Nurmend web sitesi üzerinde yayınlanmış olan 31.Ocak.2023 târihli ve “Muhammed Doğan (Molla Muhammed El-Muşî El-Kersî) hocamızın avukatları tarafından yapılan açıklamadır:” diyerek paylaşılan “Kamuoyuna Beyanat” başlıklı ilânâtın içinde, Risâle-i Nûr Cemaatlerine ve Nûr Talebelerine ilişen ifâdelerine binâen icmâli bir tarzda cevâb yazma zarûreti hâsıl olmuştur.
Ve bu kadar avukatın birleşerek kaleme aldığı bu beyânât ve ilânât, elbette gâyet bilinçli, maksâdlı ve üzerinde düşünülmüş olduğu gibi, Molla Doğan ve mensûblarının da Risâle-i Nûr hizmetlerine ve oluşumlarına karşı besledikleri düşüncelerini de ortaya koymaktadır. Ve bu beyânât üzerinden, Risâle-i Nûr ve Cemaatlerine karşı kamuoyunda menfî bir algı oluşturulduğunu veya buna gayret edildiğini görüyoruz.
Kendilerinin dile getirmesi üzerine anladığımız FETÖ ile olan sıkıntıları bizi hiçbir şekilde alâkadar etmemekle berâber, Risâle-i Nûr medreselerine, cemaatlerine, oluşumlarına ve okuyanlarına yönelik sarf edilen bu kasıtlı ve maksadlı ifâdeler ve oluşturulmaya çalışılan algı bizi ziyâdesiyle alâkadar ediyor!
Beyânâtlarında sarf ettikleri ifâdelerini paylaşarak başlayalım:
Birinci ifâdeleri:
“Muhammed Doğan 30.07.2020 tarihinde Nurmend sitesinde yer alan açıklamasında; gizli ve açık bazı FETÖ destekli kişilerin tahrikiyle şahsına, yazmış olduğu eserlerine ve devam ettiği hizmet-i Kuraniyeye medya vasıtasıyla ciddi hücumlar, iftiralar ve tezviratlar olduğundan malumatının bulunduğunu beyan etmiştir.”
Kamuoyu bilmelidir ki; Muhammed Doğan’ın kaleme aldığı eserlerine ve bâhusûs Risâle-i Nûr’ların şerhî diyerek yayınladığı kitaplarına dâir yazılan her eleştirinin sâhibi, FETÖ‘ye mensûb değildir. Bunu bu tarzda iltisaklandırmak, irtibatlandırmak; kendilerine karşı eleştiri, tenkîd veya reddiye yazan ve yazacak olanların FETÖ’ye mensûb veya irtibatlı insânlar olduğu algısını oluşturmak için kurguladıkları bir taktik midir bilemiyorum. Zirâ, birden fazla avukatın birleşerek kaleme aldığı bir yazıda, Molla Doğan’ın eserlerini tenkîd edenlerin tamâmının FETÖ ile bağlantılı olmadığını bilmiyor olmaları, mesleklerinin iktizâsına münâfî olması cihetiyle mümkün görünmüyor.
Hâsılı, bu vesîle ile kamuoyu şunu da bilmelidir ki; Muhammed Doğan’ın Risâle-i Nûr hakkındaki neşriyâtlarında yâni yazdığı şerh kitaplarında bâzı hatâlar ve yanlışlar ile birlikte, Risâle-i Nûr’un rûhuna, maksadına ve esâsâtına ve âhirzamanın mümessili olması hasebiyle Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretlerinin Kur’ân’ın irşâdı ve ilhâmı ile açtığı tarz-ı hizmetine muhâlif bâzı ifâde ve beyânları ve yanlış yönlendirmeleri bulunmaktadır!
Bunları da vakti zamânı gelince izâh edeceğim diye geçmişte zikretmiştim. Herhalde bu avukatlar, bu niyetimizi hızlandıracaklar. Yine de yazımızın devâmında buna dâir açılmış bir pencere bulacaksınız.
Makâm münâsebetiyle burada şunu da izâh etmek isterim ki, denilmiş: “Muhammed Doğan, her biri bir tefsir-i Kur’aniyye hükmünde olan birçok eser neşretmiştir.”
