İlim ve Hikmetle Dine Hizmette Bazı Kriterler[1]
Değerli kardeşim,
Bu konuya dair çok sayıda kriterler ve prensipler belirlenebilir. Fakat özün özü mahiyetinde veciz bir yazı kaleme alınacaksa şu şekilde ilmin 7 mertebesi gibi 7 temel madde sıralanabilir.
Birinci olarak "Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse/Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki/cehennemdeki yerine hazırlansın.”[2] hadisine dayanarak diyebiliriz ki, herhangi bir sahada beşerî birikim, Kur'an ve vahiylerin söyledikleri, hadisler, sahabe sözleri ve ihlaslı ulemanın beyanlarını bilmeden kalem ele alınırsa yazar açısından sergilenecek emek ve okuyucu açısından da bu şekilde yarım ilimle yazılmış eserleri de okumak maalesef hem yazan için hem okuyan için vakit zayiatı ve yüzeyde gezme olacaktır.
İkinci olarak "Siz takvalı olursanız Allah size öğretir” (Bakara suresi, 282) âyeti “Bildiklerinizle amel ederseniz Allah size bilmediğinizi öğretir "[3] hadisinin ışığıyla dersek, ilimde kısa zamanda yol almanın, derinleşme ve küllileşmenin yolu ibadetten ve ilmi sindirmekten geçer. İnsan, ömür boyu ve hatta ebedî hayatta da ilim elde etme yolcusudur. İnsanın ömür boyu günde “5 vakit namaz” ile mükellef kılınması, insanın ilim yolculuğu ile namaz arasında bir korelatif ilişki olduğuna ima ediyor. Namaz, ilmi sindirten manevi bir metabozlimadır, tespitini yapabiliyoruz. İlmi sindirmede tebliğ, zikir, aşk, cihad v.s. başka araçlar da bulunmaktadır.
Üçüncü olarak “Besmele”nin başındaki “Ba” harfinin hem “ile” hem “için” manasını da içermesi, her yapılan hayrın Allah için yapıldığının ilanı ve Allah'ın askeri olduğunun parolası hükmünde her işin başında çekilmesinin karinesiyle diyebiliriz ki, ihlas ile kalemi eline almak lazımdır. Yani
*Din gayreti,
*Vahye Allah'ın istediği tarzda muhatap olabilme iştiyakı,
*Kendi imanını kurtarma endişesi ve
*Başkalarının imanlarını muhafaza niyeti olursa
Böyle bir yazı ve sohbet hem kişinin kendisini terbiye eder, hem muhataplarının kalb ve ruhlarına nüfuz eder, hem nefis ve benliklerine sirayet eder. Fakat vahyin tezgâhına aklını teslim şarttır. Aksi takdirde âyetleri dengesiz aklıyla yontmuş olur. Bu ise dine hizmet ediyorum derken, dinsizlere destek hükmüne geçebilir. Bir ilim ve hikmet ehli, ezelî ve ebedî bir kanun şeklinde fikrini ispat edebiliyor ve kâinatta gösterebiliyorsa kişi yazı yazmalı fakat bazen tedbiren Üstad Bediüzzaman gibi okuyucuya “Hoşlanmadığın yere karışma” diye ikazda bulunabilir.[4]
Dördüncü olarak “Risale-i Nur kıyamete kadar kâfi bir rehber, üstad ve mürşiddir” hükmünü Üstad Bediüzzaman vermiş. O halde Risale-i Nurları okuyarak kendi imanlarını kurtarmaya çalışanlara düşen vazife Risalelerdeki meseleleri iman-islam-ihsan seviyesinde ilme'l-yakin, ayne'l-yakin ve hakka'l-yakin bilme, hissetme ve yaşamadır. Yaşayınca konuşmaya zaten gerek yoktur. Hilim, ilimden daha etkilidir. Kur'an’da halîm olarak tavsif edilen Hz. İsmail'in (AS), “resul” olması; alîm olarak vasfedilen Hz. İshak’ın (AS) “nebi” olması kâfi bir kriterdir.[5]
Beşincisi, eğer hiç kimseyi hak ve hakikat yolunda fedakâr, nefis ve benliğini aşmış göremiyorsak Üstad Bediüzzaman ve Şankaraçarya gibi, kendimiz bir yol başlatırız; tek başına da olsak ihlas, uhuvvet, tevazu ve gayret ile Hakk yolunda yürüme azmine gireriz. Bu manada başkasından himmet beklemeyiz. Bir kişide bu kudsiyet kumaşı olursa Allah zaten ona bir rehber gönderir. Ya şuhûdî dirilerden birini, ya gaybîlerden birini (Hz. Hızır gibi) veya ölülerden birini... Cevşenü’l-Kebîr duasında Hz. Peygamber (SAV) şöyle Rabbine hitap eder: “Ya mürşide men isterşadeh” (Ey gerçekten irşad olmak isteyenleri mutlaka rüşde erdiren Zât-ı Râşid-i Mürşid-i Mutlak!)[6] Talep kuldan, kabul O’ndandır.
