Peygamber Aleyhissalatu vesselamın en yakını insanlar bile ‘sarp yokuş’u aşamazken Akabe’de ettikleri iki biatla onu ve Mekkeli mü’minleri Medine’ye buyur eden Ensar’ın destansı yardımı ne dillerden düşecek, ne de hafızaların unuttukları arasına girecek cinstendir.
Bütün dünyayı karşılarına alacaklarını bile bile Medineli mü’minlerin Peygamber aleyhissalâtu vesselamla birlikte Mekkeli mü’minleri Medine’ye davet ederek bütün geçimlerini üstlenmeleri, evlerini paylaşmaları, Bedir başta olmak üzere bütün savaşlara dahil olmaları elbette ne dillerden düşer, ne de unutulur gider.
Bilakis, en başta Rabbü’l-âlemîn’in Kelam-ı Ezelîsi olarak Kur’ân-ı Hakîm’de övülür Medineli mü’minler.
Ve çağlar boyu, mü’minlerin dilinde övülür durur.
Gelin görün ki, bu övgüler yapılırken evvelemirde akıllara Ensarın erkekleri gelir. Böyle olması da normaldir; çünkü Asr-ı Saadete dair bütün kitaplar elbette öncelikle yaşanan savaşlardan söz eder ve savaşların asıl muhatabı erkekler olduğu için de Ensar denildiğinde ilk önce akla gelen erkekler olur. Diğer taraftan bu erkeklerle birlikte Ümmü Süleym gibi, Ümmü Nuseybe gibi bazı Ensar kadınları da evvelemirde akla geliyorsa, yine savaşlar sebebiyledir. Çünkü onlar, Resûlullah ile birlikte savaşa dahi katılmayı talep etmiş; yaralılara bakmak üzere sefere dahil edilmelerine mukabil, savaşın kızıştığı zamanlarda bizzat savaşa da dehalet etmişlerdir.
Buna karşılık, Ensar deyince, çok az hanım sahabi ismi gelir akla. Ortalama siyer bilgisine sahip bir mü’min zihnini birazcık zorlasa rahatlıkla yüzün üzerinde Ensar erkeğinin ismini sayabilir durumda iken, sıra Ensar kadınlarına gelince çok azı rakamı ona kadar çıkarabilir.
Oysa, ‘Ensar’ diye bir topluluk var olabilmişse ve biraz çabayla yüzün isminde Ensar erkeğinin ismi bindörtyüzotuz yıl sonra bile mü’minlerce sayılabilir durumda ise, bu, bir açıdan, pek çoğunun isimlerini bilmediğimiz Ensar kadınları sayesindedir. Bir diğer deyişle, Medine’nin kadınları da ‘Ensar’ olabildiği için erkekleri ‘Ensar’ olabilmiştir.
Hendek günlerine dair bir hatıra, bana hep bunu düşündürür. İçerdiği mucize itibarıyla Bediüzzaman’ın Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi’nde de zikredilen bu olay, Medineli erkek sahabilerin nasıl bir eşle, nasıl bir ev ortamıyla ve nasıl bir aile hayatıyla bu sapasağlam duruşu gerçekleştirebildiklerinin nişanesidir.
Mâlûm, bütün hiziplerin birleşip hep beraber Medine’ye doğru yola çıkmak üzere oldukları haber alındığında, Selman-ı Farisî’nin kabul gören teklifiyle, mü’minler Medine’yi savunmak üzere etrafına hendek kazmaya girişirler. Muhacir olsun Ensar olsun, bütün erkek sahabiler gün boyu hendek kazma işiyle meşguldür. Diğer taraftan, o yıl nisbeten kıtlığın hüküm sürdüğü bir yıldır. O yüzden, sahabiler hendek kazarken açlıklarını hissetmemek için karınlarına taş bağlamaktadır.
Hendek kazılan bu günlerin birinde, babası Uhud’da şehit olan ve yedi kızkardeşine bakma yükü kendisine kalan genç Cabir b. Abdullah, hendek kazarken gömleği bir parça açıldığında Resûlullah sırtında kaburga kemiklerinin rahatça sayılır hale geldiğini farkeder ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselamı bu kadar zayıflamış halde gördüğü için ziyadesiyle üzülür. Akşam eve geldiğinde üzüntüsünü hanımına açar ve evde Resûlullah’a ikram edebilecekleri birşey olup olmadığını sorar. Yalnızca bir koyunları ve bir ölçek arpaları kalmıştır. Cabir o gece koyunu keser, ertesi sabah da hanımından kuzuyu pişirip eldeki arpayı da öğütüp ekmek yapmasını ister.
Sonrası bilinen mu’cizedir. Cabir o gün hava karardığında Resûlullah’ı evlerinde beraberce yemek yemeye davet eder, Resûlullah ise bütün sahabileri Cabir’in evine davet eder. Dörtyüzün üzerinde insanın evine davet edildiğini gören, evde ise yalnızca bir koyun ve bir ölçek arpa unundan yapılmış ekmek olduğunu bilen Cabir paniklemiş haldedir. Aceleyle eve koşar ve karısına bütün erkek sahabilerin akşam yemeği için kendi evlerine geliyor olduğunu haber verir. Cabir’i paniklemiş halde gören karısı, ona, “Onları evimize sen mi davet ettin, Resûlullah mı?” diye sorar. “Resûlullah davet etti” cevabı üzerine de, “O halde bırak gelsinler, Resûlullah bizden daha iyi bilir” diyerek Cabir’i sakinleştirir.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselam geldiğinde evde yaşananlar, bir büyük mucizedir: Yalnızca bir koyun ve bir parça ekmekle dörtyüzün üzerinde insan doyar, üstelik geride hâlâ ev halkına yetecek kadar yiyecek vardır.
Bu olay, elbette en başta Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın risalet davasındaki hakkaniyetine şahitlik eden bir büyük mucizedir.
Yine bu olay, Cabir’in şahsında Ensar’ın nasıl Kur’ân’ın da övdüğü üzere îsar hasletiyle donanmış olduklarının, nasıl “başkalarının nefislerini kendi nefislerine tercih ettiklerinin, nasıl bir feragat nümunesi olduklarının nişanesidir.
Ve yine bu olay, Cabir’in hanımının şahsında, Ensar kadınlarının nasıl bir îsar ve feragatle, dahası nasıl bir iman ve yakînle donanmış olduklarının nişanesidir.
Durumu kendisine arzettiğinde hanımının Cabir’e verdiği karşılık, onun Resûlullah’ı davet fikrine iştiraktir zira. Hanımı, “Geride şu kadar yetim kardeşinle kendimize yetecek doğru dürüst bir yiyecek yokken...” diye başlayan bir söylemle Cabir’in niyetinin önüne duygusal setler inşa etmemiştir.
Bilakis, Resûlullah’ın herkesi davet etmesi üzerine paniklemesi karşısında, Resûlullah’a olan iman ve itimadını da belgeleyen bir feraset sergilemiştir.
Bu tek örnek dahi, bugünün Ensar gibi olamayan mü’minlerinin tıkandığı kritik bir noktanın habercisi gibidir.
Ensar gibi olabilmek, tekil bir durum değildir.
Ensar hanımları sayesindedir ki Medine’nin erkekleri Ensar olabilmiştir.
Ama erkekler bu vâkıaya bakıp kendilerine mazeret üretmesinler.
Zira, evlenirken Ensar ruhlu bir hanım arayıp aramamak neticede bir bilinç ve bir tercih meselesidir.