Toplumumuzdaki engelli imajı, her ne kadar değişmeye başlamış olsa da, çoğunlukla mağduriyet ile eşlenen ve engeli olmayan kişilerde acıma duygularını çağıran bir imaj. Bu mağduriyet algısı ve beraberinde gelen acıma duygusu toplumun büyük çoğunluğu ile siyasi iktidarlar ve engelli bireyler arasındaki asimetrik güç ilişkisini ifşa eder nitelikte.
Ülkemizde nüfusun yaklaşık yüzde 12'sini oluşturan engelli bireyler[i] hem ülkemizde hem de diğer ülkelerde tarihsel olarak en sert ayrımcı tutumlarla karşılaşan toplumsal gruplardan birini oluşturuyorlar. Bu ayrımcı tutumun en travmatik örneklerinden biri olarak Nazilerin Yahudiler, sosyalistler, eşcinseller ile birlikte engelli bireyleri de toplama kamplarına gönderdiklerini hatırlayabiliriz.
Türkiye'de engelli bireylerin eğitimsel kazanım ve iş gücüne katılım oranları toplumun geneline oranla çok düşük; engelli bireylerin gelir yoksulluğu altında yaşama riskleri ve engelli bireyler arasında işsizlik oranı ise toplumun geneline göre daha yüksek.[ii] Bu veriler ülkemizde engellilere yönelik yapılan tarihsel ayrımcılığın günümüzdeki görüntüsü niteliğinde.
Toplumumuz ailelerin engelli mensuplarına nasıl sahip çıktığından ve aile bağlarının kuvvetliliğinden, siyasetçilerimiz ecdadımızın engellilere sundukları hizmetlerden dem vuradursun, araştırmalar engelli bireylere yönelik ayrımcı tutumların hayli yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu'nun yakın tarihli araştırması toplumumuzun yüzde 70'inden fazlasının "engelli komşuya" dahi tahammülünün olmadığını gösteriyor.[iii]
Engellilerle olan meselemizi aslında Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran "farklılıklarla imtihanımızın" bir parçası olarak okumak mümkün. Farklılıklarla imtihan ise yalnızca engelliliği diğer farklılıklarla virgüller arasında kullanmak ile geçiştirilecek gibi bir imtihan değil.
Her ne kadar çoğumuzun aklındaki engelli imajı tekerlekli sandalye kullanan bedensel engellilerden ibaret olsa da, aslında engelli bireyler oldukça heterojen bir toplumsal gruba tekabül ediyorlar. Günümüzde engelliler kavramı görme engelliler, işitme engelliler, bedensel engelliler, zihinsel engelliler, ruhsal sorunlar yaşayan bireyler, kronik rahatsızlıklar yaşayan bireyler gibi çok çeşitli var oluş biçimlerini kapsayacak bir biçimde kullanılıyor. Tüm bu grupların ortak ihtiyaçları olabildiği gibi, birbiri ile hayli farklılaşan ihtiyaçları da bulunuyor. Bir de tabii hatırlatmaya çoğu zaman gerek oluyor: ülkemizdeki engelli bireylerin de yarısı kadınlardan, bir bölümü ana dili farklı olanlardan (örneğin işaret dili), bir kısmı LGBT bireylerden ve bir bölümü sığınmacılardan oluşuyor.
Ülkemizde siyasetin engellilerle ilişkisine baktığımızda ise, engelli bireylerin 1950'li yılların başında Altı Nokta Körler Derneği ve Türkiye Sakatlar Derneği'nin kurulmasıyla kısıtlı da olsa bir siyasi görünürlük kazanmaya başladıklarını görüyoruz. Fakat bu yıllarda genel anlamda sol siyaset içerisinde tarif edilebilecek engelli hakları savunucularının seslerinin sol siyasetin tepesi tarafından duyulamaması ve bu nedenle engelli hakları solun bir türlü gündemine gelememesi engelli bireylerin sorunlarının ülke gündemine gelişini geciktiren etkenlerden biri oldu.
Engelli bireylerin yüksek siyaset içerisinde hatırı sayılır ölçüde görünür olmaya başlamasını ise 1990'lı yıllardan itibaren genelde sağ muhafazakar siyaset, özelde ise o dönem Refah Partisi'nin temsil ettiği Milli Görüş siyaseti ile başladığını söylemek mümkün. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Refah Partisi'nden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği dönemde belediye engellilere yönelik hizmet sunmaya başlamıştı.
