Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-19
Nur suresi 2-3. âyetler “zina” suçu, “dört” veya daha fazla şahid ile bizzat görülen kişilerin cezalandırılmasını anlatıyor. Diyor ki, “Bu kadın ve erkeğe, cildlerine çarpacak, canlarını yakacak 100 sopa vurun. Lezzet için çiğnedikleri hududların keskin kılıcıyla nefisleri acı çeksin. Bu cezayı uygularken, onlara acımayın; fakat düşmanlık da hissetmeyin. Bu ceza müminlerin tamamı tarafından olmasa da belirli bir grubunun şahitliği huzurunda olsun, cezanın infaz edildiğini gözleriyle görsünler, çıkan sesleri ve çığlıkları kulaklarıyla duysunlar.”
Sonra böyle zina suçu tesbit edilen, devlet sicillerine ismi geçen, toplumun bir kesimi tarafından zinakâr olduğu bilinen ve dolayısıyla toplum içinde cürmü ilan edilen bir kadın ve erkeğin ceza sonrası hayatlarında düzelme olsun veyahut olmasın evlilik meselesi nasıl olacak, sorusunda âyet diyor ki: “Muhsan ve muhsane olan, yani harama girmeyen veyahut girdiği dört şahidle tesbit edilmemiş kadın ve erkeklerin bu zinakârlarla evlenmeleri haramdır. Bu zinakârlar, yalnızca zina edenlerle veyahut şirk ehli ile evlenebilirler.”
Bu iki ayet, zina cezasının caydırıcılığını en üst safhaya kadar çıkartıyor. Bakara suresi 221. âyette beyan edildiği ve bildirildiği üzere, kadın veya erkek bir müminin bir müşrik erkek ve kadın ile evlenmesi haramdır. Fakat böyle zinacıların şirk ehli ile evlenmelerine bir ceza olarak izin veriliyor. Sanki deniliyor ki: “Siz de onlar gibisiniz.” Bundan daha beter bir ceza bir mümin için düşünülemez. Aynı zamanda bu âyet bir sosyal temizliği de ifade ediyor: “Zina eden zina ettiği kişi ile evlensin. Bulunduğu muhitten taşınsın. Böylece tanınmadığı bir memlekette eşi ile yaşasın. Veyahut bu tarz tescilli zinakârlarla evlensin de onlar sahipsiz ve ortada kalmasınlar. Böylece toplumda fuhuş yuvası hükmüne geçecek evler ve fahişeler türemesin.”
Bu ince nokta gerçekleşebileceği için ve şehvet bir fıtri ihtiyaç olduğu için böyle zina ile ortada kalmış, sahipsiz duruma düşmüş, şehvetiyle tekrar harama yönelecek bir kadın ve erkeğin zinakâr müminlerden bulamazsa hiç değilse “müşrik ve müşrike” biriyle evlenmesine âyet izin veriyor. Ta ki toplum içinde fahişelik yapan kadınlar, fuhuş yuvaları ve namuslu kadınları yoldan çıkartıp sağlıklı aileleri yıkan zinacı erkekler ve onların pislikleri yol bulmasın. Bu bir “ehvenü’ş-şer” kaidesidir. Buradaki sınırlar, hukuk noktasında yapılan tesbite dayanmaktadır.
Dikkat edilirse zinakâr bir kadın veya erkek iffetli bir cariye ve köle ile evlenemezler, şeklinde satır arasında bir mesaj bulunmaktadır.
Bu âyetlerdeki had cezası, “bekarların zinası” hakkındadır.
İslam’ın Zina Suçuna Ceza Sistemindeki Mucizevi Yapı
Nur suresi 2-10. âyetler zina suçu ve hukuki süreç noktasında zincirleme olarak meseleyi şöyle ele alıyor: Ya suç bizzat dört veya fazla şahidle bizzat görülür. Bu durumda cürüm, hukuken sabit olur; devletçe tescillenir. Suçluların suçları ilan edilir. Sonra kadın ve erkeğe, mümin bir grup huzurunda 100 celde vurulur. Sonra hukuki süreç, bu kişilerin namuslu kişilerle evlenme konusunda yasaklamasıyla; ancak zina eden ve müşrik kişilerle evlenebilmesi ile ömürleri boyu devam eder.
