Alfred Adler’in bu kitabını okuduğum süreç esnasında, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunu olan öğretmen bir arkadaşımı rüyada görüyorum. Kendisine diyorum ki:
“Aşağılık kompleksi, insanın nefs-i emmâresinden kaynaklanan bir hastalıktır.”
Rüyanın öğrettiği sistematik yapı itibariyle diyebiliriz ki, üstünlük kompleksi de insanın enâniyetinden (benlik, süper-ego) kaynaklanan bir hastalıktır.
Nefs-i emmâre, psikolojinin diliyle id, maddeci, hırslı, aceleci, görme odaklı, peşin lezzetlere tutkun olduğundan onun dünyasında “kudret” (güç) merkez-değerdir. Benlik ise, soyutluk, farklılık, özel olma, endişe, duyma odaklılık, acıya duyarlılık gibi boyutları olduğundan onun dünyasında “ilim” (bilgi) merkez-değerdir. Nefis, görünmek ister; benlik, duyulmak ister. Nefs-i emmare paraya, servete, iktidara, güçlü kişilere değer verir. Benlik ise, akla, bilgili kişilere, okumaya, düşünceye değer verir.
Bu temel bilgiler ve rüyanın ışığında Kur’ana baktığımızda aşağılık kompleksini, “münafık” larda görüyoruz. Kur’an aşağılık kompleksini “zillet” (eziklik, gölge gibi toplumsal manada siliklik) olarak isimlendirir. Münâfıkların kalplerinde, bir dayanak noktası mahiyetinde İlâhî kudrete iman olmadığı için, maddi imkânlar, servet ve iktidara değer veriyorlardı. Bu manada Medine toplumunun fakir fukarasını, dindarlığı bir geçim kaynağı olarak gören birer asalak olarak algılıyor, onlara sadaka ve infakta bulunulmasını istemiyorlardı.[1] Kudret ve iradenin birleşkesi, iktidar ve izzeti doğurduğundan, kendi fıtratlarındaki zilleti gidermek için daima “izzet iddiası” nda bulunuyorlardı: “ Bir de kalkmış münâfıklar ‘Andolsun ki, Medine'ye döndüğümüzde izzetli olanlar zelil olanları oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlar. Hâlbuki izzet ancak Allah'a, Resulüne ve mü'minlere mahsustur. Fakat münafıklar bunu bilmezler.”[2]
İnsan fıtratı acz ve fakr merkezli bir yapıdadır. Bu iki yönden dolayı geçmiş zaman, insan için hüzün mahzeni, gelecek zaman ise korku ormanıdır. Aşağılık kompleksinin acz merkezli hali, zillet psikolojisi iken; fakr ve ihtiyaç merkezli hali ise “meskenet” (miskinlik ve dilencilik) psikolojisidir. Bu manada Kur’an dünya hayatını bütün hedefleri haline getiren, seçilmiş millet olma iddiasıyla üstünlük psikolojisine giren Yahudilerin zillet ve meskenet darbesi yediğini, bu 2 yönlerinin insanlık dünyasında bir “darb-ı mesel” (atasözü) haline geldiğini ifade eder. Bunun sebeplerini ise âyetle şöyle ifade eder:
“Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet (damgası) vurulmuştur (kurtulamazlar) Meğerki Allah’ın ipine ve insanların (mü'minlerin) ahdine (sığınmış) olsunlar. Onlar döne dolaşa Allah’ın hışmına uğradılar. Üzerlerine de bir miskinlik damgası vuruldu. Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini inkâr ile kâfir olmuşlar, peygamberleri haksız yere öldürmüşlerdi. (Bir de) şudur: Çünkü onlar isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi.” (Âl-i İmran suresi, 112.)
Üstünlük kompleksi, bilgi noktasında kendini gösterir. Kur’anda bunun adı “kibir psikolojisi” dir. Model olarak Kur’an, İblis’i gösterir. İblis, eşyanın isimlerini bilme imtihanı esnasında bütün meleklerle beraber Hz. Âdem’in (AS) karşısında mağlup düşer. Sonrasında Allah, Hz. Âdem’e secde emri verilince İblis secdeden kaçınır. Bu noktada Kur’an süreci şöyle ifade eder:
“Sad suresi ﴾70﴿ Hani, Rabbin meleklere şöyle demişti: "Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım."
