Sosyal duygu yetersizliği yüzünden çözümüne hazır olmadığı bir problemle karşı karşıya gelen bir adamı ele alalım. Bu adam hayal gücüne sığınır. Hayat stiline uyan bir çözüm bulma isteğiyle, hayat stiline sığınan, elbette ki “ben”dir. Bu topluluk için yararlı rüyalar yana bırakılırsa, rüyalar kamu anlayışına uymayan, sosyal duygu ile çatışan, fakat bireyi şüphelerinden ve sıkıntılarından kurtaran, hatta bireyi hayat stilinde güçleştiren, “ben”in değerlenmesine yardım eden bir çözümü göstermektedir. Uyku, doğru olarak yapılan hipnoz, başarıyı kendi kendine telkin, bu amaca ulaşmak için en güvenilir araçlardır. Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur: Hayat stilinin isteyerek oluşturduğu rüya, sosyal duygudan uzak kalmaya çalışır ve bu mesafeyi temsil eder. Bununla beraber, sosyal duygunun, kendisinden kurtulmak için gösterilen çabalara karşı zafer kazandığı görülür. Ruh hayatının hiçbir zaman kesin kurallar ve formüller ile tam özetlenemeyeceği ortadadır. İşte rüyanın sosyal duygudan uzaklaştığını belirten tezin ortaya attığı bireysel psikolojiyi haklı gösteren hallerden biri…[1]
Rüya çok nâdir hallerde kamu anlayışına fazla yaklaşır, hiçbir zaman toplum anlayışına karışmaz. Buradan, rüyanın en önemli fonksiyonu ortaya çıkmaktadır: Rüya göreni toplum anlayışından uzaklaştırmak. Bunun sonucu olarak, rüya gören kimse kendi kendini aldatır.
Fakat rüya bittikten sonra hiçbir şey kalmaz mı? Bu çok önemli sorunu çözdüğümü sanıyorum. Bireysel psikolojinin “kişilik bütünlüğü” ile ilgili temel görüşünden, her üçünün de hayat stili yönünde faaliyette bulunduğu sonucu çıkarılmaktadır. Bu, Freud’un rüya nazariyesine karşı 1918’te yaptığım ilk hücumlardan biridir. Deneyimlerime dayanarak rüyanın geleceği hedef tuttuğunu, rüya görenin bir problemi kendisine göre çözmeye hazırlandığını ortaya atmıştım. Sonraları bu görüşümü tamamladım. Rüyanın bu işi toplum anlayışına, sosyal duyguya göre yapmadığını; “mukayese”, kinaye ve paralel hayallerle yaptığını belirttim.
[İnsan, geçmiş ve gelecek zaman algısına sahip olduğundan, bir kısım rüyaları, psikanalitik mahiyetli olarak geçmiş zaman odaklıdır. İnsan fıtratının ayrılmaz parçası olan hüzün, hasret, hicran gibi duygular gereği... Bu noktada Adler haksızdır. Freud, haklıdır. Bir kısım rüyalar ise insan ruhunun gelecek zamana dair endişe, korku, telaş gibi boyutları ve güven arayışından dolayı gelecek zaman odaklıdır. Adler’in bahsettiği rüyalar bu sınıftandır. Carl Jung sistematiği içinde dersek bu tarz rüyalara psikoterapik rüyalar adı verilir. İnsanın şimdiki zamanı, geçmiş tecrübelerinin çocuğu; gelecek zamanının ise babasıdır. Bu manada insanı geçmiş-şimdi-gelecek zaman, iç dünya ve sosyal hayat bütünlüğü içinde, zaman-mekân koordinatlarında “sıfır noktası” olarak ele almak ve rüyalara bu çerçevede bakmak en doğru davranıştır. Bütün insanlığın fıtratının ayrılmaz parçası olan rüya hakikati, Adler ve Eric Fromm’un dedikleri gibi, insanın kendi zihninin ürünü ve bir kendi kendini kandırış değildir. Rüyalar, Dr. Mustafa MERTER’in mükemmelen tespit ettiği üzere, kişiyi sosyal hayattan ve dış dünyadan koparmaz; bilakis rüyalar asosyal hale gelen kişileri hakka uygun ve dengeli bir ferdî ve sosyal hayata kavuşturma merkezli bir rehabilitasyon adasıdır.