Eğer dört şahidi olmayan biri eğer kadının eşi değilse, “Falan kadın zina etti” diyorsa bu durumda suç hukuken sabit olmaz. İddiada bulunan kişi, dört şahid gösteremediği için velev ki hakikaten zina olsun, hak noktasında o kadın zinakâr sayılamaz. İddiada bulunan da “yalancı şahid” konumuna düşüp kendisi suçlu olur. Çünkü devlet nazarında o kadının masumiyeti ve muhsanlığı esastır. Bir kadının muhsanlık kalesi dört şahidin bizzat fiil üzere görmesi ile yıkılabilir. Bunun haricinde kocası haricinde birinin iddiası, isterse bin kez yemin etsin, kadını mücrime kılamaz. Ağzını açan kişi, 80 celde yer. İddiasından vazgeçmediği, yaptığı hatadan tövbe etmediği sürece mahkemelerde herhangi bir hukukî davada şahidliği kabul edilmez. Eğer tövbe ederse ve halini ıslah ederse Allah, Gafûr ve Rahîm’dir. Yani bu şartla, mahkemede şahidliklerini kabul edebilirsiniz. Islah-ı hal şart…
Eğer eşinin zina ettiğini gören, yalnızca kocası ise ve kocası bunu devlete şikâyet ediyorsa ve kadın bu iddiayı yalanlıyorsa o vakit “mülaane” yapılır. Adam dört defa yemin eder; bu dört yemin dört şahidlik hükmüne geçer. Beşincide ise “Eğer yalancılardansam Allah’ın laneti benim gibi bir şeytanın üzerine olsun” der. Kadın da dört defa yemin eder; bu da beraatine dair dört şahitlik hükmüne geçer. Beşincide ise “Eğer yalancılardansam Allah’ın gazabı benim gibi münafıklaşan ve müşrikleşenin üzerine olsun” der. Bu şâhidlik, kadından ve erkekten de cezayı kaldırır. Cezaları, Allah’ın gazabı ve laneti olarak tahakkuk eder.
Bu şekilde hukuk noktasında Kur’an, mucizevi bir tasnif ile bütün gedikleri kapatır. Aile hukukunu, sosyal hukuku ve ferd hukukunu muhafaza ve müdafaa eder.
Bekârların zina cezasının had cezası “100 celde”, muhsan ve muhsanelerle evlenilmesinin yasaklanması şeklinde olması; evli erkeğin dört şahidi olmamasına rağmen eşine zina isnadında bulunmasında “Allah’ın lanetine uğramayı göze alarak lianı kabul etmesi” ndeki ebedî hayatı mahvedecek detay gösteriyor ki, evli iki kişinin dört şahitle ispatlı zinasının cezası çok daha büyük ve çok daha caydırıcı olmalıdır. Kıyas-ı evlevî tarikiyle bu sonuca varılır. Çünkü fiilen zinada, bekar kişiler, evlendirilerek zina mahsulü çocuk evlilikle meşru çerçeveye alınabilir. Fakat evli olmalarına rağmen başka evli kişilerle zina eden kişilerin zinaları evlendirilemeyecekleri için temizlenemeyecektir. Doğması muhtemel çocuk ise bu durumda muazzam mağduriyetler yaşayacaktır. Bu cihetten İslam ve semavi hukuk, evlilerin tescilli zina suçu sonrasında onlara “hayat hakkı” tanımaz. Hz. Peygamber (SAV) bu cihetten kendi döneminde başta vicdan azabından dolayı kendilerini ihbar eden Maiz bin Mâlik el-Eslemî ve Sübey’a el-Ğamidiyye (R.Anhuma) gibi evli zinakârları recmettirmiştir. İbn-i Hacer el-Askalanî el-İsabe isimli sahabeleri isim isim ele aldığı kitabında Hz. Peygamber (SAV) döneminde meydana gelmiş, had cezasıyla cezalandırılmış 5-6 vaka sayar. Bu cihetten İslam hukukunda recm şeklinde bir had cezası net olarak vardır.
En azından Hz. Peygamber (SAV) “İslam devleti başkanı” kimliğiyle bir siyasi karar olarak İslam devletinde evlilerin zinası konusunda içtihadını belirtmiş ve düzenli olarak uygulamıştır, denilebilir. Ki Hz. Peygamber’in (SAV) kararları İlahi vahyin nezareti altında bulunmaktaydı. Muhtemel hatalar konusunda şiddetle uyarılıyordu. Zeyneb bint-i Cahş ile evliliği konusunda “kendisine danışılmadan” hakkında İlahi karar verilmişti. Elbette ve elbette “bir insanın hayatının sona erdirilmesini bütün insanların öldürülmesi olarak” gören bir semavi şeriatte elbette ve elbette recm cezası gibi öldürücü bir cezanın uygulanması konusunda vahy-i sarihî olmasa da, vahy-i zımnî olması aklen zaruridir. “El-yevme ekmeltü lekum dînekum” diyen bir mukaddes kitapta böyle muazzam bir konuda belirsizlik olması kendi içinde büyük bir açmaz ve eğrilik olurdu. Oysa Kur’anın vurguladığı üzere “Bu Kur’anda hiçbir eğrilik yoktur.”
