(Sorular bir mahkuma aittir.)
Soru 1: Hz. Yusuf (AS) Hazine Bakanı olduğunda kardeşleri geldi. Buğday vesaire istedi. Sorum şu: Hz. Yusuf (AS) neden kardeşlerinden intikam almadı?
Cevap 1: Peygamber Efendimiz (ASM) der ki: “Asıl pehlivan, yiğit ve kahraman, öfkesi anında öfkesini yutan ve affeden kişidir.”[1] Hz. Yusuf (AS) kardeşlerini şefkatinden affetti. Onların nefislerine uyduğunu biliyordu. Bir açıdan da kardeşlerinin öfkesi Onun istidad çekirdeğinin açılacağı Mısır ülkesi denilen tarlaya ekilmesine vesile oldu. Bu açıdan kardeşlerinin kıskançlığı Onun kemale ermesini başlatan ve hızlandıran bir anahtar hükmüne geçti. Yusuf (AS) kendisine verilen hikmetle bu süreci de okuduğu için bu olayların perde arkasında Rabb-i Rahim’inin işi ve iradesi olduğunu anladı ve dedi “Sen Benim dünya ve Ahirette Velî’msin.”[2] Velî, dostça bir şekilde yöneten ve idare eden demek… Tıpkı Vâli gibi… Vâli şehri yönetir, Veli ismi ise birebir ferdleri… VLY kökünden türeyen bu iki ism-i İlâhî vilâyet şeklinde celal ile kâinatta; velâyet şeklinde cemal ile insan ve canlı hayatlarında kendilerini gösterirler. Hz. Yusuf (AS) yaşadığı hayatın Velî-i Zü’l-Cemal’in idaresi altında aktığını gördü ve Ona teslim oldu. Kendisine zulmeden kardeşlerine hakkını helal etti, onları affetti. Hz. Yusuf’un (AS) bu hikmeti, şefkati ve affediciliği Onu bir peygamber olan babası Hz. Yakub’dan (AS) üstün kıldı.[3] O yüzden babası-annesi-kardeşleri Ona secde ettiler. Eğer affetmeseydi manen bu kadar büyüyemezdi.
Soru 2: Tohumun ve buğdayın 4 unsurla buluşmasının insanla alakası nedir? İnsanın dünyaya gönderilmesi ile alakası…
Cevap 2: Mülk suresi ve başka surelerde “Sizi yeryüzüne ektik” diyor.[4] Demek ki bizler birer çekirdek gibiyiz. Tin suresi de incir ve zeytin şeklinde yeminle başlıyor. O yemin insanların yapılarının zeytin ve incir şeklinde olduğunu bildiriyor. Carl Jung’un tabiriyle insanlar dışa dönük ve içe dönük karakterlidirler.[5] Kur’an dışa dönük karakterlileri, “zeytin ağacı”, içe dönük karakterlileri ise “incir ağacı” olarak sembolleştirir. Ki Allah, Tur Dağı’nda Hz. Musa (AS) ile “yanan bir zeytin ağacı” ndan konuştu. Hz. İbrahim (AS) ile de Beled-i Emin olan Mekke’de manevi müşahedesinde “kuyu duvarında göğeren bir incir ağacı” ndan konuştu.[6]
Tin suresinde insan karakterlerini incir ve zeytin olarak sınıflandıran Kur’an’ın aynı surenin içinde hemen Tur-u Sina ve Mekke’den bahsetmesi bir tesadüf değil; bilakis bu karakterleri kendilerinde görebileceğimiz model kişileri hayal gözüne sunmaktır. Bilindiği üzere bu iki yer Hz. Musa ve Hz. İbrahim’in Allah’ın tecellilerine ve hususi sohbetine mazhar oldukları mekânlardır.
Tanıdığım kadarıyla sen zeytin fıtratlısın; ben ise incirim. Sen Hz. Yakub, Hz. Musa, Hz. Lut ve Hz. Nuh (Aleyhimüsselam) gibisin. Bu yüzden sana affetmek zor geliyor. Bundan dolayı “Hz. Yusuf (AS) kardeşlerini neden affetti?” diye soruyorsun. Ben Hz. Yusuf, Hz. İbrahim, Hz. Zekeriya, Hz. İsa, Hz. İdris, Hz. İsmail ve Peygamber Efendimiz (Aleyhimüsselam) gibi incir fıtratlıyım.[7] Sizde duygu ağırlıklı bir yapı var. Bu yüzden affedemezsiniz. Bizde ise düşünce ağırlıklı bir yapı var. Bu yapı güçlendikçe duygular bize hâkim olamaz. Fakat bizler duygusallaşınca çok tehlikeli ve abes işler yapabiliriz. Bunu bizzat yaşamışım ve yaşıyorum.
