Türkiye bir asırdır hep kavgalı,hala ayağı yere basmamış.O halde yerde,basılan zeminde bir kayganlık,bir kaypaklık var.
Türkiye problemlerini tartışmaktan,bir şeyler yapmaya vakit bulamamaktadır.
O halde meselenin köküne inilmelidir.Atatürkçülük adıyla milletin elini,kolunu ve ağzını bağlayan meçhul bir rejim etrafında kısır bir döngü içerisinde bir asırdır çevrilmekteyiz.Bu rejimin gerçek yüzü,farklı bir projeden ziyade, öncekine ait ne varsa kötülemek üzerine kurulmuştur.Yeniden üreten,yeni bir şeyler üreten rejim değil tüketen rejimdir.
Taha Akyol şu bilinmeyenlere işaret etmektedir.Yani bizim öğrendiğimiz ve bize öğretilen tarih,gerçek olmayan veya bilinmesi istenildiği kadar bilinen tarihtir.Özellikle cumhuriyet dönemi tarihi.
”Nitekim Anadolu'da kurulan rejim, Sovyet sistemine benzer tek partili totaliter bir rejim olmadı mı?
Atatürk, Meclis'i, kendi tayin ettiği üyelerden oluşturdu ama bunu proletaryayı iktidara getirmek ve Bolşevizm'i kurmak için değil, Kemalist rejimi kurmak için yaptı. Atatürk'ün bir politikacı olduğunu dikkate almak lazım. Yoksa Atatürk'ün dünya görüşü kapitalizme çok yakındır. Milli Mücadele devam ederken, Amerikalılara Chester imtiyazını verdi. Eskişehir'den Musul'a kadar bir demiryolu kurulacak, etrafındaki belli bir arazide de Amerikalılara petrol ve maden arama ve işletme hakkı verilecekti. Amerikalılar iktisadi bulmadıkları için bu imtiyazdan kendileri vazgeçtiler. Milli Mücadele sırasında genellikle sosyalist terminolojiyi kullanan Atatürk, zafer kazandıktan sonra kapitalist bir dille konuştu.
Atatürk'ün Kürt politikası değişti mi?
Milli Mücadele kazanıldıktan sonra, memlekette Dersim gibi çok acı olaylara yol açan çok radikal bir Türkleştirme programı uygulandı. Bu Türkleştirme politikasının ilk işaretleri Lozan anlaşması imzalandıktan sonra ortaya çıktı. Lozan'a dek ülkede İslâm vurgusu daha güçlüydü ve Türk kavramı daha azdı. Mesela Sakarya Savaşı günlerinde, Büyük Taarruz'a hazırlanırken, "Türkiyeliler" diye beyanatlar yayınlayan Mustafa Kemal, İzmir'i kazandıktan sonraki beyanatına, "Büyük ve asil Türk milleti" diye başladı. Ayrıca Meclis'te de giderek daha fazla Tük kavramı kullanıldı. Ve Kürt milletvekilleri de bu Türk vurgusuna itiraz etmediler.
Şeyh Sait İsyanı, Kemalizm'i etnik Türkçü bir milliyetçiliğe tahrik eden bir sonuç doğurdu.
Atatürk döneminde 16 Kürt isyanı yaşandı.
Atatürk sertlik yanlısı bir lider miydi?
Buna şüphe yok. Atatürk sorunların çözümünde daha çok askerî metotlara alışkın olduğu için radikaldir... Zaten Kemalizm otoriter bir rejimdir. Kemalizm'in demokratik olduğu söylenemez. Hele liberal olduğu hiç söylenemez. Oysa liberal olması demokratik olmasından çok daha önemlidir.
Bu rejim halka dayandığını iddia ediyordu. Halka dayanmıyor muydu?
Halka dayanmıyordu tabii. Kemalist rejim halka dayanan bir rejim değildi. Demokrasi değildi. Demokrasi olmayarak, özgürlüklere belli bir hoşgörü gösterebilirdi ama onu da göstermediği için liberal de değildi. Bunu bugün söylediğiniz zaman Kemalistler, düşmanlık gibi algılıyorlar. Ama rejimin halka dayanmadığını, silaha dayandığını yazan Kemalist Yakup Kadri Karaosmanoğlu'dur. Rejimin halka dayanmadığını, devlet kuvvetlerine dayandığını yazan Falih Rıfkı Atay'dır. Çankaya adlı kitabında Falih Rıfkı, "Hakiki milli egemenliği isteyenler terakkiperverdir. Yani Karabekir ve arkadaşlarıdır. Biz ise ordu ve devlet gücüyle ayakta durarak inkılâpları yapmak zorundaydık" diyor.
