İman hakikati, kelam âlimleri ve hakikat ehlince taklidî ve tahkiki, icmalî ve tafsilî olarak sınıflandırılır. İman esasları belli olmakla beraber, imanın hissedilmesi, kuvveti, nuru gibi boyutlarında sonsuz mertebeler bulunmaktadır. Peygamberler ile sahabeler ve sıradan bir mümin aynı hakikatlere iman etseler de imanlarının seviyeleri aynıdır asla denilemez. Taklidî iman, bazen bir şüphe ile sönebilecek bir nurdur.
Oysa imanın tahkiki bir mertebesi olan "ilme'l-yakîn" de kişi elde ettiği binlerce delil ve bürhanlarla binlerce şüphe ile savaşabilir ve galip gelir. Şüphe, hakikate benzeyen ve makul görünen fikirdir. Fakat derinliğine inilince batıl ve hakikatsiz olduğu görülür.
Tahkiki imanın diğer bir mertebesi olan "ayne'l-yakin" ise Esma-yı İlahiyenin tezahür derecelerine göre tecelli olur. Kâinatı bir Kur'an gibi okuyacak bir imanı ifade eder. Hakikatlerle, Esma-yı İlâhiye kâinatı, insanı okur ve okutur.
Tahkiki imanın daha ileri mertebesi "hakka'l-yakîn"dir. Böyle bir imanı elde eden kişiye şüphe orduları saldırsa bir halt edemezler. Bu tarz kişiler imanî hakikatleri kendi hayatlarında fiilen yaşarlar. Mesela İlâhî sıfatların hak ve hakikat olduğunu kendi kalb ve ruh aynalarında yansıtarak hissederler. Meleklere imanı, kalbî hayatlarıyla, melekleşmiş duygularıyla hakkalyakin zevk ederler. Sevaplar içinde Ahirete İmanın ve Cennetin lezzetlerini vicdanlarında hissederler; günahların ateşi içinde vicdan azapları ile Cehennemi hakkalyakin tadarlar.
Kelam âlimleri, aklî boyutla ve ilme'l-yakîn ile tahkiki imanda yol almışlar. Ehl-i hakikat ise, keşf ve zevke istinaden yazdıkları kitaplarla ayne'l-yakine hizmet etmeye çalışmışlardır. Kur'an ise, gayb ve şehadet âlemlerini hak ve hakikat çerçevesi içine alarak; gaybı Hakikat Âlemi; şehadeti ise Hak Âlemi olarak gösterir. Kelime-i Tevhid'deki iman davasının Kelime-i şehadet ile maddi âlemle bağını kurarak dinin amel cephesinin temelini atar. Dini gaybî olmaktan şuhudî boyuta çıkartır. Bu manada kâinatta hakikati müşahede etmek ve hakikati müşahede ettiren bütün tefekkürler İslamın birinci şartı ve en büyük ibadettir.
Risale-i Nur, Kur'anın bu mucizekar cadde-i kübrasını ilm-i hakikat ve hikmet-i hakk programı dahilinde izah ve ispat ediyor. Temsiller ile hakkı ve hakikati akıldan kalbe, ruha, sırra, nefse ve hevâya kadar işlettiriyor. Bu şekilde hakkalyakin imana doğru kişinin yükselmesine yardımcı oluyor.
Kâinatta en büyük hakikat, en büyük ilim, marifet ve en büyük kemâlât imandır. Kur'an, Tekasür suresinde "ilme'l-yakin ve ayne'l-yakin" tabirlerini kullanır; Vakıa suresinde "hakka'l-yakin" tabirini kullanır. Tahkiki iman, akla ilim, kalbe feyiz, ruha nur olarak meyve bırakır. (Emirdağ Lahikası-1, İman Mertebeleri Hakkındaki Mektub)
İman, insanın iradesini kullandıktan sonra Allah'ın insanın kalbine attığı bir nurdur. Saadeddin-i Taftazani bu şekilde imanı tarif eder.