Semendel Yayınlarına girip kitaplarına bakabilirsiniz, tefsîr-i Kur’âniyye hükmünde denilen kitapların neredeyse yüzde 95’den fazlasının Risâle-i Nûr’ların şerhleri olduğunu görüyoruz. Yâni, Bedîüzzaman Hazretleri tarafından te’lîf edilmiş olan veya daha açık bir ifâde ile başkası tarafından yazılmış eserlere şerh (açıklama) yazmaktan ibâret. Halbuki “her biri bir tefsir-i Kur’aniyye hükmünde olan birçok eser neşretmiştir.” diyebilmek için, bu ifâdenin gereğini ortaya koymuş olmak lâzım. Risâle-i Nûr külliyatı gibi ciltlerden oluşan ve yaklaşık beşbin sâhifeden müteşekkil ve tamâmen mücerred ve hiçbir kimseden alıntı yapmadan, kendi ilmiyle, fikriyle kaleme aldığı bir külliyat ve tefsîr göremiyoruz.
İkinci ifâdeleri:
“(...) kendisine ve eserlerine karşı yapılan tüm bu itibar suikastlarına ve iftiralara; değil sadece bu zamanda, 60 seneye yaklaşan ilmi hayatının hiçbir döneminde cevap vermemiş, sabırla hep sükut etmiş, ve tüm Müslümanlara da sükutu tavsiye etmiştir.”
Tüm Müslümanları bırakalım, daha kendisine tâbî olan ve peşinden gidenlere sükûtu tavsiye edemediğini ve bu terbiyeyi rûhlarına yerleştiremediğini görüyoruz zirâ, görünen köy kılavuz istemiyor sözü meşhûrdur. Kendisiyle irtibatlı bâzı şahısların sosyal medya üzerinde neler yazdıklarını gördük. Şahsım i’tibâriyle dahi yazmış olduğum;
2- “Ellah mı, Allah mı? – İle İlgili İ’tirâzlara Cevâblar
3- “Hizmet-i Kur’âniye’de Zekât ve Sadakalar”
4- “Selâten Tüncînâ (Münciye) Hakkındaki İddiâya Reddiye” makâlelerimiz sonrasında tarafımıza çok sayıda gönderilen ve yaklaşık iki yıldan fazla devâm eden oldukça saldırgan, kaba ve bâzen de alaylı mektûblara ve yorumlara muhâtab olduk ve hâlen de zamân zamân oluyoruz. Ben şahsım i’tibâriyle bunlara peş kuruş kıymet vermiyorum fakat, umûma sükûtu tavsiye ettiği iddiâ edilen şahsın, umûmu sükût ettirmediğini veya ettiremediğini kamuoyu bilmeli.
Hatta bunu onlar da gâyet iyi biliyorlar ki, daha sonra sitelerinde: “Onları biz tanımıyoruz, bizim bunlarla bir bağımız yoktur” tarzında saflığa yatan bir açıklamada bulundular.
Üçüncü ifâdeleri:
“müvekkilimiz Muhammed Doğan hayatının her safhasında şu millet-i İslamiyye arasında tefrika ve hizibleşmeye yol açan “cı, ci, cılık, culuk” gibi hususi örgütlerin tehlikesine işaret etmiş, bilhassa “Risale-i Nur okuma” adı altında açılan medreselerde dinin temel esasatı olan Kur’an, hadis ve fıkh-ı İslamî okunmadığı ve ta’lim edilmediği için Nurculuk cemiyetlerine girmediğini, kendisinin “Hâdimu’l Kur’an” sıfatından başka hiçbir sıfatı kabul etmediğini defaatle beyan etmiştir.”
EVVELEN:
Kamuoyu bilmelidir ki; “hayatının her safhasında şu millet-i İslamiyye arasında tefrika ve hizibleşmeye yol açan” derken, kendilerinin de “tahşiyeciler” diye tesmiye edildiğini öğrenebilirsiniz. Meselâ, Google’a “tahşiyeciler” diye yazarsanız, başta Vikipedi (wikipedia.org) olmak üzere umûm gazete ve sosyal medya yayınlarında “tahşiyeciler” diye bilindiklerini ve şu millet-i İslâmiyye arasında onların da bir fırka ve bir hizb oluşturduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Tabii artık Tahşiye adıyla değil, Semendel ve Nurmend gibi isimler altında faaliyet yürüttüklerini de bilmelisiniz. Fakat burada iki husûsu beyân edelim, birincisi: Bir isimle anılmak fıtrîdir, âidiyetin tanımlanması ve hitâbın iktizâsıyla gelişir. İkincisi ise, Risâle-i Nûr’un muhteviyâtına ve Bedîüzzaman Hazretlerinin çizdiği istikâmete münâsib olmayan bâzı beyânları ve iddiâları sebebiyle kendilerinin tefrika vazîyetine düşmeleridir.
