Soru: Tahrim suresi 2’de “Allah sizin yeminlerinizi bozabilmenize imkân tanımıştır” diyor. Yemin bozmadan kasıt nedir? Allah bunda ne demek istemiştir?
Cevap: Aslında âyette “Kad faradallahu lekum tahillete eymânikum” diyor. Birebir meali şudur: “Allah yeminlerinizi bozmayı sizin için farz kıldı.” Bu meal garib görünüyor. Fakat doğrudur. Burada kasdedilen yemin hangi yemindir ki, Allah bozulmasını farz koşuyor. Bunu önceki âyette görüyoruz: “Allah’ın helal kıldığını kişi kendine haram etmeye kalkıp bu konuda yemin ederse…”
Bir şeyi haram ve helal etmek, Allah’a mahsus bir sıfattır. Efendimiz (ASM), eşlerinin bir tavrı üzerine, aile huzuru kaçmaması için, eşlerinin rızasını gözeterek “Kendisine bir nimeti haram ediyor ve artık bir daha hayatımda ona yer vermeyeceğim” diyor. Bunun üzerine bu âyetler geliyor. Önceki âyet mealinin bir kısmı şöyle: “Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?” Rivayetlere göre bu nimet, “bal şerbeti” dir. Ki Efendimiz (ASM), bu şerbeti de çok severdi.
Olayın şer’î ve hukukî bir yönü de şudur: Bir peygamber, kendi nefsi için bir nimeti haram ederse o haram kılma zaman içinde o dinde şer’î bir hüküm gibi algılanmaya yol açabilmekteydi. Ya emr-i İlâhîyi celb edebiliyordu veya Peygamber’in örnek alınması gereken bir sünneti olarak algılanabiliyordu. Oysa şahsî bir karar ve uygulama iken… Bunu Hz. Yakub’un (AS) kendi nefsine haram kıldığı nimetle ilgili âyette görüyoruz.[1] Bu konuyu açıklayan hadis şu şekilde:
"Abdullah b. Abbas diyor ki: Yahudilerden bir topluluk Resulullah (asm)'a geldiler ve ona:
-"Ey Ebul Kasım, sana soracağımız bir kısım özel sorularımızı cevaplandır. Bunların cevabını Peygamber olmayan bilemez." dediler. Sorularından biri de şu idi. "Tevrat inmeden önce Yakub'un, kendisine haram kıldığı yiyecek nedir?" Resulullah (asm) şu cevabı verdi:
-"Musaya Tevratı indiren Allah hakkı için söyleyin, Yakup (a.s.) ağır bir şekilde hastalanıp ve hastalığı uzun süre devam edince, Allah'ın kendisini bu hastalıktan kurtarması halinde, kendisi için en sevimli içeceği ve en sevimli yiyeceği haram kılacağına dair Allah'a adakta bulunmamış mıydı? Onun en sevdiği yemek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütü değil miydi? " Bunun üzerine Yahudiler:
-"Allah için doğru söyledin." dediler.[2]
Bu âyetler bize, helali haram edecek tarzdaki yeminlerimizin geçersiz olduğunu, Allah’ın helalden istifadeden razı olduğunu, helal nimetleri kendine haram etmeye kalkmanın, bunu da insanların hatırı için yapmanın doğru olmadığını vurguluyor. Sonraki âyetlerde Efendimiz’in (ASM) 2 eşi bu olaya sebep olduğu için onlara da ikaz var. “Peygamberim size muhtaç değil. Sizden daha hayırlı, her noktada ileri dul ve bâkire kadınlar var” diye onlara da bir ölçü veriyor.
Bu tarz vakalar, günümüzde de yaşanmaktadır. Bu tarz yeminler eğer fıtrat düzenine aykırı ise, geçersizdir; böyle yeminleri bozmak farzdır. Bu yeminleri devam ettirmek, fıtrata zulümdür, haramdır.
Olayın psikolojik bir yönü de şudur: Helali bu şekilde haram edip fıtratı kendisine daraltan ve dengeden sapan kişi, başka bir imtihanla karşılaşırsa haramı da kendine helal etmeye kalkabilir. Bu cihetten Cenab-ı Hakk, fıtrattan sapmaya, kendi başına bu tarz kararlar almaya müsaade etmiyor. Fakat başka tarzda yeminler, adaklar v.s. sözlerin yerine getirilmesine dair âyetler var. Onlar fıtrata ters değil, bilakis destekleyicidirler. Mesela Maide suresi, 89 ve diğerleri…
Soru: Bir şeyi bir daha yapmayacağına yemin edip sonra yapan birisinin durumu nedir? Kur'anda köle azat etme, 40 kişiyi doyurma ve üç gün oruç deniliyor. Bunu açar mısınız? Mesela 40 döner dağıtılabilir mi? Üç gün oruç ardı ardına mı? Vesaire.
