Kâinatta, kudret eli ve kader kalemiyle İlahî irade her şeyi itkan-ı sanat ve mükemmeliyet-i hilkat ile yaratıyor. Yaratmada, istidad ve kabiliyetler ve liyakat kendilerini gösteriyorlar. Yaratırken ortak özelliklerle donatması kader kaleminin birliğini gösterdiği gibi, nesne ve canlılardaki ayırıcı özellikler de kader kalemini kullanan iradenin hür ve serbest olduğunu gösterir. İnsan yüzündeki iki göz, iki kulak, bir ağız, iki dudak, tek bir dil gibi ortak organlar ve bunların ortak yerleri vahdet-i Sania delil ve şahid olduğu gibi, insan yüzündeki onu diğer insanlardan ayıran güzel ve verimli şahsî özellikler de İlâhî iradenin hür olduğunun delilidir. Bu noktada itkan-ı sanat ve mükemmeliyet-i hilkat hakikatleri, ittihad-ı kalem sırrına müsteniddir. İttihad-ı kalem kudret-ilim-iradenin vahdetine delildir. O da Vacibü'l-Vücud Sani'in vahdetine delil ve iki penceredir.
Kâinattaki nesneler arasındaki tecavüb (cevaplaşma) ve tesanüd (dayanışma) da iki farklı pencere teşkil ederek, vahdete, vâhidiyete, ehadiyete delil olmaktadırlar. Bu iki hakikatle Cenab-ı Hak kâinatı yekpare hale getirir. Kâinattaki kanunlarla sünnetullahını ve vâhidiyetini gösterir. Bu kanunlarla icad edilen ve örgülenen farklı özellikteki nesne ve canlılarla ehadiyetini bildirir. Bu boyutuyla kâinat vucud ve vahdetiyle, vücub-u vücuda delil olduğu gibi vahdaniyete de ayna olur. [İtkan-ı Sanat, Kemal, Tecavüb ve Tesanüd Hakikatleri (Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 55 Lisan)]
Semavi dinler, her şeyin yaratılışının Allah'a mahsus olduğunu, her bahar yaratılan sayısız şeylerin ve kâinatta var olan sayısız nesnenin icadının tek bir Zât'a ait olduğu esasını temel kabul ediyor. Bu mesele o kadar büyük bir hakikattir ki tekrar tekrar ele alınması, alabildiğine derin düşünülmesi gerekmektedir. Meselenin sindirilmesi ve hayatın bu muazzam hakikat çerçevesi içinde yaşanılması da gerektiğinden Kur'an ve vahiyler birçok sure, bab, fasıllarında tevhide yeni yeni pencereler açarak meseleyi farklı yönleriyle ele alırlar. Bu şekilde akıllar yükselir ve büyür, duygular genişler ve olgunlaşır, insanın kör nefsi arınır ve görür hale gelir. Aksi takdirde "Allah var, her şeyin yaratıcı Odur" demek bir iddia olarak akıl ve dilde kalır. Fakat kişinin hayatı "Allah yok" gibi bir surette gerçekleşmeye devam eder. Bu yaşantının neticesinde helak olan kavimlerde gördüğümüz üzere putlar ortaya çıkar, Allah'ı kendileri gibi âciz, yardıma muhtaç olarak algılarlar. Tevhidin azameti ve kibriyası idrak edildikçe her şeyin küçüklüğü, hiçliği, acizlik ve çaresizliği belirir. İnsanın kibri, gururu da söner. İnsan küçülür, Allah’ın büyüklüğü açığa çıkar. Bu durumda kişi gerçek bir kul olmaya başlar. "Biz insanlar büyüğüz Allah ise en büyüktür" gibi bir algı dıştan doğru gözükse de, hakikatte yanlıştır. "Büyüklük Ona mahsustur, biz küçüğüz" sözü ve algısı daha doğrudur.
Bilim dünyası ve bu dünyanın temeli olan vahiyden kopuk insan aklı, Allah'ı reddettiği zaman, İlâhî birer sanat eseri olan nesnelerin varlık âlemine gelişlerinin zaruri gereklerini bu durumda materyalistse zerrelere, kuvvetlere; naturalistse, kanunlara; deterministse sebeplere, sebep konumunda görünen nesne ve kişilere; nihilistse, tesadüflere, rastgeleliklere dayandırmak zorunda kalıyor. Buna mecbur ve mahkumdur. Çünkü insanın bir kelebeği, bir balinayı, bir kartalı, bir yıldızı yapmadığı hakkalyakin netlikte bir meseledir. İnsanın elinin karıştığı yerlerin bozulması, kirlenmesi de gösteriyor ki kusursuz bir şekilde her şey yaratılmaktadır. Bu çerçevede Mutlak Kudret, Muhit İlim ve Külli İrade sahibi olan, bütün sıfat ve özellikleri zâtî ve mutlak olan bir Zât'ın eseri olarak her şeyi ve her şeydeki sanata görmek istemeyen dünyevi akıl bu durumda nesnelerdeki bütün özellikleri zaruri olarak Allah'tan başka şeylerden gelmiş olarak görmek zorunda kalır. Bu ise “bir” ilahın varlığını ve sıfatlarını reddedip “sayısız” ilahların varlığını kabul etmek anlamına gelir.
Bazı nesneler tevhide, İlâhî kudrete zâhir ve bâtın yönleriyle şeffaf bir ayna konumundadırlar. Hayat, Nur ve Vücud hakikatleri gibi... Bu hakikatlerin hem mülk hem melekut yönlerindeki İlâhî tasarruflar o kadar harika ve zahirdir ki, sebep gösterilecek şeylerin âcizlikleri, cahillikleri, körlük ve sağırlıkları net olarak görünüyor. Biyoloji gözüyle bakarsak DNA ve RNA adlı İlâhî bilgi kodlarının canlılığın temelini teşkil etmesi, bu kodların yönetimi altında canlıların ihya ve icadı; mühendislik gözüyle bakarsak, bir arabanın ve binanın gözle görünür bir proje ve bilgi olması sırrıyla, her bir cansız nesnenin böyle bir mücessem bilgi olması gösteriyor ki tevhid, vücud ve hayat hakikatleri noktasında çok zahirdir. Gözle görünür. Fenler bu manada marifetullahın ve müşahedetullahın penceresi konumundadırlar. Yeter ki kişi hakikat ve hak derdini taşısın. [Tevhiddeki Kolaylık, Şirkteki Zorluk (B. Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, 55 Lisan)]