İfk Hadisesinin Hikmetleri
Nur suresi 11. âyet: “İfk hadisesini şer olarak görmeyin bilakis o hayırlı bir olaydır” diyor. Aslında İfk Hadisesi çok sancılı bir süreci netice veren bir hadise ve bir iftiradır. Fakat hayırlara vesile olmuştur. Hem iftiraya uğrayan Hz. Aişe’nin (R.Anha) “masumiyet ve sadakati ebediyyen tescillendi.”
Hem zina hukukuna dair âyetler, geldi; İslamın bir hükmü daha anlaşıldı.
Hem insanların iç dünyaları test edildi. Bu test ile herkes kendisinin nefs ve kalbinin temizlik derecelerini görebildi. Bu hadiseyle imtihan fırınına girdiler; dünyevilik toprakları yandı. İçlerindeki cevherler açığa çıktı. Zoraki bir nefis tezkiyesi, kalb tathiri yaşadılar.
Hem bu tarz hadiselerde yapılması gereken tavırları öğrendiler.
Hem İslam’ın aileler arası ilişkilerdeki, aile içi ferdler arası ilişkilerdeki ölçüleri öğrenildi ve bilindi. Yani vak’a külliyen hayır oldu.
Bu ayetler ışığında diyebiliriz ki: Her insan da kendi hayatında böyle can sıkıcı hadiselerle karşılaştığında “Bakalım Allah hangi hayırları bu yakıcı çorba ile gönderdi” demeli… Hadiselerin cereyanını dıştan seyretmeli, Allah’ın azametini görmeli…
Kirli Kadınlar ve Kirli Erkekler, Temiz Kadınlar ve Temiz Erkekler
Nur suresi 26. âyet ile Allah der ki: “الْخَبِيثَاتُ لِلْخَبِيثِينَ وَالْخَبِيثُونَ لِلْخَبِيثَاتِ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّبِينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِ أُولَئِكَ مُبَرَّءُونَ مِمَّا يَقُولُونَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
(Habîse kadınlar, habîs erkekler içindir; habîs erkekler de habîse kadınlar içindir. Tayyibe kadınlar tayyib erkekler içindir; tayyib erkekler de tayyibe kadınlar içindir. O tayyib ve tayyibeler, iftiracıların dediklerinden uzak ve müberrâdırlar. Onlar için mağfiret ve rızk-ı kerîm vardır.)
Kur’anda habîs kelimesi, ruh ve mana cihetiyle kirli, kötü kokulu ve pis olan şeyler için kullanılır. Tayyîb ise, ruh ve mana cihetiyle hoş, güzel kokulu ve temiz olan şeyler için kullanılır. Bu manada bu âyet diyor ki, ruhen kirlenmiş, pis ve kötü kokulu olan kadın ve erkekler birbirleri için vardırlar. Ruh ve mana cihetiyle hoş, güzel kokulu ve temiz olan kadın ve erkekler de birbirleri için yaratılmışlardır. Küfüvlük meselesinde bu yön nazara alınmalıdır ki, bir taraf diğer tarafı karartmasın. Zaten küfüv meselesinde, esas yön dindarlık keyfiyetidir.
Âyetin kadınları öncelikli olarak sunması, kadının erkek için var olan bir nimet olması ve faydalanma aracı olmasından dolayıdır. Kadın bir çiçektir; erkek ise, bir arıdır. Bu çiçek hoş kokulu ise, hoş kokuyu seven arı gibi böcekler o çiçeğe yönelirler. Eğer bu çiçek kötü kokulu ise, ona da kötü kokudan hoşlanan karasinekler yönelirler.
Bu âyet aynı zamanda, erkeklerin nazarlarının kudsiyet ve nefsaniyetini belirleyen ölçünün kadınların yapısı olduğunu gösterir. Kudsî nazar, kadına nazar ettiğinde onun nazarı “arı” gibi olur; hikmet balı üretir. Üstad Bediüzzaman’ın Sözler kitabının 32. Söz, 3. Mevkıf’ında izah ettiği gibi… Nefsânî ve pis nazarlar ise, “karasinek” gibi olurlar.
Zinanın Başlangıcı Nedir?
Nur suresi 30. âyet, “Zinanın başlangıcı, görmedir” diye uyarıyor. Göz, görür; gönül, beğenir; şeytan, süsler; nefis, ister. Sonra zina olur.
Hem âyetin devamı diyor ki: “Zinaya gidişte, beğenme sonrasındaki sun’î, sanatlı, karşı tarafı etkileme amaçlı konuşma ve fiilleriniz olacaktır. Allah sizin bu kendini güzel gösterme ve etkileme amaçlı fiil ve sözlerinizden haberdardır. O fiilleri siz istersiniz, O ise yaratır. Fakat vebali sizedir.”