Cevap: Soruda yemin kefaretiyle ilgili rakamlar ilgili ayetle birebir örtüşmediğinden önce yemin kefaretinden bahseden söz konusu âyeti aktarmak gerekir. Ta ki metin analiz ve yorumlaması daha sağlıklı olsun:
Maide suresi 89: “Allah, sehven ve kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat bile bile yaptığınız yeminler yüzünden sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğinizin orta derecesinden 10 fakiri doyurmak, yahut giydirmek, yahut 1 köle azâd etmektir. Bunlara gücü yetmiyen 3 gün (arka arkaya) oruç tutar. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffâreti budur. Bununla beraber yeminlerinizi bozmaktan sakının. Allah âyetlerini size böyle açıklıyor ki, şükredesiniz.”
Âyetteki sistematik yapıya girmeden evvel, kölelik meselesinin ekonomik ve sosyal temellerine dair alt yapı mahiyetinde giriş yapılması gerekir ki, Kur’anın ilgili ayetlerinin kapıları aralansın.
Kur’anda rakabe, memluk ve abd şeklinde köleliğe dair kavramlar kullanılmaktadır. Memlûk, bir mülk gibi hürriyeti ve emeği alınıp satılan köle için kullanılır. Savaşlarda esir edilen kişiler için memlukiyet söz konusudur. İslam devletleri ile yapılan savaşlarda esir edilen Türklerden köleleştirilen ve sonrasında Müslüman olanların bir kısmı Mısır’da bir devlet kurdular. Bu devletin adı “Memluklar” veya “Kölemenler” Devleti idi. Memluklar, mâlikinin kazanç sağlaması için çalıştırdığı köle sınıfıdır. Tarla, bağ, bahçe ve ticaret işlerinde kullanılmaktaydı.
Abd, kul ve asker manasındadır. Osmanlı’daki Kapıkulu Ocağı bu mantığa dayanır. İktidar sahiplerinin, kendilerini ve iktidarlarını korumak için kullandığı savaşçı kölelere “abd” ismi verilir. Bu tarz köleler de aynı şekilde, savaşlarda esir edilen erkeklerden meydana gelir.[3]
Rakabe ise, borç boyunduruğu altına girmekle, aşırı borçtan ve alacaklının uyguladığı faiz gibi sebeplerden dolayı borcunu ödemeye ömrü dahi yetmeyecek boyut alan kişiler, hürriyetlerini kaybedecek hale gelmişlerdir. Bu tarz borcunun rehni ve kölesi haline gelen kişilere “rakabe” denilir.
Kadın köleler hakkında ise Kur’anda “emet”[4] kelimesi ve “memluke”[5] manasında “mâ meleket eymânuhum” tarzında ifadeler kullanılır.