Yaklaşık 10 yıl sonra Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldi ve o günden bugüne engellileri en önemli toplumsal müttefiklerinden biri olarak gördü. Adalet ve Kalkınma Partisi engellilerin sorunlarını gündemine almasının ve kendi siyaseti çerçevesinde bu sorunlara çözümler getirmesinin siyasi getirisini de hayli cömert bir biçimde aldı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınlarından bu ay içerisinde yayınlanacak olan Engellilere Yönelik Harcamaları İzleme Kılavuzu adlı çalışmada gösterdiğimiz üzere, ülkemizde engelli bireylere yönelik kamu harcamaları 2006 yılından itibaren hem mutlak olarak hem de gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYH) oran olarak yükseldi. Engelli bireylere yönelik eğitim hizmetleri, mesleki eğitim projelerine destek, gelir desteği, bakım için nakit desteği gibi kalemlerin tümü birlikte incelendiğinde, bu kamu harcamalarının 2006 yılında GSYH'nin binde 8'inden 2011 yılında binde 44'e yükselmiş olduğu görülüyor.[ıv]
Fakat engellilik politikaları alanının iktidar partisi tarafından keşfedilmiş olması ve bunu takiben engelli bireylere yönelik kamu harcamalarının ciddi bir artış göstermesi, ülkemizde engelli bireyleri de kapsayan bir eşit yurttaşlığın tesis edilebildiği anlamına gelmiyor.
Artık engelli bireyleri kapsayan eşit yurttaşlığın hangi öğeleri içermesi gerektiğine dair elimizde bir temel referans metni mevcut: Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi.[v] Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri başta olmak üzere 1960'lı yıllardan itibaren güçlenen engelli hakları hareketinin yazım sürecinde etkin rol aldığı bu Sözleşme, engellilik alanında bir paradigma değişimini simgeliyor.
Sözleşme'nin temelinde engelli bireylerin (zihinsel engelli bireyler ve ruhsal sorunlar yaşayan bireyler dahil olmak üzere) uluslararası hukuk nezdinde eşit bireyler olarak tanınması duruyor.
Sözleşme eşitliğin pratikte tesis edilmesini engelli bireylerin kendi yaşamlarına dair her türlü alınan kararda etkin ve aktif olarak katılımlarını güvence altına alma koşuluna bağlıyor. Bu yaklaşım halen temsili demokrasinin en basit katılım mekanizması olan seçimlerde dahi engelli yurttaşlarının oy kullanmasını mümkün kılacak düzenlemeleri yapma iradesini gösteremeyen ve engelli bireylerin toplumsal hayata katılımının önündeki erişilebilirlik düzenlemelerini yapma sorumluluğunu alamayan ülkemizin bu alanda atması gereken adımların ne denli kapsamlı ve çok boyutlu olduğuna işaret ediyor.
Evet, Türkiye'de engelli bireylere yönelik sosyal politikaların kapsamı ve çeşitliliği artmış durumda. Bu sayede iktidar partisi engelli bireyler ve yakınları arasında hayli popüler. Fakat bu politikaların eleştirilecek ve iyileştirmeye yönelik müdahale edilebilecek hayli yanı var.
Son dönem engellilik politikalarının önemli bir bölümü engelli bireyleri, ailelerinin bir parçası olarak tanıyor. Engelli bireylere yönelik hizmet sunumundan ve engelli bireylere yönelik olumlu ayrımcılıktan, engelli bireylere ayrı ve yalnızca onlara has alanlar yaratmak anlaşılıyor. Bu yaklaşım Sözleşme'nin yaklaşımı ile taban tabana zıt.
Eşitlikçi bir yaklaşım engellilik yaklaşımının tüm toplumsal alanlarda ve bütün politikalarda ana akımlaştırılması ile engelli bireylerin farklı ihtiyaçlarını gözetecek ve engelli bireylerin kendi yaşamlarına dair özgür seçimler yapma olanaklarını çeşitlendirecek (örneğin bağımsız yaşama seçeneği) politikaların oluşturulmasını gerektirir. Tüm bu politikaların oluşturulmasında (sayısının yakın gelecekte artmasını umduğum) engelli milletvekilleri, engelli hakları savunucuları ve engelli bireyler aktif ve etkin olarak söz sahibi olmalıdırlar.
Bugün eşitlikçi siyasetlere engellilik alanında çok iş düşüyor. Eşitlikçi siyasetler engelli hakları savunucuları ile birlikte toplumun çoğunluğu ile engelliler arasında var olan asimetrik güç ilişkisini sabitlemeye değil, engelliler lehine bozmaya yönelik siyaset üretmek durumundalar. Bunu yapabilmek ise öncelikle engelli bireyleri siyasetin öznesi olarak kabul etmeyi gerektiriyor.
Bianet