Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-23
Kasas suresi 68. âyet ile Rabbimiz diyor ki: “Rabbin, dilediği şekilde halk eder, dilediği hilkati seçer. Fakat sizin bu konuda seçme hakkınız yoktur. Allah sizin Kendisine koştuğunuz ortaklardan münezzeh ve mukaddestir; böyle fikir ve tasavvurlardan da yücedir.” Bu âyet, hilkati noktasında, mahlukatın seçme özelliği ve hakkı olmadığını çok net bildiriyor. Bu hakikat o kadar zahir ve o kadar kat’î ve keskindir ki, “mugayyebat-ı hamse” ünvanıyla yad edilir olmuştur. Bu hakikat, canlılar hakkında geçerli olduğu gibi, meydana gelecek bulutun şekli, yağacak karın miktarı ve kar tanelerinin sayısı v.b. meseleler gibi bütün cansızlar hakkında da caridir. Fakat canlılar ve özellikle insan hakkında bu hakikat, bulutsuz bir öğle vakti, gökyüzünün güneşi gösterdiği gibi net şekilde Hakikat Güneşi’ni, Onun meşiet ve ihtiyarı ile berrak bir surette gösteriyorlar. Bu mevzuda ağız açmak, başka nesneleri ve özellikle yıldızları, Allah’ın Halıkıyet ve Hallakıyetinde ortak tasavvur etmek tam bir cehalet ve tam bir gaflettir. Çünkü kendisinde ihtiyar bulunmayan bir nesnede, başka bir nesneye belirli bir miktar ve şiddet dahilinde tesir edebilmesi şeklinde bir ihtiyarı gösteren vasıf ve özellik bulunması, o nesnenin Muhtar-ı Hakîm ve Fâil-i Rahîm bir Zât-ı Zü’l-Celal’in hizmetkarı, ihtiyarının yansıdığı bir aynası olduğunu gösterir. Tevhid-i İrade ve İhtiyar’ı göremeyen kişi, tesir ve ihtiyar sahibi gözüken her nesne ve kişiyi O Zât-ı Fâil-i Muhtar-ı Hakîm’e ortak zanneder.
Bu veciz ve mu’ciz âyet bu tarz eksik ve kusurlu fikirlerin, zihin noktasında alçak ve küçük, yükselmekten âciz kişilerin eseri olduğuna “Teâla” ifadesiyle işaret ediyor.
Nübüvvet ve Salat, Risalet ve Selam
Ahzab suresi 41-47 âyetler يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا (41) وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَأَصِيلًا (42) هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا (43)
(Ey imanla tanınanlar! Allah’ı sınırsız şekilde bir zikirle zikredin, unutmayacak şekilde hatırlayın; bu hatırlama size hayat versin! Sabahın erken saatlerinde ve akşam vaktinde Onu tesbih edin; Onun kusursuz ve eksiksiz olduğunu gece ve gündüzün başlangıcında ilan edin. O öyle bir Zât ki, sizin üzerinize Kendisi salâtta bulunmakla tanınır. Ki Onun salâtı, sizi zulmetlerden nûra çıkarmak içindir. Onun melekleri de size, sizin zulmetlerden nura çıkmanız için salâtta bulunuyorlar. O Zât, müminler için Rahîm’dir, Rahîmiyetle muamele edicidir.)
Ahzab suresinin bu 43. âyeti aynı surenin 56. âyetiyle beraber okunduğu zaman görünür ki, Allah’ın ve meleklerinin salâtı, “Nübüvvet ve iman ehli üzerindedir. Allah ve melekleri her müminin karanlıklardan nura çıkmasını isterler. Hem bu talepte devam üzeredirler. Bu, din dairesinde bir manevi kanun ve sabit hakikattir” diye bildiriyor.