Yemin keffaretinin yerine getirilmesi konusunda, köle azat etme kısmı, şu an maddi manada İslam ülkelerinde bulunmuyor. Fakat dünya genelinde kölelik az da olsa devam etmektedir. Onlar araştırılıp öğrenilerek azat edilebilir. Bununla beraber İslam hukuku noktasında borçlu borcunun rehini olması sırrıyla[6] kölelik İslam toplumlarında vardır. Ekonomik manada bütün ömrünün emeğiyle ancak karşılanabilecek veyahut karşılanamayacak büyük bir borç altına giren kişi borcunun boyunduruğu altına girdiğinden borcunu ödemediği sürece borcunun rehni ve borçlunun kölesidir. Bu tarz kölelere Kur’an dilinde “rakabe” denilir. Bu tarz kişi borçlu ölse cenaze namazı kılınamaz. Ki Hz. Peygamber (ASM) birçok sahabenin cenazesinde borcu olup olmadığı sormuştur. Bu konuda 2 vaka bu tarz durumlar hakkında tarihî süreci siyerde bizlere gösteriyor:
1.Vak’a: Seleme bin el-Ekva (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında oturuyorduk. Bir cenaze getirildi ve onun namazını kıldır dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Bunun borcu var mı’ diye sordu? Sahabeler:
−Hayır, dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Peki, geriye bir şey bıraktı mı’ diye sordu. Yine sahabeler:
−Hayır, dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun namazını kıldırdı. Daha sonra başka bir cenaze getirildi:
−Ey Allah’ın Rasulü! Bunun namazını kıldır dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Borcu var mı'’ diye sordu? Sahabeler:
−Evet, denilince, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Peki, geriye bir şey bıraktı mı’ diye sordu. Onlar:
−Üç dinar bıraktı dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun namazını kıldırdı. Üçüncü bir cenaze getirildi:
−Ey Allah’ın Rasulü! Bunun namazını kıldır dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Geriye bir şey bıraktı mı’ diye sordu. Sahabeler:
−Hayır, dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Peki, borcu var mı’ diye sordu. Sahabeler:
−Üç dinar borcu var dediler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Arkadaşınızın namazını siz kılınız’ diye buyurdu. Ebu Katade (Radiyallahu Anh) kalkıp dedi ki:
−Ey Allah’ın Rasulü sen namazını kıldır, borcunu ben üstleniyorum dedi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de namazını kıldırdı.” Başka bir hadiste:
Ebu Katade (Radiyallahu Anh):
“Ben onun borcunu ödeyecek olursam, onun cenaze namazını kılar mısın? dedi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Eğer onun borcunu ödeyecek olursan namazını kılarım’ dedi. Ebu Katade (Radiyallahu Anh) gidip onun borcunu ödedi. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
−’Üzerindeki borcu ödedin mi’ diye sordu. Ebu Katade (Radiyallahu Anh):
−Evet, dedi. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cenaze namazını kıldırdı.”[7]
[Bu yöntemle Hz. Peygamber (ASM) çok miktarda ve ödeyemeyeceği derecede borçlanarak varisçilerine borç bırakarak zulmeden, alacaklılarını mağdur eden kişiyi zâlim olarak görüp göstererek İslam toplumunda böyle ölçüsüz borçlanmanın yeri olmadığını bu cezaî müeyyide ile göstermeye çalışmıştır.]
2. Vak’a: Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e önceleri borçlu olan bir ölü getirilince:
‘Borcunu ödeyecek bir şeyler bıraktı mı’ diye sorardı. Şayet borcunu ödeyecek bir mal bırakmışsa namazını kıldırırdı. Eğer borcunu ödeyecek bir şey bırakmamışsa namazını kıldırmaz ve:
‘Arkadaşınızın namazını siz kılın’ derdi. Yüce Allah ona fetihleri nasip edince:
‘Ben mü’minlere kendi canlarından daha yakınım. Dünyada da, ahirette de dilerseniz: “Nebi mü’minlere kendi canlarından daha yakındır.” Ahzab suresi, 6. ayetini okuyunuz. Bundan sonra kim üzerinde borç olduğu halde vefat eder ve borcunu ödeyecek bir şey bırakmazsa onu ödemeyi ben üzerime alıyorum. Kim de geriye bir mal bırakırsa o da mirasçılarına aittir’ buyurdu.”[8]
[Bu hadisin gösterdiği üzere İslam devleti, borç yükü altında vefat ettiği için cenaze namazı dahi kılınmayacak duruma düşen Müslümanların, kendi imkanları dâhilinde borcunu ödeyebilir. Devlet kaynakları yetersizse ödeyemez.]
Bu çerçeveden bakıldığında karz-ı hasen şeklinde borçlanma, İslam ekonomisinin ve bütün dünya ekonomilerinin can damarı ve kan dolaşım sistemi gibi olsa da, ödenmemiş ve birikmiş borçlar bir ekonominin en büyük ayıbı, katmerlenen zulmüdür. İslam hukuku ve semavi nizam bu tarz borcunu ödemek istemeyen veya aşırı borçlanan kişilerin hürriyetini kısıtlar. Elinden iş gelmiyorsa, borçlunun yanında karın tokluğuna getir-götür işleri yaptırarak birikmiş borcunu, emeğinin karşılığı olarak azaltır.
