Erkeklere peçe

B. Said ÇİFTÇİ

Geçen hafta iş münasebetiyle İstanbul-Ankara hattındaydım. İnsanlar her zamanki gibi büyük şehir hayatının hayhuyu içinde debelenip duruyorlar. Kimileri kimilerinin geldiği yere giderken, kimileri kimilerinin gittiği yerden geliyorlar. Bediüzzaman’ın “Faaliyette lezzet vardır. Faaliyet ayn-ı lezzettir” buyurduğu gibi, bir faaliyet, bir çaba, bir gayrettir sürüp gidiyor.

Büyükşehir insanlarına sorsan hayatlarından hiç de memnun değillerdir. Başta kalabalık ortamlar, ulaşım sorunları, geçim zorluğu sorunları olmak üzere, insan denilen tambura bir dokunun, bin ah işitirsiniz! İşin en kötü yanı ise ehl-i iman da dahil büyük şehir insanının hayatından –şartlar icab etmiş olsa bile- kanaat, iktisad ve şükür adım adım kalkıyor. Yerine şikayetleşme psikolojisi, sadist bir tiryakilik, mazoşist bir kimlik hakim oluyor. Böylece modern insanın kurduğu büyük şehrin kendine özgü insan modeli oluşuyor.

Derken, bu defa kadın-erkek, genç-yaşlı herkesin yüzünün neredeyse yarısını kaplayacak şekilde bir peçe kullandığını müşahede ettim. Şimdilik açık mavi veya beyaz renkte görünüyorlar. Yarın farklı modelleri de çıkar sanırım. Yahu “Biz peçeyi kaldırmamış mıydık?” Hayretim daha da artmıştı. Peçe vardı ama başörtüsü yoktu. Yoksa başlarını kapatmaya peçeden mi başlamışlardı bu insanlar? Ya da peçe başlı başına bir moda akımı mıydı? Otobüsteki peçeli hanımları ve beyleri sayıyorum; tam 17 kişi. Çocuklar ise 5-6 tanesi peçeli. Hanımlar ve beylerde dudaklar görülmüyor ve dudak okumak da mümkün değil. Ancak gözler önem kazanmış. Konuşurken sesler hafif boğukça; net çıkamıyor; ama gözler ve’l-fecir okuyor. Birkaç bayan bakımlı ellerini de kapatmış; beyaz eldiven kullanıyorlar. Para gibi her ele geçen, her cebe giren metayı tutmamak için eldiven kullanılıyor. Belli ki mikroplardan endişe duyuluyor.

Domuz gribi, zatürre ve ölüm…

Kendi elleriyle, kendi aklıyla, kendi duygularıyla kendine zarar veren tek mahlukun insan olduğunu ve insanı “Ne kadar zalûm ve cehûl!” şeklinde niteleyen ayeti hatırlıyorum. İlahi emirleri yerine getirmekte tembellik eden, nehiylerini işlemekten kaçınmayan mazoşist (kendi kendine zarar veren) insan; toplumu bozan ibadetsizliği nedeniyle “seve seve” yapamadığını zorla yapmak zorunda kalıyor.

Öte yandan, tabiattaki dengeyi bozan, felaketlere davetiye çıkaran “beşerin bulaşık eli”, grip musibetiyle yeniden karıştırıyor ve toplumu sarsıyor. Toplu yaşam merkezleri olan şehirler ise bu “salgın”ın salınımı için en uygun yerler. Köyüne burun kıvıran, çıktığı yumurtanın kabuğunu beğenmeyen burnu büyük insan yakında kaçacak ve sığınacak köyler arayacak.

Bundan dört yıl önce İstanbul’dan sosyetik bir arkadaşımın eşi “Şimdi manavlarda kurtlu meyveleri seçip alıyoruz; çünkü onların GDO’suz veya hormonsuz olduğunu bu şekilde anlıyoruz” demişti de hayretler içinde kalmıştım. Gözsüz bir böcekten ipeği yaratan, zehirli bir böceğe bal yaptıran Kudrete ve O’nun emir ve yasaklarına karşı meydan okuyan beşer, şimdi her türlü böcekten medet umar bir durumda. Aklı, mantığı, beyni olup da uzay çağını başlatan insanoğlu bir virüsün kurbanı durumundan kurtulamadı ve kurtulamayacak.

Kader bu, işte!

“Zalimlere meyletmeyiniz, yoksa ateş size dokunur!” mealindeki ayete ters davranıp, “Elması elmas bildiği yani ahirete iman ettiği halde, kırılacak cam parçaları hükmündeki dünyayı bilerek ve severek ahiret hayatına tercih edenlerin” vay haline!

Ayrıca, peçeyi yasaklayan zalim zihniyetin niyetinin aksine, değil kadınlara, erkeklere bile peçe taktıran kahraman virüsleri ise alkışlıyorum.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.