Hem bu âyetler “Hakiki iman, kulu emniyete erdiren; kulun emniyeti ihlal edici yapılarını kıran ve temizleyen nurlu imandır. Bu nura ermekle o kul artık emîn ve mü’min olur. Başkaları onun elinden ve dilinden kendini emniyette hissederler” diye sabit bir hakikati de bildiriyorlar. Bu seviyeye gelen bir mümin için Yasin suresi 58. âyette bildirilen “Selâm-ı Rabb-ı Rahîm” tahakkuk eder, diye hemen arkadaki 44. âyet bildiriyor.
تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ وَأَعَدَّ لَهُمْ أَجْرًا كَرِيمًا (44) يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا (45) وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُنِيرًا (46) وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِأَنَّ لَهُمْ مِنَ اللَّهِ فَضْلًا كَبِيرًا (47)
(Onlar için hayatlanma hediyesi olarak lika gününde “Selâm” vardır ve onlar için ecr-i kerîm hazırlanır. Ey nebî, ey gaybdan iman hakikatlerini getiren zât! Biz seni şâhid, mübeşşir ve nezîr olarak gönderdik. Ve sen Onun izniyle Allah’a davet edici, bir sirâc-ı münîrsin. Müminleri müjdele. Onlar için Allah’tan fadl-ı kebîr var.)
Bu âyetler Hz. Nübüvvet’i (ASM) “münîr” (Nur verici; yani emniyet verici; yani Mü’min) olarak nazara veriyor. O “Nur verici; kullara Emniyet Verici bir Kandil’dir” diyor. Kandilden kasdettiği, “ay”dır. Yani nübüvvet makamı, “bedr-i münevver” olma makamıdır. Bu manada
*Mü’min, emniyet hizmeti yapana denilir.
*Müslim de, selamet hizmeti yapana denilir.
*Muhsin de, hüsün ve hasenat hizmeti yapana denilir.
Nura ermekle emniyete ermeyen, emniyet veremez, mümin olamaz.
Kudsiyete ermekle selamete ermeyen; selamet veremez, müslim olamaz.
Bu manada nübüvvet, iman hizmet yapar. Bunu yapan kişinin “şâhid-i hakk” olması; hak bir ebedî hakikat olan “Cennet” ile müjdeleyici ve yine hak bir daimî hakikat olan “Cehennem” noktasında uyarıcı ve korkutucu olması sıfatları vardır. Bu iman hizmetçisi, “müminler hakkında fadl-ı kebîr ile müjdeleyicidir.” Ki bu fadl-ı kebîr, Cennet’tir.
Nur Almış ve Nur Verici, yani Nûr ve Münîr olan bu Zât (ASM), Allah’a davet eder. Yani Zât-ı Nûru’l-Envâr’a… Hem kendi ruhunda O Zât-ı Nûru’l-Envârın cilvesini taşır, bir lem’a olarak da şefkatiyle o nuru kullara yansıtır.
Cennette Bıkkınlık ve Yorgunluk Olamaz!
Fâtır sûresi 34-35. âyetlerin bildirdiği üzere “Cennette, üzüntü, yorgunluk ve usanma yoktur.”
*Cennette kaybetme yoktur ki, hüzün olsun.
*Hem Cennette güç ve kuvvetten düşme yoktur ki, yorgunluk olsun.
*Hem Cennette her şey güzel, iç açıcı, her cihette tatmin edici ve heyecan verici olduğundan ve çocuksuluk olmadığından usanmak da yoktur.
Evet, usanmak ve bıkmak manasına gelen kelimenin “LEĞABE”; oyun ve oynamak kelimesinin “LEABE” köklerinden gelmesi ve bu iki kök arasında sadece bir üst nokta farkı olması işaret eder ve bildirir ki, oyun ve oyuncaklar bir süre sonra bıktırır, usandırırlar.
Baki ve sermedî Cennet hayatı ise ciddiyet, hakikat, lüzumluluk ve manalılık üzere kurulduğundan hem akla, hem kalbe, hem ruha, hem vicdana, hem nefse de hitap ettiğinden bıkma ve usanmaya mahal kalamaz.
