Hz. Peygamber’in (sav) Hz. Aişe (ra) ile Evliliği Hakkındaki İddialara Cevaplar-4
Hz. Aişe’nin (RA) evlilik yaşı ile ilgili ana sıkıntı, Kur’an’a değil hadis kaynaklarında aktarılan bir biriyle çelişkili ifadelere dayanmaktadır. Bu saha, temeldeki tanımsızlıklardan kaynaklanan belirsizliklerle sisli ve karanlık bir hale bürünmüştür. Bundan dolayı önce temel bazı kavram tanımları vererek belirsizlikler giderilecek, sonrasında Hz. Aişe (RA) hakkındaki rivayetler gruplandırılacak, bu şekilde meseleye sağlıklı bir bakış kazandırılmaya çalışılacaktır.
- Hadis: Nisa suresi 77. âyette Allah’ın sözü “hadîs” olarak ifade edilir. Bu çerçevede bir ilim ve hikmet sahibinin kelâmına hadîs denilir, şeklinde bir tanımlama yapabiliriz. Söz sahibi Allah ise buna “hadîs-i İlâhî”, söz sahibi Hz. Peygamber (SAV) ise “hadîs-i Nebevî” adı verilir. Dilbilim ve edebiyat açısından çok nettir ki, insanların şuur, algı, his, bilgi, anlayış ve zevkleri bir birinden farklı olduğundan dolayı hiçbir insanın konuşması ve sözü diğeriyle aynı değildir. Bir masanın etrafına dizilmiş 100 kişinin cevabını bilmedikleri aynı soruya verecekleri cevabın kelimesi kelimesine aynı olması bilimsel manada imkânsızdır. Bundan dolayı edebiyat bilimi “Söz kişinin aynasıdır” şeklinde temel bir kanun ve kaideyi tespit etmiştir. Ayrıca kişinin yaşantısı, yaptığı fiille, beden diliyle bir konuşma olduğundan bu boyutta da bir kişinin diğer bir kişiyi aynen yansıtması imkansızdır. Buna binaen Hz. Peygamber’den (SAV) aktarılan sözler, gerçek manada onun “hadis” leridir. Yaptığı fiiller ise, hadisleri değil “sünnet” idir; bir cihette hadislerinin hal diliyle manevi bir ifadesidir. Fakat hakiki hadis, sayılmazlar.
- Sened: Hadis ilmi ulemâsı, Hz. Peygamber’den (SAV) aktarılan hadisleri evvelen ve bizzat aktaran kişiler yönüyle ele alarak kendisinin o hadisi aldığı kişiden itibaren Hz. Peygamber’e (SAV) kadar silsileyi devam ettirirler. Bu silsile bir birine kuvvet verdiği ve dayandığından dolayı buna “sened” adı verilmiştir. Silsilede kopukluk olup olmaması, aktaran kişilerin güvenilirliği, aktaran kişilerin ve hadisin geldiği kanalların veya aktaran sahabelerin çokluğu gibi hususlara bakılarak hadisin sahih, hasen, garip, meşhûr, mevkuf, merfu, muttasıl, mürsel, zayıf ve mevzu şeklinde hadis ulemasınca sınıflandırılması yapılmıştır. Hadis uleması, hadis olarak aktarılan rivayetleri yalnızca “sened” yönünden ele almış, genelde “metin” boyutuyla ele almamışlardır. İmam-ı Şâfii, kütüb-ü sitte sahibi İmam-ı Buhari ve diğerleri bu gruptandır.
- Metin tenkidi: Hadis olarak aktarılan rivayet ve ifadenin Kur’an, sünnetin genel çerçevesi, kâinat kitabı ve fıtrat boyutlarına uygun olup olmadığının, Kur’an’ın tezgâhında terbiye edilmiş sıddîkâne bir akıl tarafından incelenmesi, tahkik ve tedkikinin yapılmasıdır. Hadislere bu şekilde bakmak “dirayet” ve “ashab-ı re’y” usulüdür. İmam-ı A’zam Ebu Hanife ve Kûfe Ekolübu gruptandır.
