Semi’: “Gizli aşikâr her şeyi işiten.”
Basîr: “Aydınlık karanlık, uzak yakın, büyük küçük her şeyi gören, müşahede eden.”
“...Allah’ın âyetleri hakkında münakaşa edenlerin sinelerinde, ancak, yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, Semi’dir, Basîr’dir.” (Mü’min, 40/56)
Maddeden münezzeh olan Allah’ın işitmesi, insan idrakinin kavrayabildiği ve hayalinin ulaşabildiği her türlü işitmeden münezzehtir; bunların hiçbirine benzemez.
Biz hava unsuru olmaksızın, içimizdeki bir arzuyu muhatabımıza işittiremeyiz. Ama, Allah bizim kalbimizden geçen her arzuyu işitir. Kalbin arzu duyması, sözlü istemeye benzemediği gibi, kalbin sesini işitmek de havada temessül eden kelimeleri işitmeye benzemez.
Bu benzemezliğin bir işaretini Cenâb-ı Hak insanın mahiyetine koymuştur. İnsan, uyanıkken muhataplarını görür ve onların konuşmalarını işitir; bu görmeye göz, bu işitmeye de kulak vasıta olmuştur. Ama rüya âleminde yine muhataplarıyla görüşür ve konuşur; fakat gözleri uykuya dalmış, kulakları bu âlemden ilgisini kesmiştir. Rüya âleminde ne hava unsuru vardır, ne konuşanın ses telleri, ne de dinleyenin kulakları.
Bizim havadan faydalanarak ses tellerimizi hareket ettirmemiz ve aklımızdaki bir mânâyı, böylece kelimelere dökmemiz, onu insanlara işittirmek içindir.
O konuşmanın ilâhî hikmet ve kudrete bakan bir yanı var ki çok önemlidir:
Ağzımızdan çıkan bir kelime havada bir ilâhî mucize olarak milyonlarca kelimeye dönüşür. Hava sayfası bizim konuşmamızla âdeta dolup taşar. Aynı sayfaya, diğer insanların konuşmalarından kuşların cıvıldaşmalarına, gök gürlemesinden suların şırıltılarına kadar nice sesler de yerleşirler. Bu varlıkların kendileri yer yüzünde hoş bir manzara teşkil ettikleri gibi, sesleri de hava sayfasında ayrı bir mucize sergilerler. Ve bu sanat eserini, Cenâb-ı Hak meleklerine ve ruhanilere seyrettirir.
Görmeye gelince: Güneşi ve güneş ışığını, gözü ve göz nurunu yaratan ve bir yağ parçasına görme kabiliyeti veren Allah, böylece bir hikmet ve kudret mucizesi sergilemiş oluyor. Yoksa meleklerin gözsüz görmelerinin de şehadetiyle, görme için mutlaka göz lâzım değildir.
İnsanın görmesi cüz’îdir. Yani bir anda ancak bir yöne bakabilir ve bir şeyi seyredebilir. Başkalarını görebilmesi için nazarını ilk gördüğü cisimden çekmesi gerekir.
Allah’ın bütün sıfatları gibi görmesi ve işitmesi de küllîdir, mutlaktır ve sonsuzdur. Yani, her şeyi birlikte görür ve işitir.
İnsan, karşısındaki şahsın derisinin altını göremediği gibi, kafasında taşıdığı düşünceleri ve kalbinde beslediği arzuları da göremez ve işitemez. Görmesi ışıkla, mesafeyle ve maddî engellerle sınırlıdır; işitmesi de belli frekanslar arasına sıkışıp kalmıştır.
Ama bu insan, o kısa ve sınırlı olan görmesini ve işitmesini kıyas unsuru yaparak, Allah’ın Semi’ ve Basîr olduğunu bilebilir.
Bu ilâhî isimleri düşünen bir mü’min, bütün eşyayı birlikte görmenin ve bütün sesleri beraber işitmenin ancak Allah’a mahsus olduğunu hatırlar. Ayrıca, yaptığı her işin görüldüğünü ve söylediği her sözün işitildiğini düşünerek bu sermayelerini daha dikkatle harcamaya çalışır.
İnsan, kendisine ihsan edilen bu nimetler sayesinde, hem Rabbinin Semi’ ve Basîr olduğunu bilme şerefine erer, hem de renk, şekil ve sesler âlemlerinde tecelli eden ilâhî sanatları hayret ve hayranlıkla tefekkür eder. Sorularla İslamiyet