Bu çerçeveden bakılınca çevrenizdeki bir muhtacın böyle birikmiş bir borcu varsa, sizin de imkânınız bolsa yemin keffaretinde ilk yapılacak iş borç boyunduruğundan insanları kurtarmak ve kölelikten azat etmektir. Beled suresi bu hususu şöyle ifade eder:
﴾4﴿ Hiç kuşkusuz biz insanı zorluklarla mücadele etme gücüyle yarattık.
﴾5﴿ O, hiçbir kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?
﴾6﴿ "Pek çok mal harcadım" diyor.
﴾7﴿ Onu kimsenin görmediğini mi sanıyor?
﴾8-9﴿ Ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi?
﴾10﴿ Ve ona iki yolu göstermedik mi?
﴾11﴿ Fakat o, akabeyi (sarp yolu) göze alamadı.
﴾12﴿ O akabe (sarp yol) nedir, bilir misin?
﴾13﴿ Köle âzat etmektir.
﴾14-16﴿ Veya bir kıtlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç açık bir yoksulu doyurmaktır.
﴾17﴿ Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve acımayı öğütleyenlerden olmaktır.
13. Âyetin Arapçası “Fekkü rakabeh” şeklindedir. Yani borç yükü altında köleleşmiş ve borcundan dolayı köleleştirilmiş kişilerin sırtından borcunu düşürmek, onu borçlusundan ayırmaktır ve hürriyetine kavuşturmaktır.
Bu bilgiler ve Kur’an âyetleri ışığında yemin keffareti âyetine bakıldığında keffaret sıralaması kişinin ekonomik imkanlarına veya toplumsal ihtiyaç sıralamasına uygun şekilde şu şekildedir:
Kişinin ekonomik imkanları bolsa ilk yapacağı şey hür ama miskin (çalışamayacak derecede âciz) konumda bulunan fakir Müslümanları hayatî tehlikelerden kurtarmaktır. Hayatî tehlikelerden en âcili, her gün yenilenen “beslenme ihtiyacı” dır. Bu açıdan yemin keffareti olarak 10 miskin kişinin bir günlük yemeğini karşılamak veyahut 1 muhtaç kişinin 10 günlük yemeğini karşılamak şeklinde keffaret ödemeyi emreder. Bu ödemeyi ise, kendi aile standartları nasılsa o seviyede yapmaktır. Günlük ailevi kişisel gıda ihtiyacı 200 TL olan zengin için, keffaret bedeli 2.000 TL; günlük ihtiyacı 20 TL olan için ise 200 TL’dir. Bu rakamdan azı verilemez; fakat fazlası nefis tezkiyesi için daha etkili bir çözüm olduğu için verilebilir.
Eğer açlık tehlikesi yoksa, ikinci derecede hayatî tehlike boyutunu ifade eden, insan açısından havâic-i zaruriye kapsamında olan “libas” kısmını Kur’an nazara sunar. Kıyafetin gıdadan daha pahalı olduğu nazara alınırsa Kur’anın hayatî ihtiyaçları ön plana alarak yemin keffâretini uyguladığını görürüz. Kıyafet konusunda da kriter, ailevi giyinme ihtiyacının baz alarak uygulanmasıdır. Yaz ve kış elbiselerinin ücret değişikliği nazara alındığında, takva ve azimet, yemin eğer kışın bozulmuşsa, kış ayında kefaretinin elbise olarak ödenmesi; yaz ayında ise yine kışlık elbise olarak ödenmesidir. Çünkü kıyafet yetersizliği, soğuk mevsimde hayatî tehlike arz eder. Fakat yaz aylarında yazlık elbise ile karşılanması da muvafıktır.
Eğer toplumda bu hususlarda yetersizlik yoksa, köleler veyahut borç yükü altında inleyen ve kıvranan borç boyunduruğu altında olan kişiler varsa sıralama bu tarz kölelerin boyunduruğunu kaldırmak ve fekketmektir. Yemin keffareti âyetinde köleleri ifade etmek için “rakabe” tabiri kullanılması, abd ve memluk tarzı köleliğin İslam toplumunda gelecekte kalkacağını fakat bütün zamanlarda borcunun rehini ve kölesi olma manasında rakabeliğin kıyamete kadar süreceğini bildirmesi manasında şuurî ve kasdî bir kullanımdır. İnsanın ruhanileşmesi, nefsinin ve benliğinin zindanından kurtuluşu olan sarp yokuşun çıkılması şartlarını anlatan Beled suresi ile de örtüşen bir kullanımdır. Bu sıralama aynı zamanda insan hayatının köle tarzında da olsa yaşanmaya değer olduğunu fakat açlık ve çıplaklığın hür veya köle hayatlarını sona erdiren bir âcil ihtiyacı göstermesiyle sağlıklı bir ontolojik bakışı ders verir. Ki ömür boyu köle olarak karın tokluğu ile yaşamayı kabul eden milyarlarca kişi bu ontolojik sırrı ve hayatın mükemmel bir nimet oluşunu görenlere ders verir.
