İnsanın manevi düşüşü “yeis”ten başlar; “ucb”a (kendini beğenmeye) uğrar; “gurûr”dan geçer ve nihayetinde “su-i zann”a varır. Yeisle, Cenab-ı Hakk'ın rahmet ve ilminden kopan bir kişi bütün bütün çökmemek için bir dayanak noktası arar. Kendinde fıtraten bulunan potansiyel yetenekleri, servet ve imkânları görür. Onlara sırtını dayar, kendini güvende hisseder. Onlarla bütün ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Kendi düşüncelerini, duygularını beğenerek kendini tatmin eder. Bu beğenme o dereceye ulaşır ki, kendini mükemmel görmeye varır. Bu durumda insan başka insanların düşünce ve duygularına sağır kesilir.[1]
Ucub, bir “hodbinlik”tir; kendinden gayrıya karşı kör olmaktır. Gurur ise bir “hodendişlik”tir, kendinden gayrıya sağır kesilmedir. Gurura kapılan bir kişi, diğer insanların emeklerinin mahsulü olan ilim ve irşadlarından mahrum kalır. Onların 40 günde keşfettiği hakikatleri 40 yılda da keşfedemez. Bunun tek sebebi onun gururudur. Gurur, kendindeki parlaklıkla öyle bir aldanma ve kendine karşı öyle bir aşktır ki, onu her şeyden gittikçe uzaklaştırır. Gurur kişiyi o derece dış dünyadan koparır ki, kişi manen diğer her şeyden uzaklaşır. Kendini mükemmelliğin zirvesinde, hiç bir şeye muhtaç olmayan bir kişi konumunda hisseder. Bu durumda her şey onun gözünde küçülür, başkalarının düşünce ve duygularını eleştirme hakkını kendinde bulur. Başkalarını da su-i zan ediyor olarak algılamak ister. Fakat su-i zan ona kaybettirir. Böyle bir kişinin her sözü bir tenkid, bir olumsuzluk olur. Kişinin herkesçe terk edilmesinin sebebi olur. Su-i zannın ilacı, hikmettir. Yani meydana gelen olayların, yapılan işlerin içindeki murad edilen boyutu bilmektir. İrade bilinince zanlar yok olur. İrşad, bir hikmet dersidir. Hz. Hızır (AS), Hz. Musa'ya (AS) “irade dersi” vererek ona ilm-i rüşdü öğretti. (Badıllı Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, Hatime, 4 Hastalık Bahsi)
Atalet, insanın hiç bir şey yapmadan atıl durmasıdır. Atalet bir zindandır. Kişinin iç dünyasını kendine zindan eder. Kişi kendini hiç bir işe yaramaz hisseder. Çünkü faaliyet, kişiye bir işe yaradığı hissi verir. Yaptığı işin sonucunu aldığında kişi kendinin işe yararlığı konusunda itminan sahibi olur. Mutsuzluğun sebebi, işe yaramazlık duygusudur. Mutluluğun sebebi ise elinden iş gelmesidir. 10 parmağında 10 marifet olan kişiler, çok mutludurlar. Böyle kişilerden mutlu olan birine rastlanılmaz. İnsanı atalete atıp işe yaramaz hale getiren, özündeki potansiyelleri kilitleyen hususları Üstad, yeis, meylü't-tefevvuk (herkesten üstün olma arzusu), acelecilik, fikr-i infiradî (bireysellik düşüncesi) ve tasavvur-u şahsî (kişisel tasavvur), görenek, tefviz (işi bir birine havale etmek), sonuç beklemek ve meylü'r-rahat (rahata düşkünlük meyli) diye sıralar. Sonra Kur'an, hadis ve büyüklerin sözlerinden bu adımlara dair ilaçlar sunar. (İhlas Risalesi, Zindan-ı Atalete Düşütüğümüzün Sebebi)
Gaye-i hayal, insanın zevalini kemale dönüştüren bir iksirdir. Çünkü insan gaye-i hayaline göre kendine şekil verir. Gayesi fâni ise, o da fani olur. Fakat baki bir gaye uğruna yaşayan bir kişi, gayesinin rengiyle boyanır. Bu manada Kur'an müminler için ebedî bir gaye-i hayal olarak "Cennet"i sunarken hakiki ve değişmez gaye-i hayal olarak "rıza-yı İlahî"yi sunar. "Ve rıdvanun minallahi ekber. Zâlike hüve’l-fevzü’l-azîm" (Allah'ın rızası, altlarından ırmaklar akan ebedî ve sermedî Cennet'ten daha büyüktür. Rıza-yı İlâhî zâti ve parlak, azametli kazancın ta kendisidir.) (Tevbe suresi, 72) der.
Gaye-i hayal olmazsa yahut insan Allah'ı ve kendi aslî mahiyetini unutursa veya kendini unutmaya zorlarsa kişinin zihni, ene’lere döner, kendi etrafında gezmeye başlar. Bu durumda gaye-i hayali olan mukaddes mefhum ve hakikatin yerine kendisi bir Kâbe olur. Aklı, kendi benliğinin etrafında dönmeye, onu düşünce noktasında beslemeye başlar. İnsanın benliği, kendi düşüncelerini beğenme, sonra kendini beğenme, sonra kendini sevme ve kendine âşık olma, sonra kendini başkalarına beğendirmeye ve sevdirmeye çalışma şeklinde bir sürece girer. Kendini kandırır ve aldatır. Başka insanları da "iyiliği ve güzelliği" ile aldatır. Onların alkışları ve iltifatları ile kendini kendine ispat eder. Bu şekilde kendinin "iyi biri" olduğuna daha çok inanır. Benlik kuvvetlendikçe, beklediği sevgi ve takdiri alamadığı zaman veya eleştirildiği durumlarda sinirlenir. Bu boyuta gelen birinde benlik artık delinmez bir hal alır. "Biz" diyemez, bir organizasyonda çalışamaz. Bir gruba girse daima baş olmak ister. Benliğini sevenler, başkalarını sevmezler.
Benliği tedavi edici ve organize hizmeti sağlayan en büyük sır, “şura” ve “istişare”dir. Şura ve istişare, her katılımcının haccam olduğu bir hacamat seansıdır. Tenkid ve tashih ise, haccam jiletidir. Hadis der: "İstişare eden yanılmaz." Şûra, benlik ve şahsiyet buzullarının içinde eridiği ılık, tatlı ve büyük bir Kevser Havuzu’dur. (Sözler, Lemeat, Gaye-i hayal olmazsa enaniyet kuvvetleşir.)
[1] Eğer kendinde bir yetenek de bulamazsa yeis, insana “atalet” verir.