Hem bu âyet, görmenin, nefisleri kirlettiğini veyahut nefisteki pisliği açığa çıkardığını bildirmek için “ezkâ” (nefis noktasında daha pak ve temiz) ifadesi kullanır. Ahzab suresi 52. âyet ise “Ey iman edenler, peygamber hanımlarından bir şey isteyeceğiniz zaman perde arkasından bir şey isteyin. Bu hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır” der.
Haram nazar, nefsi kirletir, tezkiyeye ihtiyaç hâsıl olur; aynı zamanda kalbi kirletir, tathire ihtiyaç hasıl olur. Göz takvası ise, kişinin iç dünyasını kirlenmekten korur. Eskiden kalma kirleri de verdiği feyizle temizler. Kişi Nur-u İlahi’ye mazhar olacak bir göze kavuşur. Ki zaten Nur suresi 34. âyet “Nur” âyetidir. Bu açıdan göz takvası ile “feraset” arasında yakın bir ilişki vardır, sonucuna ulaşabiliriz.
Nûra Mazhariyetin Şartı
Nur suresi 40. âyet der ki: “وَمَنْ لَمْ يَجْعَلِ اللَّهُ لَهُ نُورًا فَمَا لَهُ مِنْ نُورٍ
(Allah kim için, nur kılmamış ve yapmamışsa, onun için bir nur olamaz.) Bu âyet gösterir ki, kul kendi gayretiyle nura erişemez. Ancak Allah onu nura eriştirir. Bu nura erişmenin kesbî yönü ve altyapısı, önceki ayetlerdeki harama nazar noktasındaki takvadır. Nasıl ki kirli kalplere, birer nur olan Kur’an manaları açılmaz ve gelemez. Aynı şekilde, kirli gözlere de birer nur olan İlahî tecelliler görünmez ve gelemez. O, “Nur ayetini” yaşayamaz. Her şeydeki İlahî nuru temaşa edemez.
Mahlukatın Salât ve Tesbihi
Nur suresi 41. âyet “أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ
(Göklerde bulunan şuurlu kişilerle, yerde bulunan şuurluların ve saf saf uçan kuşların Allah’ı tesbih ediyor olduğunu görmez misin? Onların hepsi kendi salât ve tesbihini bilir. Allah da onların salât ve tesbihlerini yapmalarını bilir.) Yani melekler, ruhaniler, cinler, bütün insanlar ve kuşlar fıtratları itibariyle salât ve tesbihlerini biliyorlar. Bu, ism-i Latîf itibariyle bilmedir.
Bütün mahlukatın bütün hareketleri, birer tesbihtir; onların yüzmesi, Allah için ve Onun tenzih ve takdisi içindir. Bütün şuurlular ve şuursuz canlılar (kuşlar gibi) fıtratlarına göre hareket ettiklerinde bu hal, ism-i Habîr noktasında bir ilmi gösterir.
Âyette Allah’ın “Alîm” olarak kendini bildirmesi gösterir ki, “Allah, onları batındaki fıtratlarıyla ism-i Latîf noktasında, zâhirdeki fıtrî fiilleriyle hareketleri noktasında ism-i Habîr itibariyle onları bilmekte ve ihata etmektedir.”
Hamd ve Salât İlişkisi
Nur suresi 41. âyet “Her şey salat ve tesbihini bilir” diyor. Âyetteki “salât”, “Hiçbir şey yoktur ki hamd ile tesbih ediyor olmasın” âyetinin bildirdiği üzere ve bu âyette tesbih ayrıca vurgulandığından dolayı, “salât” “hamd” manasına gelir, diyebiliriz.
Hakiki Tesettürün Şekli
Nur suresi 60. âyet “Döllenme umudu kalmamış yaşlı kadınlar, ziynet yerlerini göstermeksizin üst elbiselerini çıkarabilirler. Fakat eğer iffetli olmak isterlerse bu daha hayırlıdır. Allah, her şeyi işiten ve her şeyi bilendir” der.
Bu âyetteki “siyab” tabiri, normal giysi olarak anlaşılırsa, yaşlıların elbiselerini çıkarabilecekleri ve çıplak dolaşabilecekleri manasına gelir. Bu ise, Kur’an’a % 100 zıttır. Burada kasıt dış örtüdür. Ki, bu örtü kadının ziynet yerleri olan vücud hatlarını örten ve belirsiz kılan normal elbisesinden ötede bir elbise demektir. Yaşlılar, bunu çıkartabilirler fakat iffet ve takva daha hayırlıdır, diye Allah ifade ediyor. Demek ki hakiki tesettür, kadını, toplum içinde cazip kılmayan bir kıyafet tarzıdır. Kadının cazibesi, yalnızca eşine karşı olmalıdır. Tâ ki âyetin de işaret ettiği üzere döllenme olsun ve çocuk dünyaya gelebilsin.