Kişinin ekonomik imkânları kıt ve mâlî bir keffaret veremeyecek halde ise Kur’an, bu durumda nefsinden ve canından keffâret bedelini vermesini emreder. Yani 3 gün art arda keffaret niyetiyle oruç tutulması… Orucun kişi üzerinde en etkili hali, art arda tutulması, üç adet 1’den 111 tesirini uyandıracak bir sinerjik kuvvetin insan üzerinde etkisinin hissedilmesini sağlattırmaktır. Çünkü yeminini bozmak ya insan nefsinin hırsından veya insan benliğinin tembelliğinden kaynaklanır. Kur'anın bildirdiği üzere sadaka gibi mâlî ibadetler, kalbe taharet ve nefse tezkiye verir.[9] Mâlî boyut büyüdükçe, temizlik daha şiddetli olur. (Köle azat etme) gibi... Bu şekilde açlık ve çıplaklık gibi hayatî tehlikelerden ve kölelik gibi ruhu ezen prangalardan kurtulan insanların samimi ve makbul dualarını almak insanın kalb ve ruhunu besleyicidir. En azından yeminini çiğnemenin bedeli olarak Allah, işin ucunu nefse dokunduruyor. Ta ki sözünü tutmamakla ruhuna zarar vermenin bedeli 3 gün oruç tutmak olsun.
Orucun en ekmeli ise orucun fiziksel şartlarıyla beraber, Hz. Zekeriya (AS) ve Hz. Meryem'in (RA) orucu olan 3 günlük "sükut orucu"dur.[10] Çünkü yeme-içme ve cinselliği terk etme, nefs-i emmareyi tezkiye edip haddini bildirse de yemin bozmaya sebep olan enâniyeti terbiye edemez. Sükût orucu ise, enaniyeti (benliği) terbiye edip haddini bildirecek usuldür. Çünkü nefs-i emmâre kendini fiziksel ihtiyaçlarda; enaniyet ise kendini konuşma gibi manevi ihtiyaçlarda gösterir. Hz. Peygamber’in şu hadisi nefs-i emmare ve enâniyetin iki ana penceresini gösterir:
“Kim bana, iki çene ve iki bacak arası mevzuunda söz verir kefil olursa, ben de ona Cennet için kefil olurum.”[11]
Siz bu mantık silsilesinde kendinize ekonomik şartlarınız itibariyle uyan halka hangisi ise onu uygulayabilirsiniz. Hacı Bektaş-ı Veli Hz.lerinin (KS) bu konuya dair bir sözü yemin etme konusunda çok temel bir düsturu ifade eder. O hakikatli söz ile makaleyi bitirmek istiyorum:
" Öl, söz verme. Öl, sözünden dönme!"
[1] Âl-i İmran sûresi, 93. Âyet.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, l / 273, 278.
[3] Nahl suresi 75. Ayet bu iki kavramı beraber kullanır: “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah'a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.” Tevhid hakikatine dair bu âyet, köleleştirmenin 2 temelini, insanın fıtrî acz ve fakrından kaynaklanan “kendi hayatını korumaktan âcizlik ve kendi ihtiyaçlarını karşılama konusunda dahi yetersizlik” hakikatleriyle ders verir.
[4] Bakara suresi, 221.
[5] Mu’ninun suresi, 6 ve diğerleri.
[6] Kütüb-ü Sitte, 7. Cilt. Râvi, Câbir bin Abdullah.
[7] Buhari: 368-369, 374, Ahmed: 300, Nesei: 278-378, Tirmizi: 161, Darimi: 263, İbni Mace: 75
[8] Buhari: 376, 425, Müslim: 62, Nesei: 379, İbni Mace: 77, Tayalisi: 2338, Ahmed: 290, 399, 453.
[9] Tevbe suresi, 103.
[10] Meryem suresi, 10 ve 26.
[11] Buhârî, Rikak 23.