Son günlerde bazı aydınların özür diliyorum ve buna mukabil diğer bir grubun özür bekliyorum kampanyaları ile Ermeni meselesi gündemin önemli konularından birisi haline geldi. Aslında bu konu yüzyıldır hiç gündemden düşmedi, şöyle veya böyle gündemdeki yerini hep korudu. Cesaretle meselenin üzerine gidip, konuyu bütün yönleri ile hal etmek ve zihinlerdeki bütün sorulara ikna edici cevaplar vermek gerekirken, birçok meselede olduğu gibi, bu meselenin de üzerini bir şal örterek zihinlerden silebileceğimizi ve unutturabileceğimizi zannettik.
1. Dünya Savaşının devam ettiği günlerde, yüzyıllar boyunca Müslüman ahali ile barış içinde yaşayan ve millet-i sadıka olarak Osmanlı İmparatorluğuna bağlılık ile iştihar etmiş Ermenilerin, Rus tahriki ile ihanet senaryolarına alet olması, savaş ortamında İttihat ve Terakki hükümeti tarafından bazı tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar. İhanet senaryoları, geçmişten kalma bazı emellerin de yeniden alevlenmesine sebep olur. Osmanlı İdaresinde hiçbir zulme ve ayrıcalığa tabi olmayan ve Müslüman komşuları tarafından hep iyi muamele ile karşılaşan Ermeni ahalinin, ihanet senaryolarına alet olmasının perde gerisi, ayrıca bir araştırma konusudur.
Ancak çok zor şartlar içinde, Ruslarla savaşan ve büyük kayıplara uğrayan Osmanlı Ordusunun, yüzyıllarca her türlü hak ve hürriyeti asla esirgemediği bir kısım vatandaşları tarafından arkadan hançerlenmesi, hiçbir şekilde hoş görülecek bir durum değildi. Çeteler kurup Osmanlı Ordusuna baskınlar düzenlemek, Rus Ordusuna rehberlik yapmak, Müslüman köylere baskınlar düzenleyerek beraber yaşadıkları komşularını çoluk çocuk demeden öldürmek, ricat eden ve çok zor ve soğuk kış günlerinde perişan bir şekilde köylerine sığınan askerleri öldürmek, ordu ile haberleşmeyi mümkün kılan telefon kablolarını keserek irtibatın kopmasına sebep olmak, orduya takviye güçlerin ve yardımın gelmesini engellemek için tren yollarına sabotaj düzenlemek gibi bir dizi ihanetlerini sayabileceğimiz Ermeniler, bu yapılanlar neticesinde bir Tehcir Kanununa muhatap olmuşlardır. Böyle bir durum karşısında dünyada hiçbir devlet ve hiçbir kimse elini kolunu bağlayıp oturamaz.
Ermenilerin bu yaptıklarına mukabil, Müslüman ahali de elbette boş durmamıştır. Onlar da kendilerini saldırılara karşı müdafaa etmek için silahlanmışlar, köylerini, çoluk, çocuk, ırz ve namuslarını korumak için bir araya gelmişler ve teşkilatlanmışlardır. Bu müdafaalar ve çatışmalar içinde vicdanları rencide eden ve asla kabul edilemeyecek bazı olayların meydana gelmiş olması da göz ardı edilemez. Ancak savaş halinde bulunan bir devletin, bazı vatandaşları tarafından ihanete uğraması üzerine hiçbir şey yapmadan, eli kolu bağlı bir şekilde oturmasını beklemek hangi mantık ölçülerine uyar?
İttihat ve Terakki Hükümeti böyle bir durumda askerlerinin güvenliğini sağlamak, dahildeki vatandaşlarının da saldırılara karşı emniyet içinde olmasını temin etmek amacıyla, tek çıkış yolu olarak, geçici bir süre için, savaş süresi ile kayıtlı olmak üzere, bir Tehcir Kanunu çıkarmış ve çıkarılan bu kanunun neticesinde savaşın devam ettiği ve askeri ikmal yollarında oturan Ermenilerin bu süre zarfında savaştan uzak bölgelerde, özellikle Halep civarında mecburi ikamete tabi tutulmalarını kararlaştırmıştır.
