Erozyona uğrayan hazine...

Raif ÖZTÜRK

Çağımızda, “kalmamış” diyerek eksikliğinden en çok yakındığımız GÜZEL AHLÂKIN, arka planında DİN olduğu için, geçtiğimiz o ceberut dönemde, dini, Allah’ı (c.c.) ve imanı çağrıştıran kelimeler bile resmen yasaklanmıştı.
Bu durumlarda aklıselim aileler, güzel ahlâkı, aile ve ev sohbetleri şeklinde korumaya çalıştılar. Ancak devlet desteğinden nasipsiz olması ve malûm medyanın tahrikleri nedeniyle, 1983 yılına kadar bu konuda hep çöküşler, hapisler ve erozyonlar yaşandı.
Din ve ahlâka pranga olarak ihdas edilmiş olan 163. maddenin kaldırılmasıyla bir nebze toparlanma başladıysa da, malûm medya ve internetteki rezaletler, bu konudaki toparlanmaya maalesef hâlâ engel olmaktadır.
Eh ne yapalım bu da bizim sınavımız...
Bizler de kendi imkânlarımızla nefsimize, şeytana ve de malûm medyaya karşı, bu konuda da donanımlı olmayı ve birbirimize yardımcı olmayı idrak etmek zorundayız…

Bu itibarla, bugünkü gayret ve paylaşımlarımız bu konuda olacak:
•    Ahlâkın amacı; insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırmaktır.
Güzel ahlâka İslâm Dini kadar önem veren bir başka din veya düşünce sistemi göstermek mümkün değildir. Öyle ki Peygamber Efendimiz "İslâm,= güzel ahlâktır" buyurmuştur. Kurân’da ve Hadislerde güzel ahlâka teşvik eden birçok güzel söz vardır. Kalem sûresi, 4. Âyet’te: “(Ey Muhammed) şüphesiz sen yüksek bir ahlâk üzeresin." buyrulmuştur. Peygamberimiz de; “İman bakımından mü’minlerin en olgunu, ahlâkı en güzel olup, ailesine karşı en yumuşak, en cömert davranandır.” (Tirmizi.) "Ben ancak yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim." "Mü’minlerin îmanca en kâmil olanı, ahlâkı en güzel olanıdır." "İçinizden en çok sevdiklerim ve kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız, ahlâkı en güzel olanlarınızdır" buyurmuşlar. (Muvatta, Hüsnu'I-Hulûk, 8.)
İşte bu nedenlerledir ki, Hz. Muhammed’e henüz peygamberlik verilmeden önce bile, müşrikler tarafından "Muhammed’ül-Emin" denilmekteydi. Müşrikler, kıymetli mücevherlerini bile O’na (sav.) emanet ediyorlardı…

Kur’an-ı Kerim; adaleti, ahde vefayı, affetmeyi, alçak gönüllülüğü, ana-babaya itaati, sevgi, kardeşlik, barış, güvenirliliği, doğruluk, birlik ve beraberliği, iyilik, ihsan, iffet, cömertlik ve merhameti, müsamahayı, hoşgörüyü, tatlı dilli olmayı, güler yüzlülük, temiz kalplilik gibi güzel ahlâka ait hasletlere teşvik eder. Zulüm, yalan, haksızlık, riya, haset, gıybet, iftira, çirkin sözlülük, asık suratlılık, cimrilik, bencillik, kıskançlık, kibir, kin, sû-i zan (yani, niyet okuma), israf, bozgunculuk vb. gibi kötü hasletleri de yasaklar…
“İçinizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği buyurup kötülükten sakındıran bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(Âl-i İmrân sûresi,  3/104.)  “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân sûresi,  3/110.)  ..gibi bir çok ayet ile güzel ahlâkın yayılmasını teşvik eder…

*******

Hal böyleyken, şeytandan ders alan bazı kimseler veya gerçekten pek araştırma yapmayan kişiler şu soruları çokça soruyorlar:
-“..Evet, teşhis ve reçete doğru, fakat Din adına ortaya çıkan öyle kimseler var ki, cihad adı altında, beline dinamitler yerleştirip toplum içinde intihar ederek, nice masumları öldürüyorlar. Kuleleri yerle bir ediyorlar. Ticarette hileler yapıyorlar. Mahallesinde sefalet çekenler varken, saray hayatı yaşayıp defalarca hacca gidiyorlar. Çok gaddar ve acımasız oluyorlar. Bu nasıl ahlâk ve bu nasıl İslâm?!...”