Kur’an Surelerinin ve Âyetlerinin Birbirlerini Tefsiri
Saffat suresi 6. âyet, Mülk suresi 5. âyeti tefsir ediyor. Çünkü Mülk suresi 5. âyet “Andolsun Biz, dünya semasını veyahut en yakın semayı misbahlarla tezyin ettik” diyor. Saffat suresi 6. âyet ise şöyle diyor: “Biz dünya semasını veyahut en yakın semayı kevkeblerle süsledik.”
Kevkeb, güneşin etrafında deveran eden seyyare, gezegen demektir. Kevkebleri, gece vakti gökyüzünde parıldayan diğer gökyüzü nesnelerinden ayıran hususiyet ışıklarının sabit gözükmesi, yanıp sönmemesidir. Onlar bu halleri ile, “misbah” (lamba) gibidirler.
Bu noktadan Mülk suresinde Allah onları “misbah” olarak bildirir. Saffat suresinde ise, “O misbahlar, nücûm değil kevkeblerdir” diye o âyetin nasıl anlaşılması gerektiğini ifade eder.
İhlas ve Birr, Muhabbet ve Hayr Bağlantıları
Saffat suresi 40-48. âyetler arası “Muhlas” kullara verilecek Ahiret hayatını bildiriyor. Muhlaslar için vaad edilen cenneti “Naîm Cenneti” olarak gösteriyor. İnfitar suresi ise, Naîm cennetine gidecek grubu “Ebrâr” olarak gösteriyor. Bu noktada “birr” ve “hulûs” arasında bir karşılıklı geçiş düşünülebilir ve bir işaret vardır, diyebiliriz.
Birr, saflaşma, manevi duruluk, berraklık, kirlerden arınmışlık manasına gelir. İhlas da, manevi hastalıklar, kayıtlar ve manilerden kurtulmak, ruhu özgürleştirmek demektir. Bu açıdan ihlas, “manevi takva” dır. Birr ise, manevi takvanın neticesi olan temizlik, duruluk ve parlaklık halidir. Yani muhlas olan, ebrâr olur. İhlas ve birr, bir yükseliş ve bir mi’ractır. Uhuvvet ve muhabbet ise, bir nüzuldür. İhlas, gayb âlemlerinde yol almak “Gaybu’l-gayb” a aşina olmaktır. Uhuvvet ve muhabbet ise, şehadet âlemine “kudsiyet” ile dalmak ve külliyetle şehadeti yaşamak demektir.
İhlas, “birr” e vesile olduğu gibi; uhuvvet ve muhabbet de, “hayr” a vesile olur. Uhuvvet ve muhabbet ile kişi, Allah’ın en sevdiği kullar olan “Ahyâr” kullar sınıfına girer.
Muhlas Kulların Cenneti ve Hurilerin Hakikati
Saffat suresi 48-49. âyetler muhlas kullara Cennette verilecek eşler olan hurileri şöyle ifade eder: “Onlar bütün kalpleri ile kocalarına odaklıdırlar. Gözleri başkasını görmez. Kocalarına âşıktırlar. Hatta onlar bu manada saf bir göz, katıksız bir öz halindedirler. Yani bütün benlikleriyle kocalarını severler. Öyle ki onlar saklı yumurta gibidirler. Nasıl yumurtanın parlak ve beyaz kabuğunun içinde kırmızımsı bir sarı görüntü olan özü vardır. Bu öz, semadaki güneşe benzer. Aynen öyle de huriler hakikatleri ve zâtiyetleri itibariyle, Şems-i Hüviyet’ten bir cilveyi taşırlar. Onların öz ve kendiliklerinde, Zât-ı Hakk, muhlas kullara Kendi cemalinin cilvesini ve meveddetinin tecellisini gösterir.”
Hurilerin kalbinden akan sıcak sevgi, yoğun ilgi; dillerinden akan tatlı kelam, zevkli sohbet aslında huri aynasından Kendini gösteren Şems-i Hakk’ın Vedûdiyet tecellisidir.