Bu tehcir sırasında, bir milyon civarında Ermeni güneye doğru gönderilmiştir. Bu yolculuk esnasında elbette istenmeyen bazı hadiseler meydana gelmiştir. Açlık, hastalık ve yol meşakkati nedeniyle binlerce Ermeninin ölmesi kaçınılmaz olmuştur. Yine bu yolculuk esnasında, daha önceleri Ermenilerden zarar gören bazı kişilerin mukabelede bulunmuş olması da bir vakıadır. Bütün taşınmazlarını elden çıkararak para ve altınlarıyla yola çıkan Ermenilerden bir kısmının, bu yolculukları esnasında kontrol dışı bazı güçler tarafından servetleri için zarar görmüş olması ve öldürülmesi de kuvvetle muhtemeldir. Bu bir milyon Ermeniden elli bin kadarının bu şekilde öldüğü tahmin edilmektedir. Sürgün edilen bütün Ermeni nüfusunun bir milyon olduğu, Talat Paşa tarafından tutulan ve o günkü resmi kayıtlarla da büyük ölçüde uyuşan notlardan anlaşılmaktadır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, bu tehcir sırasında bir buçuk milyon Ermeninin öldürüldüğü iddiası büyük bir yalandır. Bu çeşitli sebeplerden dolayı ölen elli bin kişinin, resmi bir devlet politikasının uygulanması sonucu öldüğüne dair hiçbir tarihi kayıt mevcut değildir.
Burada bazı yerel idarecilerin ve milis güçlerinin kendi inisiyatifleri ile bu göç sırasında intikam duygusu ile hareket etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Savaşın o yakıcı ortamı ve büyük kargaşası nedeniyle, bu kişiler hakkında bir soruşturma açılmamış olması elbette kabul edilemez. Esasında altı yüz yıllık Osmanlı yönetimi boyunca, asla bir soykırım-genosid ve asimilasyon politikası uygulanmamıştır ve buna dair hiçbir örnek de gösterilemez. Osmanlı Devletinin altı yüz sene devam eden hükümranlığı sırasında, hangi dinden ve ırktan olursa olsun, tebaasına mümkün olduğu kadar adil davrandığı ve bir ayrım yapmadığı, yabancı birçok yazarın tespitleri ile ortadadır.
Suriyede geçici bir süre iskana tabi tutulan Ermenilerin az bir kısmı savaş sonrası geri dönmüş, önemli bir kısmı Suriyeye yerleşmiş, ancak büyük bir kısmı da daha sonraları Avrupaya ve ABDye göç etmişlerdir. Bu göç sırasında büyük bir Ermeni nüfusu, Fransaya yerleşmiştir. Fransa hükümetinin büyük yardımı ve orada yaşayan Ermeni nüfusu nedeniyle bunlar kolaylıkla iş bulmuş ve kısa zamanda etkili olmaya başlamışlardır. Fransaya yerleşen Ermeniler, siyasi olarak ta boş durmamış, Fransız kamuoyunu etkilemek için büyük bir seferberlik başlatmışlardır. Ermeni Soykırımı iddialarını destekleyen binlerce tek taraflı akademik çalışma yapılmış ve tabir caizse, Fransa halkının beyni, soykırım iddiaları ile iyice yıkanmıştır. Fransa halkının ve hükümetlerinin bu konuda neredeyse ortak bir tavır takınmasının sebebi budur. Diğer Avrupa ülkelerinde ve ABDde yaşayan Ermeniler de, soykırım iddialarının kabulü için 1915 yılından beri büyük bir gayret göstermektedirler.