- Ravi tenkidi: Hadis âlimleri her biri kendi belirlediği ve diğer âlimlerden de istifade ederek hazırladığı kriterler eşliğinde hadisleri sened boyutuyla ele almış, senedde ismi yazan râvileri ele alıp değerlendirmiştir. İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Yahya bin Said el-Kattan gibi âlimler müşkülpesend davranarak hadisler arasına girmesi muhtemel zayıf ve mevzu rivayetlerin girişini engellemeye çalışmışlardır. Fakat münekkitlerin koydukları kriterler âlimin zekâsı, takvası, hassasiyetine göre değişkenlik arz edebilmektedir. Hassas takvası olan Ebu Hanife gibi hadis râvisi ve âlimleri, siyasi iktidara yakın kişilerden asla hadis almamışlardır. Buna mukabil Buhari gibi en sahih hadis kaynağı kabul edilen âlimler rahatça siyasi iktidarın gölgesine girenlerden hadis almışlarken... Makalenin ilerleyen kısımlarında Ebu Hanife’nin usulünün hadis rivayetinde ne kadar haklı olduğu örnek hadislerde bariz olarak görünecektir. Bunun sırrı, Kur’anın “müttaki” leri daima model göstermesi, Cenneti daima “müttaki”[1] lere vaad etmesi, eninde sonunda müttakilerin haklı çıkacağını[2] bildirmesidir.
- Sahabe sözleri ve fiilleri: Hadis âlimleri tarafından genel bir kabul olarak sahabelerin sözleri ve fiilleri temelde Hz. Peygamber’den (SAV) öğrenilen ve görülen söz ve fiillere dayanıyor kabul edilerek hadis kitaplarında “hadis” diye aktarılmışlardır. Oysa sahabenin her sözünün böyle bir kaynağı ve dayanağı olmak zorunda olmadığı gibi Kur’an’a ve sünnete mutabık olmak zorunda da değildir. Mesela “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.”[3] sözü Muhammed Yusuf Kandehlevi’nin tespit ettiği üzere Hz. Peygamber’e (SAV) ait değildir; sahabe Amr b. As’a (RA) ait bir sözdür. Bu söz Kur’an’ın “Allah’ın sana verdiği servet ile ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma; Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.”[4] âyetiyle zıt bir içeriktedir. Amr b. As’ın (RA) sözü, “Eşit şekilde Âhiret ve dünyaya çalış” imajını verirken, âyet ise “Âhiretin asıl hedeflenilmesi gereken yer olduğunu, dünyanın ise nasip ve kısmetinin unutulmaması gereken bir âlem olduğunu” ifade eder.
Âyetin Arapçasında geçen “nasîbeke” ifadesi, kişinin şartlarına göre Kader tarafından kesinlikle takdir edilmiş belli bir ölçü ve orandaki nimet demektir ki, kişinin emeğine göre bu artıp azalmaz. Bu açıdan garanti altındadır. Fakat Âhiret yurdu garanti altında değildir; oradaki insanın nasibi de belirsizdir. Sahabelerin sözleri “Allah Resulü’nden (SAV) duydum ki…” şeklinde olduğunda yalnızca “hadis”, “Allah resulü böyle yapmıştı” şeklinde olduğunda sadece “sünnet” tir. Sahabelerin bunlar haricindeki sözleri ve fiilleri Muaz bin Cebel’in (RA) ifade ettiği üzere bir “içtihad”dır. Ki müçtehid, içtihadında hata edebilir. Bu durumda müçtehid sahabenin hata olabilir mahiyetteki sözünü bir “hadis” saymak Allah Resulü’ne (SAV) dinî konularda hata isnat etmek anlamına gelir. Bu ise, Kur’an’a aykırıdır.