İman, Hz. Peygamber’in (SAV) getirdiği zaruriyat-ı diniyeyi, tafsilen, gayr-ı zaruri kısımları icmâlen kabul etmekten doğan bir nurdur.
İman, Şems-i Ezel olan Cenab-ı Allah’tan bir şuadır. O şua ile insanın vicdanı ve kalbi aydınlanır. İnsan ile kâinat arasında ahbablık, dostluk ve ünsiyet tesis olur. Tevhid bakışı, her şeyi Allah'ın sanatı ve eseri gösterir.
İmanın verdiği manevi kuvvet, kişiyi hayatta karşılaşacağı bütün hadiseler, musibetlere karşı dayandırır.
İmanın nuru ve sırları, insanın ruhundaki ve kalbindeki sonsuz istidad çekirdeklerini inkişaf ettiri; bu sayede insanın emelleri ve arzuları yeşerirler.
Kur'anın ve bütün semavi dinlerin bildirdiği üzere hakiki iman, Allah'ın Varlığına ve Birliği ile Âhiret Hayatına imandır. Âhireti olmayan bir din dünyevidir, semavi ve kutsal değildir. İnsan için ebedî saadet, Âhirete iman ile mümkündür.
Allah'a iman insanın âciz ruhu için, güven ve ferah verici "nokta-i istinad"dır. Âhirete iman ise, insanın fakir kalbi için, selamet ve sürur verici "nokta-i istimdad"dır. Bu manada Âhiret, bütün ümitlerin, arzuların, duaların, ihtiyaçların hayat kaynağıdır. Din, iman-islam-ihsan yolculuğu ile insanı fâni, maddi, bencilce hayattan kudsi, nurani, ruhani hayata eriştirip Cenab-ı Hayy-ı Sermedî'ye aynalığa ve muhatap olabilme seviyesine yükseltir. (İşârâtü’l-İ’caz, Bakara Suresi, 3. Âyetin Tefsiri)
İman hizmeti, insanları “karanlıklardan nura çıkarmak”tır. Bütün insanlık nur-u hakikat ve hakka muhtaç ve âşıktır. Fıtratını bozmamış her akıl ve kalb bu aşkı hisseder. Fakat siyaset algısı insanları cepheleştirir. Bu cepheleşmenin etkisinden kurtulmak için, iman hizmeti daima kendini siyasetler-üstü olarak göstermiştir. Bu şekilde insanlara hakkı ve hakikati daima ders vermiştir. Bu bütün nebilerin sünnet tarzıdır.
İman hizmeti, nübüvvet varisliğidir. İman hizmeti, ilm-i tevhid ve ilm-i hakikatle yapılır. Bu hizmete bütün insanlar, cinler, melekler, ruhaniler muhtaçtır. Bu hizmeti, siyaset tarafgirliği ile insanlara daraltmak hakikate hıyanet etmektir. Çünkü güncel tabirle sağ ve sol kesim denilen bütün sosyal kesimlerin içinde fıtratındaki hak aşkı ve hakikat arzusunu duyan kişiler mutlaka bulunuyor. Bu tarz insanların hak ve hakikat ihtiyacını Kur'an ile tatmin ve temin etmek, din hizmetkârlarının boynunun borcudur. Bunu yapabilmesinin tek yolu ise siyaset âleminden tecerrüd etmek, kendini daima siyasetler-üstü olarak göstermek ve bunu ömür boyu devam ettirmektir. Bu şekilde yapılan bir hizmet, Kur'anın hakikatlerini elmas kıymetinde olarak gösterirken, siyaset propagandası altında yapılan bir hizmetle en kudsi hakikatler cam parçasına dönüşürler.