Ermeniler böyle büyük gayretlerle ve kampanyalarla tak taraflı olarak beyin yıkama propagandalarını yürütürken, Türkiye bu konuda uzun yıllar sessiz kalmış veya çok etkisiz bazı girişimlerin ötesinde önemli bir çalışma yapılmamıştır. Sadece Fransada soykırım iddialarına haklılık kazandırmak amacıyla binlerce eser yazılırken, Türkiyede yapılan akademik çalışmaların elli altmış civarında olması bu neticenin ortaya çıkmasında en büyük amil olmuştur. Bu yoğun Ermeni gayretleri neticesinde, bazı Avrupa ülkelerinde Ermeni soykırımının olmadığını iddia etmek kanunla suç sayılmaya başlanmıştır.
Hakkını yemeyelim, Ermeniler böyle büyük gayretler gösterirken, ülkemizde de bazı kesimler boş durmamış, irtica gerekçesiyle binlerce dava açılmış, bazı üniversite hocalarına Kuran tefsirlerini kötüleyen kitaplar yazdırılmış, Kuran öğrenmek ve dini bir kitap bulundurmak neredeyse suç sayılmış, vatanın kurtulması için büyük gayret gösteren şehit evlatlarına ve gazilere, gayr-ı islami bir yaşam tarzı zorla dayatılmaya çalışılmıştır. Başörtüsünü özel hayata hapsetmek için gösterilen bunca gayret, eğer Ermeni iddialarını çürütmek için harcanmış olsaydı, herhalde Ermenilerin, dünyanın hiçbir yerinde bu kadar mesafe almaları mümkün olmayacaktı. Ne yazık ki, bunca emek ve gayret bir evham ve paranoya yüzünden heba edilmiştir.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız üzere, bu noktaya gelinmesinde çok büyük ihmalimiz olmuştur. Ülkemizde, uzun yıllar bu mesele Osmanlı İmparatorluğunun meselesi sayılmış ve Türkiye Cumhuriyeti bu konuya sahip çıkmamıştır. Ancak 1970li yıllarda dış temsilciliklerimize ve diplomatlarımıza yapılan saldırılar ve suikastlar, ister istemez devletimizi bu konuya eğilmek zorunda bırakmıştır. Son yıllarda devlet arşivlerinin açılması ve Ermeni tarihçilerle birlikte meseleyi araştırmak için yapılan teklifler geç de olsa, yerinde kararlardır. Bu kadar mesafe alan Ermeni Hükümeti ve diasporasının bu teklifi kabul etmesi zaten beklenmiyordu. Ancak, bu atılımların sürekli devam etmesi, akademik çalışmaların artırılması ve yüreklendirilmesi gerekmektedir. Meselenin enine boyuna ortaya çıkarılması, o yıllarda doğuda yaşanan bu topyekün trajedinin bütün yönleriyle ortaya çıkarılması ve bunun dünya kamuoyuna, önyargısız ve kompleksiz bir açık yüreklilikle sunulması, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için, tarihi ve vicdani bir sorumluluktur. Bu mesele tarihçilere bırakılarak ve siyasi etkilerden uzak objektif bir şekilde incelenerek neticeye bağlanmalıdır. Bu durum, Avrupa Birliği mantalitesine de uygun bir yaklaşım olacaktır.
Bediüzzaman Hazretlerinin, Ermeniler ile ilgili olarak yapmış olduğu tespitler, çok dikkat çekicidir. Ülkemizin bölgede barışın tesisi ve uluslar arası arenada kendisinden beklenen ve tarihi misyonuna yakışan bir rol üstlenebilmesi, ancak Bediüzzaman Hazretlerinin şu sözlerine kulak verilmesi ile mümkün olacaktır. Şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gülün, bütün eleştirilere sırt çevirerek milli maç nedeniyle yapmış olduğu Erivan ziyareti çok önemli ve cesaret vericidir. Bu tür münasebetlerin artarak devam etmesi, büyük bir tabunun daha yıkılmasına neden olacak, şu milletin saadeti ve selametini temin etmeden büyük bir görev ifa edecektir.