Bu çerçevede sahabelerin kendilerine ait sözleri, fiilleri ve hayat hikâyeleri hadis değildir. Yalnızca Allah Resulü’nden (SAV) aktardıkları sözler, hadistir. Kur’andan ve sünnetten yaptıkları içtihadlarda da hata payı olduğundan onlar dahi hadis sayılmaması ilmen, hikmeten ve mantıken gerekmektedir. Aksi takdirde şu anki çıkmazlar kaçınılmazdır. Kur’an-ı Hakîm sahabelerin, değil içtihad hatası yapmak bilakis sözlü ve fiilî olarak günahlara gireceklerini ve bazılarının en büyük isteklerinin “mağfiret-i İlahiye” olacak derecede kendilerini kirli hissedeceklerini ihbar-ı gaybî şeklinde Fatih suresinin son âyetinde ifade etmiştir. Bu çerçevede Amr b. As’ın (RA) görüşüne göre Sıffîn savaşında mızrakların uçlarına Kur’an sayfaları bağlanması, “Ammar’ı katledecek azgın bir taifedir”[5] hadisinin sadece onu öldüren gruba daraltılması gibi siyasi manevra mahiyetli sözler Hz. Peygamber’e (SAV) manası ve hakikati dayandırılamayacak içerik sahibidirler. Amr b. As’ın vefat esnasında Sıffîn ve sonrası süreçte yaptıklarının birer günah olduğunu idrak ederek büyük pişmanlıklar yaşadığını Muhammed ibn-i Sa’d İbn-i Şimase el-Mehrî’den şöyle aktarır: “ Eyvah Ebû Tâlib’in oğlu![6] Sen, ‘Bir kişiyi ölümden, onun eceli korur.’ dedin… ‘Ya Rabbi! Ben masum değilim, ben özür diliyorum; ben güçlü değilim, sen bana yardım et! Rahmetini imdadıma ulaştırmazsan, helâk olanlardan olurum.’”[7]
- Ravilerin sözleri: Hadisleri nakleden raviler, gerek hıfz eksikliği, gerek hadisi aldıkları sahabenin hafızasındaki zaaftan dolayı, gerekse kapalı bırakılan konulara izah getirmek için hadis metnine bazı kelimeler ve izahlar eklemişlerdir. Sonraki nesiller ise bu kısımları da hadisten saydıklarından aynı hadis, farklı kanallardan farklılaşmış lafız ve hatta farklı manalarla aktarılmış, bu şekilde Hz. Peygamber’in (SAV) aslî sözü ve maksadı anlaşılmaz ve hakiki sözü bilinmez olmuştur. Bu açıdan hadislerdeki ravi eklentisi olan söz ve izahlar, hadis değildir ve asla hadis sayılamazlar, diyebiliriz.
Son devir İslam hadis âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi hadisler konusuna dair yaptığı derin araştırmalar, hadis kaynaklarını mukayeseli okumalar ve 1.160.000 hadisi ezberine almanın verdiği kolaylıkla hadis metinlerinden sağlıklı istifade etmek için on iki temel kriter belirler. O kriterlerden konumuzla ilgili olanlar şunlardır:
“ÜÇÜNCÜ ASIL: Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nesârâ ulemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman oldu; bazı hilâf-ı vaki malûmât-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.
DÖRDÜNCÜ ASIL: Ehâdis-i şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri mânâları, metn-i hadisten telâkki ediliyordu. Halbuki, insan hatadan hâli olmadığı için, hilâf-ı vaki bazı istinbatları veya kavilleri hadis zannedilerek zaafına hükmedilmiş.