Hâsılı, Nurculuk denilmesi de böyledir ve belli bir zümrenin âidiyetini ifâdedir. Müsbet olduğu yâni fitne ve nifak sebebi olmadığı müddetçe, bu nev’deki âidiyetleri ifâde eden isimlere tefrikadır denilmez. Zirâ Allah’ın murâdı böyledir. Ne diyor el-Hucurat Sûresi, 13. âyette:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ
“Yani: Sizi tâife tâife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayât-ı içtimâiyyeye âit münâsebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muâvenet edesiniz. Yoksa sizi kabîle kabîle yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabâni bakasınız, husûmet ve adâvet edesiniz değildir!” (Mektûbât)
İşte bu âyetteki hüküm yeryüzünde câridir ve fıtrîdir. Bunun zıllî‘de hayât-ı içtimâiyye’deki farklı birleşmelerdir. Nurculuk denilmesi de bu minvaldedir. Buna altta temâs edeceğiz.
SÂNİYEN:
“‘cı, ci, cılık, culuk’ gibi hususi örgütlerin tehlikesine işaret etmiş, bilhassa “Risale-i Nur okuma” adı altında açılan medreselerde (...)” diye yazılan bu ifâdeler ne kadar insâftan ve vicdândan uzak ve art niyetli ve Bedîüzzaman Hazretlerinin ve risâlelerin de beyânlarına terstir;
Ne demek “örgüt” (!)
Kur’ân ve İslâmiyete Risâle-i Nûr’lar ile hizmet etmeyi gâye edinmiş Nûr Talebelerini bir “örgüt” gibi göstermek ve halkın zihninde bu nev’de bir algı oluşturmak, olsa olsa; dışı farklı, içi farklı olan rûhların bir tezâhürüdür.
Yoksa, bu kadar insânın îmânının kurtulmasına vesîle olan ve yer yüzünde yaklaşık altmış dile çevrilerek umûm insânlığa bir ışık ve nûr olan ve tahakkuku ezelden takdîr edilen ve kader-i İlâhî ve sevk-i İlâhî ile istihdâm edilen Risâle-i Nûr eserleriyle ve şahs-ı mânevîsi ile bir şekilde tanışan ve lillah için hizmet etmeye gayret eden umûm Müslümanlara ve bütün Nûr Talebelerine örgüt yaftalaması yapmak, yapabilmek; sâdece şuursuzluk mes’elesi değildir!
Pek acip bir tevâfuktur ki;
1971 yılında İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde “Nurculuk” davasında, Hazret-i Üstâdımızın Avukatı olan Bekir Berk ile birlikte Fetullah Gülen de yargılandılar ve Fethullah Gülen, diğer maznûnların aksine: “Ben Nurcu değilim” demişti. Ve savunmasında da ‘Müslüman olmak dışında Nurculuk vs hiçbir akıma mensup değilim’” demesi ile, Molla Doğan’ın “Nurculuk cemiyetlerine girmediğini, kendisinin ‘Hâdimu’l Kur’an’ sıfatından başka hiçbir sıfatı kabul etmediğini” beyân etmesi, ne kadar da birbirine benziyor.