Nasıl maddi tohumların büyümesi için 4 unsur birleşiyor. O tohum da o 4 unsuru kullanarak kemale eriyor. Bu, bizim cismimize ait büyüme istidadının açılması ile ilgili… Aynı durum manevi istidadlarımızın açılması ve büyümemiz ile de ilgili… Bu noktada da 4 unsur inayet, adalet, rahmet ve hikmet unsurlarıdır.[8] İnayet, bizi himaye altına alır; bizim bakımımızı yapar. Rahmet bizi, besler. Adalet, bizi dengeli şekilde büyütür. Hikmet ise, bize meyve verdirir… Bizim de bir hakikat ağacı olmamızı Cenab-ı Hakk istiyor. Bu konuda modellerimiz birer Hakikat Ağacı olan peygamberlerdir. Hakiki bir incir karakterli ve hakiki bir zeytin karakterli nasıl olur bize öğretiyorlar. Bu manada 3 peygamber tam modeldirler. Hz. İbrahim (AS), Hz. Nuh (AS) ve Peygamber Efendimiz (ASM)… Hz. İbrahim (AS) ve Efendimiz (ASM) hakkında Kur’anda “Onlarda sizin için modellik yönü vardır; üsve-i hasenedir”[9] diyor. İncir karakterliler onları model alacaklar.
Zeytin karakterliler ise, Hz. Nuh’u (AS) model almalılar. Kur’an Hz. Nuh’u “abd-i şekur” olarak isimlendirir.[10] Ve Allah der “Benim şekûr kullarım yok denecek kadar azdır.”[11] Hz. Peygamber (ASM) sahabelere sorar:
-Neden Nuh (AS) için Kur’an’da “abden şekûra” denildi biliyor musunuz? Sahabeler:
-Allah ve Resulü bilir, deyince Hz. Peygamber (ASM) şöyle açıkladı:
- Onun için abd-i şekûr denildi. Çünkü Nuh (AS) bir şey giydiği zaman hamd ederdi; bir şey yediği veya içtiği zaman şükrederdi.[12]
Bediüzzaman Said Nursi insan-iman-mutluluk ilişkisini anlattığı 23. Söz’ün başına Tin suresinin âyetlerini serlevha yapar. Bu Söz’ün ilk bölümünde insan kâinat ilişkisini ağaç-meyve ilişkisi olarak sembolize eder. Bu Söz’ün 2. Bölümünde ise insan istidadının bir çekirdek olduğu bahsine giriyor. Bu bölümün 1 ve 2. Nükte’lerinde çekirdeklik yönünü ve onun nasıl açılacağını işler. Sonraki maddeler ise, açılma seyrini ve açılacak duyguları anlatır.
Soru 3: Kur’an ve hadisi modern hayata uyarlamada mantık yürüterek mi uygulamaya geçmeliyiz? Bu durum şeriata, tağut sisteme uygun düşer mi? Model Efendimiz (ASM) mi?
Cevap 3: Kur’anın geliş süreci çoğu meseleyi bize ders verir. Çünkü ilk 11 yıl vahiy, müşrik bir idarî yapı altında iken geliyor. Bu yapı, vahyin filizlenmesine izin vermemek için her türlü yolu deniyor. Böyle durumlarda bütün peygamberlerin sünneti şudur ki: Siyasi bir örgütlenmeye ve maddi silahlanmaya kalkışmayacaksın. Maddi silahlanma, silahlanan tarafın âciz düştüğünün göstergesidir. Nerede âciz düşüyor? Fikir, görüş, hakikat ve ikna noktasında… İkna ederek insanları kazanamayan bütün sistemler, insanlara baskı ile kendilerini kabul ettirmişler. Bu da diğer bir kanun… Baskı, korku ve terör havası vererek onları sindirmeye çalışmışlar. Bu açıdan bir yolun doğru olduğunun göstergesi onun fikirlerinin hakikate ve hakka uygunluğudur.
Bütün peygamberler daima önce fikir savaşı yapmışlar. Hiçbir tarihte hiçbir dinsiz, hiçbir müşrik, hiçbir münafık ve hiçbir fasık herhangi bir peygamberi gittiği yoldan geri çevirememiş, onun fikirlerini çürütememiş ve aklen alt edememiş. Fakat peygamberler en samimi ve en ciddi dostlarını hep ikna ederek kazanmışlar. Çünkü onlar fetanet sıfatlarının verdiği derinlik, çap ve keskinlik içinde akıl-mantık-ilim ile muhataplarını ikna ediyorlardı. İnsanları hakikat ile yüz yüze getiriyorlardı. Hz. Peygamber (ASM) de bu sünnet-i evvelîne uyarak ikna metodu ile Mekkelilere ve bütün muhataplarına uzandı. Kur’an buradaki ikna argümanı idi. Kur’an ise, Said Nursi’nin tespit ettiği üzere mantık-ı a’zamdır.[13] Kur’anın mahiyeti tam gösterildiğinde hiçbir akıl ve hiçbir mantık ona karşı koyamaz. Bu yüzden Mekkeliler âciz düştüler ve baskıya başvurdular. Habeşistan’a yapılan 2 hicret aslında Müslümanların zaferidir. Medine’ye hicret de… Çünkü bu tarz göçler o ülkedeki idarenin ondan olmayan fikirlere müsamahasız, saygısız ve hatta düşman olduğunu, hayat hakkı tanımadığını, özgürlüğün orada olmadığını gösterir. Bu yüzden de kimse o ülkede yaşamak istemez. Devletlerarası ilişkilerde bu hal, bir ülke için küçüklük ve rezillik belirtisidir. Büyük devlet, her türlü fikir ve duygunun için barındığı bir mozaik ve bozkır gibidir.
