Bir irfan şaheseri olan ve Kur’anın irfânî ve hakikatli, küçük hacimli ama muazzam derinlikli ilk tefsiri olan Cevşenü’l-Kebir duasında Hz. Peygamber (SAV) birkaç bapta ilham konusunu ele alır. Bu kısımlarda ilham meselesinin kökünü, şümulünü ve detaylarını vererek birkaç satır cümle içinde ilham meselesini çerçeveler. Şöyle ki:
Cevşenü’l-Kebîr’in bir bâbında “Yâ Mülhime’s-savâb”[1] (Ey doğru ve isabetli fikirleri kullarına ilham eden Zât-ı Mülhim-i Hakîm!) diye Allah’a seslenir. Bu sesleniş dikkat edilirse ilhamın mahiyetine ve fonksiyonuna dair en temel tespiti yapar: “İlham, muhatabına hakikati bildirmek, dalalet vadilerinde şaşkın şaşkın dolaşan ve karanlıklar içinde bocalayan muhatabının aklını ve duygularını aydınlatmak içindir.”
Yine diğer bir bapta “Yâ Mülhime’l-arabi ve’l-acem”[2] (Ey Arap olan ve olmayan bütün şuur sahibi kullarına doğruları ve hakikatleri ilham eden Zât-ı Mülhim-i Vâhid) diye Rabbine seslenir. Dikkat edilirse bu seslenişte, ilhamın şuur sahibi bütün insanlığı ve hatta cinleri içine alan külli bir hakikat ve kanun olduğu ifade ediliyor. Satır arasında da fıtrîlik-ilham arası ilişkiyi ifade sadedinde kendi döneminde fıtrata en yakın topluluk olan Arap halkının adını, fıtrattan uzaklaşmış diğer milletlerden daha önce zikreder. Acem lafzı, Arapça’da, Arap olmayan bütün milletler anlamında kullanılan bir ıstılahtır.
Cevşen’in 97. Bab’ının tamamında ilhamın Allah ile kulları arasında nasıl bir diyalog boyutu oluşturduğunu ise şöyle açar:
Ya men la yüşğıluhu sem’un an-sem’in
Ey bir işitme, kendisini diğer bir işitmeden alıkoymayan Zât-ı Semî’-i Mutlak,
Ya men la yemneuhu fi’lün an-fi’lin
Ey kendisi için bir iş diğer bir işe mâni olmayan Zât-ı Fâil-i Mutlak,
Ya men la yülhîhi kavlün an-kavlin
Ey bir söz, kendisini diğer bir sözden oyalamayan Zât-ı Mütekellim-i Mutlak,
Ya men la yuğallituhu süâlün an-süalin
Ey kullarının bir isteği diğerine cevap vermekte kendisini karışıklığa sevk etmeyen Zât-ı Mücîb-i Alîm,
Ya men la yübrimuhu ilhâhu’l-mülihhîn
Ey ısrarla istekte bulunanların ısrarı kendisini usandırmayan Zât-ı Habîb-i Rahîm,
Ya men şeraha bi’l-İslâmi sudûre’l-mü’minîn
Ey müminlerin kalplerini İslâm’la genişleten Zât-ı Fettâh-ı Selâm,
Ya men etâbe bi-zikrihî kulûbe’l-muhbitîn
Ey zikriyle, mütevâzı ve huşû sahiplerinin kalplerini lezzetlendirip hoş eden Zât-ı Zâkir-i Mutlak,
Ya men la yağîbu an-kulûbi’l-müştâkîn
Ey kendisine iştiyak duyanların kalplerinden kaybolmayan Zât-ı Karîb-i Mutlak,
Ya men hüve ğâyetü murâdi’l-mürîdîn
Ey kendisini arzulayanların en büyük ve son arzusu olan Zât-ı Maksûd-u Mutlak,
Ya men la yahfâ aleyhi şey’ün fi’l-âlemîn
Ey âlemde hiçbir şey kendisine gizli olmayan Zât-ı Lâtif-i Latîf,
Sübhâneke yâ la ilahe illa ente’l-Emânü el-eman hallısna mine’n-nâr.
Bütün kusurlardan münezzehsin, Senden başka ilâh yok! Emân ver bize. Bizi işitilmemek, bekletilmek, cevap verilmemek, anlaşılmamak, bıkılmak, darda bırakılmak, lezzetsizlik, kaybetmek, vuslata erememek ve görülmemek ateşlerinden kurtar.