Bu arada ‘cı, ci, cılık, culuk’ dedikleri için beyân ediyorum ki, Bedîüzzaman Hazretleri ve Risâle-i Nûr’un muhteviyâtında da bu “cı, ci, culuk” ifâdelerini görebilirsiniz. Meselâ;
“‘Emniyeti ihlâle teşvik ediyor’ demesine mukâbil; yirmi sene zarfında, yüz bin adam Nurcuların, yüz bin nüshâ Nûr Risâlelerinin altı mahkemede ve on vilayette emniyeti ihlâle ve asâyişi bozmağa dâir, on vilâyetin zâbıtaları ve altı mahkeme hiçbir maddeyi kaydetmemesi ve bulmaması, bu acib ittihâmı çürütüyor.” (Şuâlâr)
Herhalde bu zekâvet avukatlar, üstteki paragrafın örgüt ifâdelerine mukâbil de bir cevâb olduğunu anlayabilirler. Gerçi bunula ilgili yazılacak çok şey var fakat şimdilik “cı, ci, cılık, culuk” üzerinden devâm edelim:
“Kırkbeş sene evvel bedevi aşâire olan bu dersler, şimdi Nûr'un şâkirdlerine de bir ders olabilir diye kalbime ihtâr edildi. Ben de Medresetü’z-Zehrâ erkânına havâle ederim. Lüzûmsuz, münâsib olmayan kelimeleri çıkarıp bu zamâna ve Nurculara muvâfık kısmını yazsınlar. Tâ Eski Said dahi bir Nurcu olsun, o zamanda münferid kalmasın.” (Münâzarat)
“İ'lem Eyyühel-Aziz! Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, müslümanları ecnebî âdetlerine ittiba ile şeâir-i İslâmiyeyi terk etmeye dâvet ettiklerinde, Kur'ân Nurcuları böylece müdafaada bulunurlar:” (Mesnevî-i Nûriye)
“Nûr şâkirdleri gibi pek az zahmetle pek çok kıymetdâr hizmet ve pek çok mânevî kazanç elde edenler târihlerde görülmüyor. Ağır şerâit altında bâzan bir saat nöbet bir sene ibâdet hükmüne geçtiği misillü, inşâallah Nurcuların hizmet-i îmâniye ve Kur'ân’iyedeki saatları yüzer saat hükmünde hayırlar kazandırır.” (Emirdağ Lâhikası-2)
Ve daha bunlar gibi niceleri zikredilmiştir.
Başta İmâm-ı Ali ve Gavs-ı A'zam’ın husûsi iltifâtlarına ve himmetlerine mazhâr olan Bedîüzzaman Hazretleri ve Risâle-i Nûr eserlerinin, bu ifâdelere yer vermiş olması; örgüt gibi ithâmlarla haddi aşanların ne derece hatâ ettiklerini ve insâftan uzaklaşarak ifrat ettiklerini ve hissiyatlarının kendilerini nereye sürüklediğini ve hatta nice Nûr Talebelerine ve onların İslâm ve Kur’ân adına yaptıkları îmân hizmetlerine de bir nev’i zulüm hükmüne geçtiğini elbette ehl-i basîret ve ehl-i vicdân anlayacaktır.
SÂLİSEN:
“Risale-i Nur okuma” adı altında açılan medreselerde dinin temel esasatı olan Kur’an, hadis ve fıkh-ı İslamî okunmadığı ve ta’lim edilmediği için” denilmesine gelince ise;
Bütün ilimlerin ana gâyesi ve nihâî maksadı îmândır ve îmâna hizmettir. Bu âhirzamanda îmânını kavîleştirdikten ve Risâle-i Nûr’daki hakîkatleri rûhuna şuurlu bir sûrette nakş ettikten sonra, eğer vaktin de varsa, istidâdın da müsâid ise sâir ilimleri de öğrenebilirsin. Hatta dâhili olsun, hârici olsun ehl-i ilimden gelen taarruzlara karşı elbette bâzı kalemlerin yetişmesi lâzımdır ve onlar bu ilimleri tahsîl ediyorlar ve edecekler de. Amma velâkin; şu âhirzamandaki ümmetin ekseriyetini ve her mertebedeki insânı kurtaracak öyle bir ilâç ve reçete lâzımdır ki; çok hızlı bir tarzda hastalıklarına te’sîr etsin, ivedilikle îmânlarını kurtarsın çünki, îmânsız Cennete girilmiyor! Hadis usûlü, fıkıh usûlü, tefsîr usûlü ve sarf-nahiv okumayan fakat îmânı olan biri Cennete girebilir. Hem îmân olmayınca, bu ilimlerin de bir hükmü olmuyor! İşte bu nedenle, Cennete götürecek o anahtarı herşeyden önce ve biran evvel herkesin eline vermeli.