Bu manada Adler rüya konusunda yanılmaktadır. Bunun sebebi, rüyaların sembol dilinin materyalist bir algıya kapalı olması; kutsal bir algı ve anlayışla kavranabilecek yapıda bulunmasıdır. Bilim dünyası Rönesans’tan sonra materyalist bir algıya dayanarak bilimsel çalışmalarda bulunmaya başladı. Göze indirgenemeyen her şeyi reddetti, hurafe diye damgaladı. Bu eğitim sisteminin çocukları olan Freud ve Adler’in rüyalar konusunda yüzeysel kalmasının sebebi, materyalist mantığın kutsallıktan uzaklığı ve kutsalın dili olan rüyaların hakikatine yabaniliğidir. Bu manada dünya tarihinde gelmiş geçmiş en büyük rüya uzmanları daima dindarlar arasından çıkmıştır. Hz. Danyal, Hz. Süleyman, Hz. Yakub, Hz. Yusuf ve Hz. Muhammed (Aleyhimüsselam) rüya konusunda mütehassıs oldukları bilinen peygamberlerdir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Esma bint-i Ebu Bekir, Said bin Müseyyeb, Muhammed ibn-i Sirin, Aziz Mahmud Hüdai, Bediüzzaman Said Nursi ve benzeri rüya konusunda hakikaten mütehassıs ilim ehli hep İslam âlimleridirler.][2]
Zaman zaman görülen rüyalar dinamik kanunun problemler karşısındaki ifadesini belirtir. Kısa rüyalar, bir soruna açık, kesin ve çabuk cevap verildiğini gösterir. Unutulan rüyalar, duygusal niteliğin aynı derecede pratik bir neden karşısında güçlü olduğunu belirtmektedir. Bu pratik nedenden iyi bir şekilde uzak kalmak için, sadece heyecanların ve durumun devamını sağlamak amacıyla, rasyonel materyalin bir yana bırakılması gerekmektedir.
[Adler burada yanılıyor. Bir rüya duygusal çerçeveye hitap edecek derecede heyecan verici ise, unutulması çok çok zordur. İnsanın hafıza sistemi, duygulara hitap etmeyen soyut fikirleri rahatlıkla unuturken, duygusal cepheye lezzet veya elem şeklinde hitap eden sahne, manzara ve hadiseleri uzun yıllar geçse de unutamaz. Hemen herkesin bizzat yaşadığı ve bildiği üzere... ]
Sıkıntılı rüyaların bir başarısızlığın aşırı derecedeki korkusunu belirttiği sık sık görülür. Ölüm rüyası, rüya görenin ölümün etkisi altında kaldığı sanısını uyandırmaktadır.
[Burada da bir yanılgı var. Ölüm, hakikatte bir boyut ve âlem değiştirme olduğundan, insanın fiziksel veya ruhsal dünyasında boyut atlatan hadiseler rüyalarda ölüm olarak görünürler.]
Rüyada düşme, rüyayı görenin üzüntülü olduğunu, değerlilik duygusunu kaybetmekten korktuğunu gösterir. Rüyada göklerde uçmak muhteris kimselerde üstün bir seviyeye ulaşmak, kendilerini başkalarının üstüne çıkaracak bir işi gerçekleştirmek mücadelesini anlatır. Bu rüya çoğu zaman başka bir rüya ile beraber görülür. Burada, rüya gören kimseyi sanki ihtirasa ve tehlikeye karşı uyanık tutmak için, düşme kendini gösterir. Düşmeden sonra iyi bir şekilde yere inme çoğu zaman fikirlerle değil de sadece duygularla kendini belli eder ve genel olarak bir güven duygusunu gösterir.
[Birçok rüyada uçmak, kişinin fizik dünya ile duygusal bağlarını azalttığını, soyut algıda ilerlediğini gösterir. Madde ve yeryüzü, somut sınırlı dünyanın; gökyüzü ise soyut sınırsız dünyanın sembolü olarak rüyalarda görünür.]