﴾71﴿ "Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin, secde edin."
﴾72﴿ Derken bütün melekler topluca saygı ile eğilip secde ettiler.
﴾73﴿ Ancak İblis eğilip secde etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
﴾74﴿ Allah, "Ey İblis! "Ellerimle yarattığıma saygı ile eğilmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?" dedi.
﴾75﴿ İblis, "Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın" dedi.
﴾76﴿ Allah şöyle dedi: "Öyle ise çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun."
﴾77﴿ "Şüphesiz benim lanetim hesap ve ceza gününe kadar senin üzerinedir."
﴾78﴿ İblis, "Ey Rabbim! Öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver" dedi
﴾79﴿ Allah şöyle dedi: "Sen o bilinen vakte (kıyamet gününe) kadar mühlet verilenlerdensin."
﴾80-81﴿ İblis, "Senin izzetine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım" dedi.
﴾82-83﴿ Allah şöyle dedi: "İşte bu gerçektir. Ben de gerçeği söylüyorum:" ﴾84﴿ "Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım."
Dikkat edilirse İblis’in üstünlüğün ilim ve hikmetle olduğunu bilmesine rağmen kibrine yediremediği için demagoji yaptığı rahatlıkla görülecektir. Toprağın hammaddesi, kayalar; kayaların hammaddesi lavlar ve ateş olduğu halde “Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise topraktan” diyor. Oysa toprak da neticede ateştendir.
Lanetlendiğinde Allah’tan mühlet istemesi, mühleti alınca küstahlaşıp hem Allah’ın izzet-i mutlakasına yemin edip hem Allah’a meydan okuması kibir psikolojisinin yol açtığı hezeyanı göstermesi açısından çok çarpıcıdır.
Adler’in psikoloji dünyasına hediye ettiği bu tespitler Kur’anda detaylıca ele alınmış, modeller üzerinde işlenmiştir.
Kibrin ve üstünlük psikolojisinin insanlık dünyasında görüldüğü kişiler “müşrikler” dir. Kur’an kaleme, ilme, nura (aydınlanmaya) ve ahlaka dair ayırdığı sure olan Kalem suresinde bu kibir psikolojisini Nadr bin Haris isimli, Mekke’nin en bilgili müşrikinin Hz. Muhammed’e (ASM) ve İslamiyete karşı ayak direme sürecine dair ayetlerle işler. İnsanlık dünyasına kibir psikolojisinin ana arterlerini açar. Nadr bin Haris’in kibir psikolojisinin temellerini, vahiyle karşılaştığındaki psikolojik süreci Bilimler Işığında Peygamberlik Müessesesi isimli makalemde şöyle işlemiştim:
Tecrübeyle sabit ki Hakikatle tanışana kadar her insan, kendi hayatında bir prensipler silsilesi oluşturur. Kişisel bir algı, duygu ve düşünce dünyası onda şekillenir. Bunda tarihin, toplumun, tabiatın, gelenek ve göreneklerin, kişinin içe dönük ve dışa dönük karakterinin, ailesinden aldığı kültür, terbiye, din ve manevi mirasın etkisi muazzamdır. Peygamberler yaşlısından gencine, kadınından erkeğine, yetişkininden çocuğuna toplumun her kesimiyle muhatap olarak onlara doğruları ve gerçekleri anlayacakları dille ve delillerle anlatıyorlardı.