Bu hakîkate binâen, bu asrın imâmının en mühim vazîfesinin ne olduğunu Risâle-i Nûr haber vermiş:
“Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazîfesinden en mühimmi ve en büyüğü ve en kıymetdarı olan îmân-ı tahkîkîyi neşr ve ehl-i îmânı dalâletten kurtarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitamâmiha Risâle-i Nûr'da görmüşler. İmâm-ı Ali ve Gavs-ı A'zam ve Osmân-ı Hâlidî gibi zâtlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zâtın makâmını Risâle-i Nûr'un şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi işâret etmişler.” (Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî)
Risâlelerin mâhiyetini ve yazdırılma maksadını ve mevcûd asrın şartlarını ve hastalıklarını ve bu asırdaki desîseleri ve tahrîp kuvvetini ve bu şartlar dâhilindeki ümmetin vazîyetini müşâhede edemeyen, doğru teşhîs edemeyen, elbette doğru ve nâfî bir reçete hazırlayamaz.
Hem risâlelerin vuku’nun kader ile ta’yînini ve muhteviyâtının da sevk-i İlâhî ve ilhâm ile zuhûrunu anlayamayan ve bu mezkûr husûslara binâen Risâle-i Nûr ve şahs-ı mânevîsinin vazîfeli olduğunu idrâk edemeyen bir tâifenin yazdığı risâle-i nûr şerhlerinin, ne derece risâlelere şerh olup olamayacağını da herkesin iz’ânına ve basîretine havâle ediyoruz.
İşte yazımın başında bahsettiğim Molla Doğan’ın şerhlerindeki ehemmiyetli hatâlardan biri de budur!
Ayrıca bizler, İmâm-ı Ali’nin ve Gavs-ı A’zam’ın ve Osmân-ı Hâlid’i gibi zâtların işâret ettiği bu dâire-i Nûriye’ye ve kudsîyeye sıkı sıkı sarılmışız ve buna da nihâyetsiz şükür ediyoruz ve böyle kudsî ve mânevî zâtların tebşîrleriyle ilân ve ihbâr edilmiş olan bu yolu hiçbir şeye değişmiyoruz ve yolumuzu Risâle-i Nûr’un muhteviyâtı ve irşâdı ile tam buluyoruz, bunun aksi olan sedâlara da kulak vermiyoruz.
Örgüt gibi yaftalamaları da sâhiplerine iâde ediyoruz!
Dördüncü İfâdeleri:
“müvekkilimizin şahsı, dersleri ve neşrettiği eserler hakkında son zamanlarda bilhassa sosyal medya mecrasında çeşitli tezviratlar, yalan ve asılsız iftira kampanyaları artmış bulunmaktadır. Bu tazyikatın arkasında, sinsi bir şekilde hareket eden ve Muhammed Doğan hocamızın şahsıyla, eserleriyle, hukukuyla oynamayı kendilerine adeta bir meslek edinmiş bazı eski ve yeni Fetö ve zındıka maşaları ile, bu örgütlerin devlet kademeleri ve diğer cemaatler içerisine gizlenmiş bazı elemanlarının bulunduğu bilgimiz dahilindedir.”
Bu husûsta kendileriyle uğraşan FETÖ mensûbları olabilir, kendileri aleyhinde yazanlar da bulunabilir fakat bunların hiçbiri bizi bağlamıyor. Risâle-i Nûr’un bir talebesi olarak, Risâle-i Nûr’a ve müellifine taalluk eden her mes’ele ile alâkadarım. İşte bu sebebe binânen bu yazıyı kaleme aldım ve bütün cihâna da sesleniyorum ki; Molla Doğan’ın yazdığı şerhleri veya onun eserlerini eleştiren veya tenkîd edenlerin hepsi FETÖ ile iltisaklı, râbıtalı değildir ve öyle telakkî edilmesi mânevî bir cinâyettir.
Elbette dâire-i İslâmiyye ve ilmiyye içinde her türlü fikriyata karşı on dört asırdır reddiye yazanlar, tenkîd edenler olmuştur ve olmaya da devâm edecektir.
Cümlenizi Risâle-i Nûr’un muhteviyâtına ve şahs-ı mânevîsine emânet ederek müsaadenizi istiyorum.
Allah’a emânet olunuz.