Kur'an, insanlık dünyasının hayatına yön veren külli şer kanunlarını ve hayır kanunlarını peygamber kıssalarıyla açar ve şerh eder. Muhalifleri, şer kanunlarının; peygamberler ve ashabı ise hayır kanunlarının temsilcisi ve sembolüdürler. Bu şekilde Kur'anı kişisel ve sosyal hayat boyutuyla okumak, Kur'anı hakkıyla anlamada bir çerçeve sunar. Üstad Bediüzzaman 25. Söz ve 20. Söz ile bu tarzda okumaları Hz. Âdem'e (AS) secde kıssası ve Hz. Musa (AS) ile ilgili kıssalarda okuyor ve numuneler gösteriyor. (25. Söz, Mucizat-ı Kur'aniye Risalesi)
Kur'an, "inne-i tahkikiye" ve "enne-i te'kidiye" ile kâinatta sürekli görünen İlâhî fiil ve icraatları bildirir. Bu çerçevede İnfitar suresi “ebrariyet” ve bunu sağlayan “ittika ve takva” ile “nimet” arasında kopmaz bir bağ olduğunu, bir madalyonun iki yüzü gibi ayrı düşünülemeyeceğini bildirdikten sonra “Ebrar kulların Âhirette Naîm Cenneti'nde ve dünyada da nimetler cenneti içinde” bir hayatının olacağının manevi bir kanun olduğunu vurguluyor. Takvalı insanların dünyevi maddi ve manevi nimetler içindeki hayatı buna bir delildir. Buna mukabil Kur'an “günah ile ceza” arasında da kopmaz bir ilişki olduğunu, “günahın tabiatının cezayı kendine çektiğini”, “günahkâr bir kişinin musibet oklarına hedef tahtası haline geldiğini” “Füccar olanlar da cahîmdedirler” âyeti ile ifade eder. Yani onlar Âhirette “Cahîm adlı Cehennem'e düşecekleri gibi, dünyada da çeşitli musibet ve azap çukurlarına düşerek” isyanlarının cezasını çekerler. Cahîm, ateş çukuru demektir. Eğer suç küçükse, suçluların dünyevi cezalarla fıtratları temizlenir. Eğer işlenen suç seri cinayet, katliam, toplumun servetini külliyen çalmak, küfür, şirk ve nifak gibi büyük boyutlu ise, Cahîm azabı füccariyetin neticesidir. Bu bir İlâhî kanundur.
Benzer bir ilişkiyi Kur'an “rızık ve canlılık” arasında da ifade ediyor. Bedüzzaman, Kur'an üzerine tefekkür ettiği esnada kalbine doğan bu âyetlere ait nükteleri Sünuhat[1] isimli Eski Said dönemi eserinde işlemiştir. (Sünuhat Risalesi)
Kur'an, çok sayıda konuyu, o konulara ait hakikatleri ve sırları kendi içinde barındırıp ifade ediyor. Bu manada Kur'an bir ilimler kütüphanesidir. Fakat Kur'anda bu hakikat ve manaları görmek ve fark edebilmek için Arapça'nın dil ve edebiyatına hâkim olmak bir şart olduğu gibi, kâinata dair fenleri de bilmek ve insan fıtratına âşina olmak gerekir. Ta ki Kur'anın kâinat kitabının bir tercümesi ve insan fıtratının bir haritası olduğu iyice anlaşılmış olsun.
Risale-i Nur'da özellikle 25. Söz'de Üstad Bediüzzaman dinsiz kesimin Kur'anda eleştirdiği veya şüpheye düştüğü âyetleri inceleyerek onlardaki mucizelik nüktelerini tespit edip gösteriyor. Bu çerçevede Risale-i Nur ve bilhassa Mu’cizât-ı Kur’aniye Risalesi her bir Müslümanın dikkatle okuması gereken müstesna bir eserdir. (25. Söz, 2. Şua)
Risale-i Nurlar, Kur'anın sır ve hakikatlerinden mülhem olarak kaleme alınan bir eser olduğu; Kur'an ise Şûra suresinin bildirdiği üzere bir Ruh-u Mukaddes ve bir Ruh-u Külli olduğu ve ruh ise, hayatın kaynağı ve menbaı olduğundan, bir kişi Kur'anın sır ve hakikatlerine muhatap olup "Yaşayan bir Kur'an" olma hedefini hayat gayesi yaparsa Allah'ın izniyle akıl, kalp, ruh ve diğer latifeleri dirilir. Her bir ayet:
-Aklına, ilim, hikmet ve yakîn olur.
-Kalbine, bir kudsiyet, selamet ve feyiz çeşmesi olur.
-Ruhuna, bir nur, emniyet ve sekînet olur.
-Sayısız latifeleri Kur'anın mürşidiyet ve üstadiyetiyle maneviyatın sonsuz mertebelerinde ilerlemeye başlar.