•    Cevap çok net ve kesin: İslâm başka, İslam’ı yaşamak ise bambaşkadır...
Biraz tahlil edelim.
1.)    Doktorunuzun verdiği reçeteyi, evinizin en mûtena yerine asarak mı şifa beklersiniz? Yoksa, okuyarak, inceleyerek, zamanlamalarına ve ölçülerine azami dikkat ederek, anlayamadığınız yerleri eczacınıza danışarak, hattâ bir başka doktora da te’yid ettirerek uygular mısınız?...
2.)    Çok ciddi bir hastalığınız için rast gele bir doktora mı gidersiniz? Yoksa, bir çok konu uzmanlarına danışarak mı en güvenilir doktoru seçersiniz?
3.)    Tahsil için aldığınız kitapları, evinizin en güzel yerine koyarak mı, dönem sonunda sınava girersiniz? Yoksa, o kitapları didik-didik inceler, hatta ücretli takviye kurslara giderek, gereken bilgileri öğrenerek mi sınava girersiniz?...
4.)    Pasaklı ve kirli dolaşanları gördüğünüzde, o pasaklı gezenleri mi suçlu bulursunuz, yoksa temiz suları, sabunları ve deterjanları mı suçlarsınız?...
İşte aynen bunlarda ve benzeri örneklerde olduğu gibi, güzel ahlâkın reçetesi olan Kur’ân-ı Kerim’in saygı ile duvara asılması asla çözüm değildir. Bu biir…

İkincisi: Kur’ân-ı Kerim Kıyamete kadar tüm insanlığın dünya ve ahiret saadetine fazlasıyla yetecek donanımda gönderilmiştir. Ancak, asırların geçmesiyle, teknolojinin ve medeniyetin gelişmesiyle ortaya çıkan başkalaşmalar nedeniyle, her asırda veya erozyon dönemlerinde, peygamber varisleri olan büyük İslam âlimlerine ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı çok iyi bilen yüce Yaratıcımızın, seçerek ve vehbî ilimlerle donatarak gönderdiklerini rehber edineceğiz. Yani, rast gele doktor değil, doğru doktorları tercih ettiğimiz gibi, İslam’ı doğru anlatan imam ve âlimlere yapışacağız… Benden; “asrımızda en etkili güzel ahlak uygulamasından bir örnek” istendiğinde, ilk aklıma gelen KASP TAHİR olayıdır. (Bu olayı daha önce birkaç kez yazdığım için, google’dan ‘kasap Tahir’ yazarak sorgulamanıza havale ediyorum.)

Evet; sadece bir hastalık için parayı esirgemeden seferber olurken, dünya ve ahiret saadetimizi ve mutluluğumuzu netice verecek olan güzel AHLÂK için, niçin seferber olmuyoruz acaba? Niçin o âlimleri bulmuyoruz? Niçin vurdum-duymaz davranıyoruz?...
Oysa ömrümüz çok kısa:

Hz. Musa’nın kavminin ömürleri 300-400 sene olduğu rivayet ediliyor. Musa a.s. bile “..bu kısacık ömrünüzde, dünyada kalıcı binalar yapmaya vakit ayırmayın, yaratılış gayenize göre hareket edin!” buyuruyormuş.
Hele-hele bizler şu çok-çok kısacık ömrümüzde, yaratılış gayemize uygun olarak ne kadar mesai harcıyoruz? Yüce dinimizi doğru anlatanları ne kadar araştırıyoruz?...

•    Şeytan, nefis ve şeytanın muavinleri hiç boş durmuyorlar. Cehenneme aday yetiştirmek için seferber olmuşlar. Üstelik bunu, bu İslâm ahlâkından mahrum bırakılan, o çok ciddi kurumlar yapıyorlar. Bizler ise her şey normalmiş gibi, maalesef hâlâ gaflet içindeyiz.

Reçeteyi çerçeveleterek duvara asan ahmaklar gibi, Kur’ân-ı duvara asmışız, ondan güzel ahlâk ve huzur bekliyoruz. Olacak iş mi bu?...

Kusura bakmayınız; evlerimizde, okulumuzda veya işyerimizde yangın çıktığı zaman, yangın ihbarı çok ta kibar ve nazik olarak yapılamaz. Mutlaka heyecanlanma veya telâş olabilir. Bu konudaki heyecanımı da, konunun ciddiyetine vererek lütfen hoş görünüz…

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.