Medine döneminde ise, fikrî yapılanma manevi âlemden maddi âlemi de içine alacak şekilde gelişti ve genişledi. Hakikatler üzerine kurulacak bir devlet ve medeniyetin şifrelerini verdi ve getirdi. Sahabeler bu medeniyeti fiilen inşa edip yaşadılar. Ticaret, eğitim, hukuk, sağlık ve saire alanlarda Efendimiz (ASM) bizzat ya kendisi veya dolaylı olarak uygulamaları başlattı. İşin içine ticaret girince Mekkeliler ile araları bozuldu. Savaşlar biraz da ondan çıktı. Bedir Savaşı gibi…
Bu 2 dönemi detaylıca okursak görebiliriz ki, vahye muhatap olan birinin İslami veya gayr-i İslami idare altında nasıl davranacağına dair model Efendimiz’dir (ASM). Onun sünnetini dengeli ele almak, asrın şartlarında nasıl yaşanılacağını göstermek ve Kur’anın zamanlar-üstü hakikatlerini her asrın diline göre ifade edip Hakikat’ten taviz vermeden izah etmek ise “Müceddid” denilen hakiki âlimlere hastır.[14] Ki onlar veraset-i nübüvvet denilen hakikat nurlarına mirasçı olup vahyi de Allah’ın istediği tarzda anlamaya liyakat kazanan Hakikat’te fâni olmuş kişilerdir. Bu açıdan şahsî mantığımız bize kaybettirebilir. Çünkü hırslı ve aç nefsimiz, korkak ve evhamlı benliğimiz var. Bu ikisini aşmadan biz vereceğimiz kararlarda onların etkisi altında kalırız. Kaldığımızı da fark etmeyiz. İşte müceddid denilen ulema nefsini, Hakkın kudsiyetinde, enaniyetini Hakikatin ulviyetinde eriten ve Allah’ta tam manasıyla fani olan kişilerdir. Onlar kendi hususi gayb ve şehadet âlemlerini Allah’a satar; “Senin için yaşıyorum” derler. Allah da onlara o tertemiz ve nurlu hayatı yaşattırır.
Yani cevap Kur’anın dediği üzere “Allah’ın Resulünde sizin için güzel bir modellik vardır.”[15] Sünnet, sırat-ı müstakim üzere olan hayat ve yaşanılmış Kur’andır. Kur’an ve sünnette her konuya bir çözüm mutlaka bulunur. Aleni veya işaret tarzında…
[1] Müslim, Birr 106, (2608); Ebu Davud, Edeb 3, (4779).
[2] Yusuf suresi, 101.
[3] Yusuf suresi, 100.
[4] Mülk suresi, 24; Mum’inun suresi, 79; Fatır suresi, 11.
[5] Abdülkerim Bahadır, Jung ve Din.
[6] Kasas suresi, 29-30. Âyetler ve Enbiya suresi, 20. âyet “zeytin ağacı” meselesini izah eder. Hz. İbrahim’in (AS) müşahedesini ise Suhuf-u İbrahim’de (AS) aslı bulunan bir temsilî hikayede Bediüzzaman Said Nursi izah eder. Bakınız Sözler, 8. Söz.
[7] Peygamberlerin karakter yapılarını Meryem suresi, Sad Suresi, Yusuf suresi, Tin suresi ve Enbiya surelerinde yapılan çaprazlama ve bağlantıların izini sürme şeklinde bir okumadan tespit edebiliyoruz.
[8] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 10. Söz, 10. Hakikat.
[9] Ahzab suresi, 21. âyet Hz. Peygamber’i (ASM) üsve-i hasene olarak gösterirken; Mümtehinne suresi, 4. âyet ise Hz. İbrahim’i (AS) ve Onunla beraber olanları üsve-i hasene sahibi olarak gösterir.
[10] İsra suresi, 3.
[11] Sebe suresi, 13.
[12] İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğâbe.
[13] Bediüzzaman Said Nursi, Kızıl İcaz.
[14] el-Hakim, el-Müstedrek, 4:522; el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 2:281, hadis no: 1845.
[15] Ahzab suresi, 21.