Bu noktada peygamberlerin tebliğiyle muhatap olanlar arasında Hakikat ve Fıtrat Algısına en yakın halk kesimi gençlerdir. Keskin zekâları, enerjik yapıları, kalıplaşmamış düşünceleri ile Hakikate açık bir arazi gibidirler. Hz. Peygamber’e (ASM) iman edenlerin ekseriyetinin gençler olması, Hz. Musa’ya (AS) iman edenlerin çoğunun genç olması[3], Hz. Musa’yı (AS) Mısır ve sonrası dönemde en çok uğraştıranların yaşlılar ve orta yaşlı, kalıplaşmış duygu ve düşünce sahibi kişiler olması, Hz. Peygamber’in (ASM) Mekke ve Medine’de en büyük düşmanlarının hep yaşlı ve yaşı 40 üzeri kişiler olması psikolojik bir gerçeği gösteriyor: “ Bilgi ve algı, 40 yaş sonrasında artık duygulaşır, sabitleşir, kemikleşir. ”
Hz. Peygamber’in (ASM) Mekke’deki önde gelen yaşlı düşmanlarından birisi olan Nadr bin Hâris’in psikolojik dünyasını anlatan Kalem suresindeki şu âyetler insanın Hakikat ile karşılaştığında sergileyeceği inkâr psikolojisini adım adım sunar:
10,11,12,13,14. Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.
15. Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der.
16. Yakında biz onun hortumunu ( burnunu ) damgalayacağız.
Bu psikolojik süreci şöyle açabiliriz: Kendi düşüncesinin Hakikate uygunluğunu delillerle ispat edemeyip muhatabını ikna edemeyen kişi yemin kalkanına sığınır. Yeminler ederek düşüncelerinin doğruluğunu savunur. Peygamberlerin karşısında fikren âcizliğini hissettikçe kendi içinde ve özünde küçülür, alçaklaşır. Çünkü bu eziklik ve mağlubiyet psikolojisi onda hırs, intikam, hased ve çekememezlik duygularını uyandırır. Bu duyguların sevkiyle muhatabının kusurlarını araştırmaya başlar. Bulduğu kendince kusurları toplumda yaymaya çalışarak peygamberleri kınayarak toplumsal bir cephe oluşturmaya çalışır. Söz taşıyıp durma ve kendini kandırma safhası… Peygamberin, sahip olduğu köklü ilim ve güçlü irade gereği yaptığı her fiil bir “iyilik” olacağı ve bu onun üstünlüğünün ispatı olduğu için onun iyilik yapmasını engellemeye çalışır ta ki kendisiyle aynı seviyede gözüksün. Bunu sözle engelleyemezse gücüyle engellemeye ve gerekirse saldırganlığa başlar. Bu kişi bencil nefsinin ve ego-santrik benliğinin esiri olduğu için kendi özünde ve fillerinde haktan ve hakikatten kopuk bir günahkârdır. Günahların verdiği yaralı duygu mod’u ve hasta ruh haliyle hırçınlık, gerginlik ve kaba bir yapı taşır. Merhamet ve şefkat onda görünmez. Bu manada Hakka karşı sadakat, Hakikate karşı dürüstlük, âcizlere şefkat, muhtaçlara merhamet, akrabaya himaye gibi asalet alametleri kendisinde görünmeyen bir soysuzluk derekesine düşer. İnsanı yücelten ve asîl bir ruh kazandıran İlahî âyetler kendisine okununca gurur ve kibrinden “ Eskilerin masalları, hurafeler, düzmece hikayeler ” diye vahyi eleştirir. Tam manasıyla Hakikat Kâbesi’ne saldıran Ebrehe’nin filine dönüşür. Bu hususu ifade için Kur’an “Onun hortumunu damgalayacak ve Onu rezil edeceğiz ” der.
Bu süreç kişiyi öfkeli bir file dönüştürür. Ki kibrin ve kendi fikirlerini beğenmişliğin rüya âlemindeki sembolü “fil” dir. Abdülkadir-i Geylani Hz.lerinin “Füyuzât-ı Rabbaniye” isimli eserinde belirtildiği üzere…
Adler, insanlık dünyasına aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi gibi temel iki hakikati kazandırması, eşcinselliğin bir sapma ve sapkınlık olduğunu delilleriyle göstermesi, şımarık çocukların ve şımarık karakterlerin her türlü sapkınlığa açık olduğunu ısrarla vurgulamasıyla psikolojinin babası olarak anılmayı hak ediyor. Fakat rüyalar konusundaki yetersizliği de makalede görüldüğü üzere barizdir. Hak ettiği konularda takdir edilmek, onun en doğal hakkı olduğu gibi, yetersiz olduğu konulardaki düşünce ve iddialarından dolayı eleştirilmesi de bilim dünyasının olağan bir akışıdır.