... Bugünkü Atatürk imajının oluşmasında Celal Bayar'ın rolü daha fazladır. Atatürk'ü kullanmanın yolunu Bayar açtı. İnönü ise 1950'lerden itibaren Demokrat Parti'ye karşı Atatürk'ü kullanmaya başladı. Ahaliden oy alamayınca, Atatürk kavramı öne çıkarıldı ve orduya mesajlar verildi.
... Atatürk, Şeyh Sait ayaklanmasını, muhaliflerini susturmak için kullandı mı?
Kesinlikle... Atatürk'ün başvekili Fethi Bey bile Takriri Sükûn Kanunu'nun ve sıkıyönetimin sadece isyan çıkan illerde uygulanmasını savunuyor. Atatürk ise İsmet Paşa'yı başbakanlığa getirerek İstanbul'da bile Takriri Sükûn Kanunu'nu uygulatıyor. Gazetecileri, muhalif basını tamamen susturuyor.” (1)
Aslında şimdi yeni yeni deşifre olan Ergenekon İttihad ve terakkinin altında sünbüllendi,dersim ve Kubilay gibi senaryolarla yeri pekiştirilmeye çalışılmıştır.
”Dersim'de yine hazırlık vardı. Yine bahar bekleniyordu. Ama bu kez hazırlıklar daha sistemli, tedbirler daha yoğundu. Başbakan da artık Celal Bayar'dı. Gerek 1937, gerekse 1938 harekâtını "yakinen" izleyen gazeteci Naşit Uluğ şunları aktarıyordu kitabında:
"Kamutay 1938 yaz tatiline girerken o zamanki Başbakan Celal Bayar, iç meseleler arasında Dersim'e de temas ederek, 'Bu yıl Dersim denilen işi kat'i surette tasfiye etmek için devletin bir tedbiri daha olduğunu ve ordumuzun Dersim havalisinde vazife alacağını ve umumi bir tarama hareketiyle bu meseleyi kökünden söküp atacağını söylemişti." (2)
“Atatürk’ün hangi konularda çelişkileri vardı?
Mesela Milli Mücadele’de Atatürk Abdülhamit’ten daha İslâmcıdır. Halkı etrafında toplamak için Abdülhamit’ten daha İslâmi bir dil kullanmıştır. Tamamen politik bir davranış bu. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nda dışarıdan yardım alabilmek için de Mustafa Kemal, hem İslâm’a hem sosyalizme oynadı. Hatta “ben komünistim” anlamında sözler söyledi. Lenin’in Ankara’ya gönderdiği büyükelçiye, “Biz zaferden sonra sizin gibi Bolşevik bir rejim kuracağız. Zaten bizim Meclis’imiz de halk tarafından seçildiği için Bolşevizm’e yakın” dedi. Büyükelçi, “Sizin Meclis’iniz hacılarla, hocalarla dolu. Proletarya yok orada. Nasıl Bolşevik olacaksınız?” deyince de, “Zaferden sonra ben onları temizleyeceğim” cevabını verdi.
... Milli Mücadele sırasında genellikle sosyalist terminolojiyi kullanan Atatürk, zafer kazandıktan sonra kapitalist bir dille konuştu.
Ortada bir tezat vardı.Mason derneklerini kapatan Atatürkün kendisinin de mason olduğu belgelidir.
Nitekim;”Jürgen W. Diener, Beyaz Zambaklar dergisinin 1938 Mart tarihli 38. sayısında Atatürk’ün mason olduğunu yazıyordu.”
... Atatürk’ün dinle ilişkisi nasıldı?