Altıncısı, nefis-perestliği aşıp hak-perestliğe, şahsiyetçiliği aşığı ferdiyete, enaniyeti aşıp Hüviyete odaklı olma gibi bir ufkumuz ve azmimiz olursa, Rabbü'l-Âlemin bize kendi fikrî-hissî-cismânî kusurlarımızı gösterir. Kendindeki kusurları gören başkalarındaki bu tarz kusurları da görebileceği için her okuduğu yazıyla kişi artık sarsılmaz. Zihnen sıkıştığı durumlarda ise, vahyin mutlak nurunda devâsını ve şifasını bulacağını bilir, arar ve bulur. “Ve nünezzilu mine'l-Kur'ani mâ hüve şifaun ve rahmetün li'l-müminîn” (Biz Kur’an’dan öyle bir hakikat ve hak peyderpey indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa, bir rahmettir)[7] âyeti her asra, her kişiye, her hastalığa bir şifa ve devânın Kur'an balında bulunduğunu beyan eder. Bu şifa-yı kâfi ve devâ-yı vâfinin ihtiyaçlara göre rahmet semasından tenzil edildiğini de bildirir. Dert bizim, deva Allah'ındır.
Yedincisi, kendi başına yürüyemeyen, destek alır. Şefaat kanunu zaten budur. “Zaman cemaat zamanıdır” esprisi burada saklıdır. Aklın yetmiyorsa, bütün kardeşlerinin aklıyla bak; kuvvetin yetmiyorsa onların takvasıyla kuvvetlen... Eğer biz, 11 veya 111 veya 1111 oluşturup dine hizmet etmezsek Allah bizi önce,
*Kendini beğenmiş ve kimseyi beğenmeyen “1” yapar. “Ucub kadar ürkütücü yalnızlık yoktur"[8] hadisi bu ürpertici, karanlık yalnızlığı ifade eder.
*Sonra kendini “1” zanneden için boş bir “O” (sıfır) oluruz. Malumdur ki sıfırın Arapçası “.” (Nokta)dır. 1, “elif” iken; nokta ve sıfır, “zerre”dir. Ba harfi, bu ikisinden meydana gelir. Eğer ihlas ve Allah rızasını hedeflemeyerek elifliği, hakikatle ve Allah ile ülfeti kaybedersek nokta gibi maddî bir “zerre”den ibaret oluruz. Haberimiz bile olmaz...
Bu yüzden Üstad Bediüzzaman dine hakiki manada hizmet için “3 eliften 111 elde eden sırr-ı ihlası kazanmaya muhtacız ve mecburuz” der.[9]
Allah'a karşı sıdk ve ihlas ile gerçek bir duruş ve vaziyet elde eden birini Allah kendi dininde istihdam eder. Biz, kalitemizi ihlas, takva ve ibadetlerle artırdığımızda zaten her şey rayına oturur. Fikir herkeste var. Fakat nurlu ve feyizli fikir herkeste değil Şankara'nın dediği gibi “Atman” (Ehad) ve “Brahman”a (Samed) çok ibadet edenlerde olur.[10] Bizde nur ve kudsiyet olduktan sonra her sözümüz başkasına bir iman ve islamiyet yansıması ve telkini olur, kanaatindeyim.
Gayret bizden muvaffakıyet Allah'tandır.
[1] Sırf akıl ve ilimle yol almaya çalışan bir kardeşimize hitaben yazılmış notlardır. Bu nazarla yazıya bakılması rica olunur.
[2] Tirmizî, bu hadisin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, tefsir, 1).
[3] İbn Teymiyye, İman Üzerine (İmanü’l- Evsat Risalesi), çev. Salih Uçan, İstanbul 2002, s. 264.
[4] Sözler, Lemeat, Mukaddime.
[5] Bkz. Meryem suresi, 54 ve Saffat suresi, 112.
[6] Cevşenü’l-Kebir, 30. Bab, 6. Ukde.
[7] İsra suresi, 82.
[8] Kudai, Şihâbü’l-Ahbar.
[9] İhlas Risalesi, 21. Lem’a, 2. Düstur.
[10]Bkz. Şankaraçarya, Tefrik Etme Hazinesi.