olmuştur.
Bunu tıp otoriteleri de bildirmekle beraber, en mühim delil de Peygamberimiz’in (asm) hadisidir:
"Allah hapşırmayı sever, esnemeden hoşlanmaz. Öyleyse sizden biri hapşırır ve Allah'a hamdederse, bunu işiten her Müslüman üzerine, 'yerhamukâllah' demesi hak (bir vazife)dir. Ancak esnemeye gelince, işte bu, şeytandandır. Biriniz namazda esneyecek olursa, imkân nisbetinde kendini tutsun ve 'hah' diye ses çıkarmasın. Zira bu, şeytandandır, şeytan kendisine gülüyor demektir." [Buhârî, Edeb 125, 128, Bed'ül-Halk 11; Müslim, Zühd 56, (2994); Ebû Dâvud, Edeb 97, (5028); Tirmizî, Salât 273, (370), Edeb 7, (2747, 2748)].
* * *
Uzman doktorlarımızın enfiyenin faydalarına dair söylediklerinden iki misâl ise şöyledir:
“Koruyucu Hekimlikte Önemli Bir Doğal Tıp Yöntemi: Enfiye
“Enfiye” olarak bilinen bitkisel tozların buruna çekilerek hapşırma refleksinin uyarılmasıyla ‘Hapşırma’, üst ve alt solunum yollarının en önemli savunma mekanizmalarından biridir. Hapşırırken verilen havanın ve içindeki partiküllerin çıkış hızı yaklaşık 140 km/saattir. Dolayısıyla, fizik kanunları gereği hapşırdığımız zaman ‘geri tepme prensibiyle’ bakınız neler olur:
-Beyin damarları genişler.
-Gözyaşı ve sinüs kanalları açılır.
-Kalp damarları genişler.
-Akciğerlerde normal solunumla atamadığımız rezidüel (ölü) hava dışarı atılır.
-Kalbin diyastol (gevşeme) sonu dinlenme süresi artar. Bir anlamda kalp milisaniyeler düzeyinde durur ve tekrar çalışmaya başlar. Muhtemelen hapşıran birine “çok yaşa” denmesinin nedeni de budur.
Kanaatimiz odur ki; Türk toplumunda geçmişte Alzheimer hastalığı, erken bunama, senil demans, Parkinson hastalığı gibi nörolojik hastalıkların bugüne göre çok daha az görülmesinin nedeni, enfiyenin yaygın biçimde kullanılıyor olmasıdır ve biz düzenli enfiye kullanımının artan kalp-damar hastalıkları açısından da koruyucu bir etkisi olduğunu düşünüyoruz.”
“Hapşırık Kalbe İyi Geliyor!”
“Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin Telli, vücudun doğal refleksi olan hapşırık sırasında ağızdan çıkan havanın hızının çok yüksek olduğunu söyledi. Bu hızın vücutta oluşan yüksek basınçtan kaynaklandığını belirten Telli, ‘Hapşırırken karın bölgesi ve beyin ağırlıklı olmak üzere vücutta büyük bir basınç ortaya çıkar. Bu basınç nedeniyle kalp damarlarına yoğun kan gider’ dedi.
Bazı riskler taşısa da kalp damarlarına kan gitmesini sağlayan hapşırığın kalp için faydalı olduğunu vurgulayan Telli, ‘Basınç nedeniyle bayılmalar, hatta hapşırığın tutulması durumunda çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Ancak biz kalp uzmanları, sağlıklı kalp için hapşırığı severiz. Tansiyon hastalığı ve bayılma tehlikesi olmayan kişiler, hapşırıkla sağlıklı bir kalbe sahip olabilirler’ diye konuştu. (Uzm. Dr. Suat Arusan)”