Baştan beri emsallerine göre din anlayışı daha mesafelidir ama dinin toplumsal ve siyasi açıdan öneminin de farkındadır. Atatürk dini siyaseten kullanmayı çok iyi başardı. Atatürk’ün şeriatı öven sözleri vardır. Mesela “Bizim kanun-i esasimiz (anayasamız) Kur’an-ı Kerim’dir” dedi. “Allahın emirlerine uymadığımız için geri kaldık” da dedi. Ayrıca, “Hz. Muhammed’in yüce şeriatı” diye yaptığı konuşmalar var. “Cenab-ı Hak insanları yaratırken” diye bir konuşması var. Bu konuşmalar hep Milli Mücadele sırasında oldu. Atatürk, “antiemperyalizm” sözlerini de hep Milli Mücadele sırasında söyledi.” (3)
*Asıl Balyoz darbe planı bir asırdır yapılmıştır.Ondan sonrakiler onun o zamandaki kuruluşunun devamıdır.Zira tek şef dönemleri,yapılan inkilablar millete danışılmadan, ferdi kararla,emri vaki ve zorbalıkla,dar ağaçları kurularak yapılmıştır.
*****
*İlker Paşa'nın "Sabrımızın sınırı var"diyor.
Ya sınırın taşarsa ne olur?Darbe mi yaparsın?
Yapmana gerek yok,zaten yapanlar var!!!O da maşaallah çok mu çok iştahlı,o da her şeyi yıkma uğruna,bombalama ve savaş çıkarma da olsa…
*Bu nasıl peygamber ocağı ki;Allah dediği için ordudan atılıyor,üç yaşındaki çocuğa bile içki içiriyor,içki içmeyenler,namaz kılanlar,babası veya akrabası hoca olanlar,örtünenler veya eşi,annesi gibi örtünenleri olanlar ordudan atılıyorlar?
Bu orduda bulunan bu kimseler,tümünü kapsamasa da,benim peygamberimin ordusunun efradı ve de ocağı olamaz,Peygamber böyle bir ocağı kendisine ocak kabul etmez.
Kirlenen değil,kirletilen,kirletilmeye çalışılan bir kurum haline getirilmeye çalışılmaktadır askeriye…
*'Çarşaf' ve 'Sakal'la camilerin bombalanmasını, 'Oraj'la Ege'de Yunanistan'la gerginlik çıkarmayı hedefleyen 'Balyoz' yapılanmasının 'Orak Planı'yla da azınlıkları hedef aldığı ortaya çıktı.
* Ergenekon kolunun uzantıları bir çok yere uzanmış,karıştırmaktadır.Kardeşi kardeşe kırdırmaktadır.
Aynı elden idare edilen farklı cepheler.
Darbecilerin Ergenekon terör örgütü adı altında suçlamaya başlanıp,hesaba çekilmeleriyle beraber en önemli hedefe ulaşıldı;Hepsi dut yemiş bülbüle döndü.
Bu insanların güçlerini kullanarak,hukuku laşkalaştırıp,doktorlara yeminlerini bozdurarak dışarıda dolaşsalar da,gerçekte toplumun vicdanında ilel-ebed mahkumdurlar.
*****
Önemli iddialar ise:
20 yıldır halk arasında şu tehlike dillendirilmektedir.
Türkiye’nin de tıpkı Suriye gibi, Baas partisinin öncülüğünde, yüzde 8’lik kesimin yüzde 92’lik kesime hakimiyetinin sağlanması için her türlü yöntemin denendiği, bazılarının özellikle Çevik Bir’in girişiminin neticesiz kalması söz konusu olsa da tehlike bitmemiştir.
Bu durum ise iyi niyetli bir çok alevi cemaatını şaibeli kılmış,herkesi rahatsız etmiştir.
Zira başta İsrail ve bir kısım Avrupa ülkeleri için en makbul bir Türkiye; kendisiyle uğraşılan değil,kendisinin kendisiyle uğraştığı bir Türkiye’dir.
Bizler bin yıldır gayrı Müslimlerle bile beraber yaşamış bir milletiz.Neden ortak değerlerimiz olan alevi kesimle bir arada yaşamayalım?
Dün Hz.Ali ile Hz.Âişe’yi,Hz.Ali ile Hz.Muaviye’yi birbirine kırdıran harici zihniyet aynen devam etmektedir.
Kahramanmaraş’ta hem Alevi kesime hem de Sünni kesime silah dağıtarak,iki tarafı birbirine kırdıran Ergenekon uzantıları bu gün de aynısını figüranların farklılığıyla devam ettirmektedir.
1-16.11.2009) Neşe Düzel-in Taha Akyol-la yaptığı röportaj.
http://taraf.com.tr/makale/8523.htm
2-Haber7.com-16-11-2009
3-Haber7.com-18-11-2009.