Treni kaçırmak, geç kalıp bir fırsattan yararlanamayarak tehlikeli bir başarısızlıktan uzak kalma amacını güden bir karakter özelliğini gösterir. Rüyada kötü giyinme ve buna bağlı korku, genel olarak kusurların belli olması korkusuna bağlanabilir. Göz, kulak, hareket ile ilgili eğilimler rüyalarda sık sık ifade edilir.
[Rüyaların birçoğunda kıyafet kişinin hakikat algısına bürünerek ruhunu korumasını ifade eder. Bel altı kıyafetler, “ahlak” ı; bel üstü kıyafetler, özellikle gömlek, “edeb” i ifade eder.]
Rüyada seyirci rolünü oynayan kimse hayatta da seyirci rolünü oynamakla yetinir. Cinsel rüyalar çeşitli izahlara yer verir. Bazen oldukça zayıf cinsel münasebetlere hazırlık, bazen de karşı cinsten kaçma ve kendine dönme şeklini alır. Homoseksüel rüyalarında söz konusu olan şey, doğasal bir eğilim değil öteki cinse karşı bir hazırlanmadır.
[Bu iki konuda da Adler bilgi yetersizliğinden ve rüya diline hâkim olmadığından dolayı yanılmaktadır. Fakat antrparantez olarak şunu söyleyebiliriz ki, insanların birbirini dil ile ta’ciz etmeleri, bir birlerine laf sokmaları ve bir birlerinin kişilik haklarına tecavüz etmeleri, eşcinsel bir ilişki veya tecavüz olarak rüyalarda görünür. Dinlediğim çok sayıda rüyada görüldüğü üzere…]
Bireyin faal rol oynadığı rüyadaki kabalık, öfkeyi ve öç alma duygusunu gösterir. Yataklarını ıslatanlar rüyalarında sık sık rahat yerlerde abdestlerini bozar. Bu rüyalar küçüklük duygusuna karşı suçlamada ve öç almadan onları az da olsa destekler.
İki çocuk babası olan bir adam karısıyla anlaşamıyordu. Bu anlaşamamazlık iki taraftan kaynaklanıyordu. Koca, karısının severek evlenmediğini biliyordu. Koca, çocukluğunda önceleri şımartılmış, sonraları yerini başka bir çocuk almıştı. Fakat sert bir okulda eski hiddet nöbetlerine egemen olmasını öğrenmişti. Hatta, elverişsiz durumlarda çoğu zaman hasımlarıyla anlaşmak için büyük çabalar gösterecek kadar, bu işte ileri gitmişti. Yalnız burada pek fazla başarılı olamıyordu. Karısına karşı da davranışı bir birini tutmuyordu. Bazen sabır gösteriyordu. Karşılıklı güven ve sevgi havası oluşturmaya çalışıyordu. Bazen de, aşağılık duygusu hissettiğinde hiddet nöbetlerine tutuluyor ve ne yapacağını bilemiyordu. Kadın bu durumdan hiçbir şey anlamıyordu. Adam kendisini çok seven iki çocuğuna çok bağlı idi. Oysaki anne zoraki bir aldırmazlık içinde yavaş yavaş çocuklarından uzak kalmıştı. Adam bu durumu çocuklara karşı bir ihmal gibi düşünüyor ve çoğu zaman bu konuda karısını kınıyordu. Karı-koca münasebetleri zorlukla devam ediyordu. Koca ve kadın başka çocukların doğmasını önlemekte kararlı idiler. Eşlerin uzun zaman katlandıkları durum bu idi. Adam aşkta sadece güçlü duygular arıyordu ve haklarından yoksun edildiğine inanıyordu. Kadın yuvayı şöyle böyle devam ettirmeye çalışıyordu. Cinsel bakımdan soğuktu ve hayat stili yüzünden kocasına, çocuklarına karşı fazla yakınlık duymuyordu.
Bir gece adam rüyasında şuraya buraya rastgele atılmış kanlı kadın vücutları gördü.
Onunla yaptığım konuşma bizi bir sahnenin hatırasına ulaştırdı. Bir tıp öğrencisi olan dostu, onu cesetlerin kesildiği bir salona götürmüştü. Yalnız 2 defa bulunduğu doğumlar, onu dehşet içinde bırakmıştı.