BEŞİNCİ ASIL: اِنَّ فِى اُمَّتِى مُحَدَّثُونَ yani مُلْهَمُونَ sırrınca bâzı ehl-i keşif ve ehl-i velâyet olan muhaddîsîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bâzı maânî, hadîs telakki edilmiş. Halbuki ilhâm-ı evliya -bâzı arızalarla- hatâ olabilir. İşte bu neviden bir kısım hilâf-ı hakîkat çıkabilir…”[8]
Bu temel kaideler çerçevesinde Hz. Aişe ile ilgili rivayetlere bakıldığında şu tespitleri yapabiliyoruz:
- Hz. Peygamber’in (SAV) doğrudan dilinden dökülen ve ona ait olduğu metninden de anlaşılan sözler yalnızca “hadis” tir.
- Hz. Aişe’nin (RA) kendi sözleri veya ondan duyulduğu söylenilen sözler “hadis-i Nebevî” değildir.
- Hz Aişe’nin (RA) kendi sözleri ve ona isnad edilen sözler o döneme ait tarihî muhaverelerdir. Bu konuşmalar, doğruluğu aynı bilgiyi eksiksiz ve mana boyutuyla mutabık şekilde aktaran çok sayıda şâhidin eşliğinde ancak teyid edilebilen ve tezkiyeye muhtaç birer haberdir.
- Ravilerin aktardığı rivayete yaptığı eklentiler, Hz. Peygamber’in (SAV) bizzat kendi sözünde yapılmış olsa dahi kesinlikle hadisten değildir; hadis metninin tufeylîsidir. Hatta bu istinbatlar Kur’an’a ve sünnete mutabık dahi olsa hadis metninden değildirler. Çünkü yanılgı payı olduğundan dolayı bir içtihaddan öteye gidemezler.
- Sahabelerin sözleri ve ravilerin eklentileri Kur’an’ın hükümleri ile alenen zıtlaşıyorsa sened olarak sahih de olsa merduddurlar. Eğer Kur’an’a mutabık iseler “sahih hadis” değil “sahih tarih” veya “sahih haber” kabul edilebilirler.
- Hz. Peygamber’e (SAV) ait olarak aktarılan sözler, “müteşâbih” hadisler hariç olmak üzere, seneden sahih hadis de olsa Kur’an ile, sünnetullah ve fıtrat kanunları ile açık bir mana ve hakikat muhalefeti taşıyorsa, âlimlerin sıhhat kriterleri de farklılık arz ettiği, bir âlim nazarında sahih sayılan bir hadis daha takvalı birine göre sahih sayılmadığı fakat takvalı ve takvasız herkes Kur’an âyet ve manaları üzerinde müttefik olduğundan âyet baz alınır, hadis metninde tereddüt edilir veya hadis metni reddedilir.
- Bir konuda faziletçe kadîm, takvası güçlü, hafızası keskin, hakikatperestlikte ileri sahabelerin ve tâbiînin mutedil sözleri varken takvası şüpheli, rivayeti müdahale içeren, siyasetin gölgesine girmiş geç dönem sahabeleri veya tâbiîn râvilerinin aynı konudaki muhalif sözleri ve haberlerine itibar edilmez. Öncekiler baz alınır.
[1] Muhammed suresi, 15; Nebe’ suresi, 31 ve emsali…
[2] Kasas suresi, 83
[3] Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201
[4] Kasas suresi, 77.
[5] Buharî, Salât, 63; Müslim, Fiten: 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkıb: 34; Müsned, 2:161, 164, 206, 3:5, 22, 28, 91, 4:197, 199, 5:215, 306, 307, 6:289, 300, 311, 315; Kettânî, Nazmü'l-Mütenâsir, 126; İbni Hibban, Sahih, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:155, 3:191, 397; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:339; es-Sâ'âtî, el-Fethü'r-Rabbânî, 23:142.
[6] Burada kendisine karşı Hz. Muaviye safında isyan ettiği dördüncü halife Hz. Ali b. Ebi Tâlib’e sesleniyor.
[7] Muhammed b. Sa’d, Tabakat Tercümesi, Siyer Yayınları, c. 5, s. 93-95.
[8] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 24. Söz, 2. Dal, 2-5. Asıl.