Dindar kesimi bazı noktalarda anlamakta güçlük çekiyorum açıkçası. Hem Peygamber Efendimizin (asm), hem de örnek alınan mümtaz şahsiyetlerin büyük çoğunluğunun, hak unsurunun (özellikle de yaşama hakkının) kime ait olursa olsun korunması, savunulması gerektiğini, zalime de kimden olursa karşı çıkmamız gerektiğini üzerine basa basa vurguladıklarını biliyoruz.
Peki, buna rağmen, neden bir haksızlık, bir zulüm bize yapılmadığı müddetçe ya hiç ya da yeterince karşı çıkmıyor, hatta kimi zaman da savunuyoruz?
Ülkemizde, özellikle son 30 yıldır Kürtlere haksız politikalar var. Alevilere 1920lı yıllardan beri uygulanan ayrımcılıklar var. Ayrıca -bu yazıyı kaleme alma sebebi olan- Ermenilere yapılmış olan 1915 tehciri ve çektirilen sayısız sıkıntılar var. Bu tip konular gündeme geldiğinde sus-pus oluyor ve Biz hangi hakka sahipsek onlar da aynı haklara sahipler veya Biz yapmışız ama onlar önce başlatmışlar gibi, her türlü hakperestlikten uzak, en acısı da resmi ideolojinin diliyle konuşmaya başlıyoruz. Fakat bir başörtüsü yasağı, bir İmam-Hatip Liseleri önündeki katsayı engeli gibi meseleler gündeme gelince, tavrımız farklılaşıyor. Bunları gördükçe, bazı kesimlerin Müslüman yazarlara karşı türban demokratı söylemini, çok da haksız karşılayamıyorum.
Son günlerde 1915 yılındaki Tehcir Yasasıyla Anadoludaki Ermeniler, zorunlu olarak göç ettirilmesiyle alakalı bir özür kampanyası başlatıldı. Maalesef bu kampanyaya başta belirttiğim yaklaşım, açıkçası beni şaşırttı ve üzdü. Öncelikle imza kampanyasını başlatmaya sebep olan, 1915 tehciriyle ilgili bazı bilgileri aktarmak istiyorum.
O dönemde tehcir vazifesinin başında olan, hadiseye Ermeni varlığına son verene kadar, hissiyata kapılmaya, vicdanın sesini dinlemeye yer olmayacaktır. diye yaklaşan Talat Paşa, tehcir öncesinde 1.2 milyon diye not defterine düştüğü Ermeni halkı nüfusunu, tehcirden sonra 400 bin olarak yazıyor. Yani 800 bin kişi öyle ya da böyle ortadan kayboluyor. Bu işin ayrıntıları da, olayın vahametini apaçık gözler önüne seriyor. Öncelikle tehcir, güya Ermenilerin Ruslara olan desteğini kırmak için yapılıyor. Peki, sadece Rus cephelerinde mi tehcir uygulanıyor? Elbette hayır. Kastamonu, Bursa, Edirne, Tekirdağ... Kısacası Anadoludaki tüm Ermeniler bu zulme maruz kalıyor. Asıl nedeni ise Anadoluda kalan tek Gayr-ı Müslim millet olan Ermenileri ülkeden temizlemek (!)
Ermeniler iki bin yıldır yaşadıkları yurtlarından zorunlu göç ettirilmekle de kalmıyor, tüm mallarının yağmalanması sağlanıyor. Aşina olduğumuz Gâvurun malı helaldir söylemi uygulanıyor ve ne yazık ki Anadolu sermayesinin bir bölümü bu yağmalanan mallarla oluşuyor. Tüm bu yapılan haksızlık ve zulümler bir kenarda dururken, önemli olan devletin menfaatleri, çıkarları mıdır? Yoksa hak ve adaletin yerini bulması mı? Ben ehl-i insaf bir insanın, birinci seçeneği tercih edeceğini sanmıyorum. Böyle iken, neden gerçekleri göz ardı ediyoruz? Neden resmi söylemin dilinden kurtulamıyoruz? Neden çocukluğumuzda ninelerimizden dinlediğimiz hikâyelerden kendimizi arındıramıyoruz? Neden illaki tek bir suçlu arıyor, hangi taraftan olursa olsun haklıya haklı, haksıza haksız demiyoruz?
Aklımdan öte, vicdanımda beliren daha nice sorular var ama cevabı maalesef yok. En çok da, yapılan haksızlıklar karşılığında, en azından tarihi bir sorumluluğu yerine getirmeye çalışan insanların, doğru veya yanlış, özür dilemesini eleştirip, Ermeniler özür diliyor mu ki biz dileyelim? diyerek, Said Nursinin hayatımıza sunduğu müthiş ölçü olan Hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. düsturunu unuttuğumuz için üzülüyorum. Evet, Türkler de bu ülkede Ermeni çeteler tarafından zulümlere, katliamlara maruz kalmışlardır. Fakat bu kampanya, bunları yok saymıyor, olmamış gibi göstermiyor ki? Benim anladığım, ne toplu olarak Ermeniler haklıdır ne de Türk halkı suçludur. Asıl suçlu olan, bu işin faiileri; yani Osmanlı cephesindeki İttihad-Terakki Hükümeti, Ermeni cephesinde de Ermeni çeteleridir. Yani, Ermenileri katleden doğrudan Türk halkı olmadığı gibi, Türkleri katleden de Ermeni halkı değildir. Bu kampanyayı başlatanların, kampanya sonrasındaki yazılarını/açıklamalarını okursanız, bu söylediklerimi tüm açıklığıyla görmüş olacaksınız.
Son olarak, her güncel meselede olduğu gibi, bu konuda da aklımıza, Acaba bu konuda Bediüzzaman nasıl hareket ederdi? sorusu geliyordur muhtemelen. Bediüzzamanın Risalelerde, Ermenilerle dost olmamızın önemine değindiği birçok bölüm mevcut. Hatta milletimizin selametinin Ermenilerle dost olmaya bağlı olduğunu, yani dostluğun bizim için bir görevden öte zorunluluk olduğunu belirttiği bölümler de bahsini ettiğim şekilde mevcuttur.
Hatta bir soru üzerine Bediüzzaman, Ermenilerin geldiği noktada kabahatin bizlerde olduğuna dair şu şekilde bir özeleştiri de yapıyor: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın (hakkıyla) adâlet-i şeriatı (Kurani adaleti) gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevî zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum. (Münazarat, 67, Y.A.Y)
Bunların ışığında, Bediüzzaman şunu yapardı gibi iddialı bir yargıya varmanın yanlış olduğunu düşünüyorum ama en azından bu kampanyayı başlatan aydınların niyetlerinin kötü olmamasından dolayı Üstadın bu girişime karşı çıkmayacağını tahmin ediyorum. Yani demem o ki, selametimizin tesisi için mühim ve elzem olan Ermenilerle ittifak adına atılmış olduğuna inandığım bir adıma en azından destek vermesek de karşı çıkılmasını doğru bulmuyorum.