Kâinat böyle birinin nazarında bir medrese-i tevhid, ilim ve iman,
Yeryüzü bir tekke-i teslimiyet, irşad ve islam,
Sosyal hayat bir laboratuvar-ı mekteb-i hikmet, ahlak ve ihsan haline gelir. (28. Mektub, 3. Mes'ele)
Kâinat ve içindeki canlı ve cansız her şeyin varlığı, dört hakikati zaruri kılar: Nizam, Mizan, Tanzim ve Tevzin...
Nizam ve mizan, icad eder, sanatla yaratır, ihya eder. Tanzim ve tevzin ise, yaratılan şey ve canlının varlığını ve hayatını devam ettirir. Acıkmak, bir tanzim ve tevzin; yemek yemek ise yeni bir tanzim ve tevzindir. Çok yiyip kilo almak, yeni bir tanzim ve tevzin; diyet yaparak kilo vermek de yeni bir denge ve düzen oluşturmaktır. Kilo vermeyip bünyenin düzenini zorlamak ve hastalanmak, yeni bir tanzim ve tevzin; şifa bulup tedavi olmak ve eski haline gelmek, başka bir tanzim ve tevzindir. Volkanların patlaması, küresel manada bir tanzim ve tevzin olduğu gibi yıldızların ölmesi ve karadelik olarak bir vazifeyle donatılmaları evrensel çapta bir tanzim ve tevzindir. Yıldızların diri halleriyle etrafa ısı ve ışık yaymaları da başka bir tanzim ve tevzindir. Çünkü yanan yıldızlar, ölümlerine doğru ilerlerler. Bu ise içsel mekanizmasının dengelerinde değişimi ifade eder. Bu şekilde bakıldığında nizam, dizer; mizan, ölçer ve tartar: "Min külli şey'in mevzun" şeklindeki Hicr suresinin 19. âyeti bu noktayı vurgular.
Nizam ve mizan ile içsel düzeni ve iç-dış dengesi ve dışsal bütünlüğü sağlanarak her şey sanatla yaratılır. "Sun'allahillezi etkane kulle şey'"[2] (Allah’ın sanatıdır ki her şeyi kıymetli ve sağlam yapmıştır) âyeti bu konuyu ele alır. Tanzim ve tevzin, yeni icadlar ve sanatlar ortaya koyar. Bir delikanlıda çıkmaya başlayan sakallar, üretimi başlayan meni; bir orta yaşlıda başlayan saç ve sakaldaki ağarmalar; yaşlılarda başlayan cilddeki kırışmalar yeni tanzim, tevzin ve sanatları gösterir. Bu manada nizam-mizan-tanzim-tevzin fiillerine tabi olmayan hiç bir şey yoktur.
İntizam ise, canlı ve cansız nesnelerin hilkat ve fıtrat kanunlarıyla onları icad eden ilim hakikati üzerinden yönetilmeleri ve düzenlenmeleridir. Canlıları dünyasındaki DNA ve RNA bu konuda net bilgidir. "Vesia Rabbuna kulle şey'in ilme"[3] (Rabbimizin ilmi her şeyi iç ve dışından kaplamıştır) âyeti ile "Vesia kürsiyyuhu’s-semâvâti vel ardi"[4] (Allah’ın Kürsi’si gökleri ve yeri kaplamıştır) âyeti Kürsi'nin her şeyi hükmü altında tutan ilim hâkimiyeti olduğunu bildirir. Sahabenin fakîhi, Hz. Ömer’in tabiriyle, gavvas-ı hakikati, ümmetin tercümânü’l-Kur’anı olan Abdullah bin Abbas’ın (RA) te’vil ettiği üzere… İlmin yönetimiyle Cenab-ı Hak her şeyi bâtını ve hakikatinden yönetir. Bu yönetim ve düzenlemeye "intizam" denilir. Bu yönetim neticesinde Cenab-ı Hakk, varlığının ve hayatının devam etmesini istediği ferd veya türü devam ettirir. Bu durumda kesintisiz bir süreç ve tekdüze bir yapı oluşur. Bu yapıya ise "ıttırad" denilir. Hâl-i hazırdaki her bir canlı, kendi neslinin ıttıradına delil olduğu gibi, ecdadının hayatının devamı için gerekli ihtiyaçlarının tatmin edildiğinin de delilidir. Bu noktada ıttırad-ı vücud ve hayat ile intizam-ı hilkat ve fıtrat, nizam-mizan-tanzim-tevzin fiillerinin mekanla ilişkisini sağlamasından ötede zamana da yayar. Bu çerçevede bütün zaman ve mekan içindeki her nesne, her canlı, her sanat, her nakış, her tasarruf İlâhî iradenin, kudretin te'siri, sanatın, ilmin ve hikmetin vücub-u vücuduna, daha ötede bizzat Allah’ın Kendisinin varlığına zaruri bir delil olur. [5 Hakikat: Tanzim, Nizam, Muvazene, İntizam ve Ittırad (B. Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 1. Bab)]