Sosyal hayat bir bataklık gibidir. Bataklıkta yüzmekten zevk alan timsahlar ve kurbağalar olduğu gibi, sosyal hayat da böyle hasedçi ve geveze tiplerle doludur. Bunlar hakka erişemez, erişenlere hased ederler; menfaatleri için timsah gözyaşı dökerler. Konuştukları zaman kurbağa gibi gevezedirler. Sinek gibi haram bakışları kendine çekmekle beslenirler. Bu tarz kişiler toplumun yüzde 20'sini teşkil ederler. Halkın yüzde 80'i ise, hakikat ve hak yolunda şaşırıp kalan kişilerdir. Sosyal hayat ve dalalet bataklığını algılar, anlar ama çıkamazlar; yol bilmedikleri için nasıl hareket edeceklerini ön göremezler. Bu tarz kişilere “ihlas” ve “şefkat”le nur göstermek gerekir. Sarhoş yüzde 20’lik grubu ayıltmak ancak “siyaset topuzu”yla olur. Halkın yüzde 80’i ise “safi nur” beklemektedirler. Onun da yolu bir elinde siyaset topuzu diğer elinde Kur'an nuru olmamalı. Ta ki güven versin. Bu açıdan "Euzü billahi mine'ş-şeytani ve's-siyaseh" iman hizmetinin en temel içtimai düsturudur. (Mektubat, 13. Mektub, 3. Sualiniz)
Benlik ve enâniyetin kaynağı, sindirilmeyen bilgilerdir. İlim, şuur-üstünde kalıp şuuraltına inmezse enâniyete dönüşür. Bu ise, soğuk bir kişilik oluşmasına yol açar. Kendinden başkasını sevmeyen, sevemeyen bir kişiliğe... İlim sindirilirse, nura dönüşür. İlmi sindirtecek sır, Hakk'ın huzurunda aklının, benliğinin âcizliğini idrak etmek ve hissetmektir. Bu manada acz, idrakin başlangıcıdır. İdrak, imandır, iz'andır; imanın hakikatidir. İlim, iman haline gelmezse kişinin ameli artamaz. İlim, amel için, hayata hayat katmak içindir. Cüz'î kişisel hayatını mutlak ve sermedî hakikatlerle bağlayarak, onlara ayna haline getirerek küllileştirmektir. Bu açıdan hakiki ilim, amel ve hayat haline gelen ilimdir. Hayata geçen bir ilim, insanın kalıbını ve kalbini şekillendirir, bir form içine alır. İngilizler hakiki ilme "information" (form içine alma) bu açıdan demişler. Araplar ise, bilgi, kişinin hilkati, ahlakı, kalıbı, davranışları üzerinde görünüp Mutlak Zât'a alâmet olursa o zaman ona ilim denilir diyerek ilmi, âlamet olma olarak okumuşlar. Yani ilim, hayata geçmezse, nur değil, zulmettir. Bu açıdan Hz. Peygamber (ASM) "Âlim, ilmiyle amel edendir" der.
İnsanın ilim yolculuğunun anahtarı, kendi benliğini yaşadığı problemlerde tezkiye etmemek, aklamamak; kendinin ve nefsinin aleyhinde bulunmak, Hakkı ve Hakikati, güzellik ve kemali her yerde ve her kişide görmek ve takdir etmektir. Bu "acz" yoludur. Bu yolla kişi Hz. Hamza (RA) gibi "leysullah" makamına yükselir. Hiçlik ve hiç-ender-hiçlik yolunda ilerleyebilir. Aksi takdirde işin sırrına varıldığında insanı Hakka ve Hakikate yükseltebilen ilim, insanı yeryüzüne buzdağı gibi çakan ve gömen bir barikat olur. Hakkın hüsnüne erişecek göz olan ilim, Cehenneme insanı götüren ve kör eden bir köz olur. İnsanın ruhuna nefes aldırmak için insana verilen ilim, insanın gırtlağını sıkıp korku ve evhamlarla insanı nefes alamaz hale getiren bir idam ipi haline gelir. (Sözler, 26. Söz, Zeyl, 1. Hatve)