Bu rüyayı şöyle izah edebiliriz: “Karımın üçüncü doğumunda bulunmak istemiyorum.”[3]
[Bu rüyayı biz şu şekilde ele alabiliriz: Rüya dili ve sembolizm terminolojisinde kadın madde, iş, hastalıklar, insanın hassas duyguları, vatan ve gerçek manasıyla kadın gibi manalara gelir. Rüyaların büyük bir kısmı, süreç psikolojisi manasında, yaşanan hadiselerin duygu dünyasında uyandırdığı etkiyi gösteren raporlar tarzındadır. Bu rüya da bu tarz rapor tarzı rüyalardan biridir. Ki adamın eşiyle yaşadığı gidişatın kendi iç dünyasında ve eşinin psikolojisindeki etkisini resmetmektedir.
Rüyada kanlı kadın cesetlerinin sağa sola atılmış olması gösterir ki, bu kadınlar ya kesici bir şeyler öldürülmüşler veyahut silahla vurulmuşlar. Rüya terminolojisinde, acı verici kelimeler, bıçak olarak görünürler. Bu manada hıyanet, rüyada sırtından (kalbinden) bıçaklanmak olarak görünür. Fakat eğer bir söz, beddua şeklinde ise, muhatabını psikolojik ve hatta fiziksel manada öldürecek bir etkiye sahip olduğu için rüyalarda tabanca, tüfek ve saire silahlar olarak görünür. Bu konuyu aydınlatıcı mahiyette Hz. Peygamber “Dua, müminin silahıdır” diyerek, Allah’a samimi iman eden bir insanın bedduası değil, duası dahi çok tesirli bir boyut kazanacağını sembolizm diliyle ifade eder.
Bu temel bilgiler eşliğinde rüyaya, rüyayı gören adamın iç dünyası merkezinde bakıldığında kişinin çok sayıda duygusu, eşinin davranışları, sözleri ve çocuklarına karşı tutumları dolayısıyla katledilmiş olarak ona görünmüştür. Bir iç dünya haritası gibi… Eğer kadının psikolojisi bağlamında rüyaya bakıldığında, her insan sürekli değişen bir fizik ve metafizik yapısı olmasından dolayı her gün farklı bir şahsiyete bürünür. Uzun vadeli süreçlerde kişilikteki bu değişim muazzam boyutta kendini sergiler. Bu manada adamın yaşadığı hiddet nöbetinde söylediği keskin sözler, eşine karşı hakaretli ve aşağılayıcı ifadeler, eşinin kişiliğini katledecek derecede bir tesir uyandırdığını; farklı zamanlardaki hiddet nöbetleri neticesinde eşinin birçok itibari kişiliklerinin öldürüldüğünü rüya bildirmektedir. Rüya bu şekliyle adamın eşine karşı tutumlarının düzelmesi noktasında uyarıcı ve irşad edici bir durum raporu mahiyetini taşımaktadır, diyebiliriz.]
[1] Alfred Adler, Sosyal Duygunun Gelişimin Bireysel Psikoloji, (çev. Dr. Halis ÖZGÜ), s. 120. Yazının rüya konusu ile ilgili kısmındaki düz metin, Adler’e; parantez içindeki izahlar ve değerlendirmeler ise bana aittir.
[2] Muhammed ibn-i Sirin’in rüyalar hakkında ilmî usul ve çerçeveyi çizen tespitlerini, örnek rüya yorumlarını bir makalemde detaylıca işlemiştim. Bkz “İlk Dönem Rüya Âlimlerinden Muhammed ibn Sîrîn ve Rüyalar Hakkında Görüşleri.” Muhammed ibn-i Sirin’in rüya tespitlerinin netliği yanında Freud’un rüya yorumlarının ne kadar sığ, Jung’un ise ne kadar yetersiz ve tereddüt dolu olduğu rahatça anlaşılabilir.
[3] Alfred Adler, Sosyal Duygunun Gelişimin Bireysel Psikoloji, (çev. Dr. Halis ÖZGÜ), s. 121-123.