Bütün dinler toplumsal huzurun hayat bulması için evlilik gibi kutsal bir birlikteliği emredip, teşvik eder. Toplumsal huzurun devamı için, ailevi hayatı temelden sarsan eşcinsellik ve benzeri saplantıları ile zinayı yasaklar.
Ülkeleri içten yıkarak kötü emellerine ulaşmak isteyen derin örgütler ilk iş olarak evlilik yapısını yok etmeye yönelmişlerdir. Bununla ilgili olarak son 10 yılda evlilik dışı birliktelikler, eşcinsellik ve benzeri durumlar gerek filmlerde, gerekse sosyal medya ve toplumsal faaliyetlerde normal bir davranışmış gibi sürekli lanse edilmektedir.
Benzer şekilde bu derin yapılar tarafından gerek resmi kanallarla hukuki yoldan, gerekse din adı altında tavizler verdirilerek toplumlar ahlaki yönden farkına vardırılmadan yozlaştırılmaya çalışılmaktadırlar. Bunu da toplumların güvenini kazanmış çeşitli mesleki örgütler, resmi idareciler ve dini önderler ile yaptırarak gelebilecek tepkiyi azaltıp, kabullenmeyi kolaylaştırmışlardır.
İlk önce cinsel yönelim saplantısı ve cinsel kimlik bozukluğu olan eşcinsellik ve transseksüellikten bahsedelim. Zinayı boşanma başlığı altında anlatacağız.
Eşcinselliği ve transseksüelliği normalmiş gibi gösteren mesleki örgütlerin başında psikiyatri bilimi gelmektedir. Psikiyatri biliminin tanı kategorileri iki ekolden gelmektedir. ICD (Dünya Sağlık Örgütü’nün Tanı Sınıflandırması) ve DSM (Amerika Psikiyatrik Hastalıkları Tanı Sınıflandırması).
Halk arasında eşcinsellik ve transseksüellik sıklıkla karıştırılmaktadır. Hatta bazı transseksüel eğilimi olan kişiler bile bu ayırımı bilmemekte ve yanlışlıkla kendilerini eşcinsel olarak tanımlamaktadır.
Eşcinsellik, homoseksüellik ile aynı anlamdadır. Bir cinsel yönelim bozukluğudur. Pedofilide çocuğa yönelim, eşcinsellikte ise aynı cinse yönelim vardır.
Transseksüellik, kadın olan birinin kendisini erkek, erkek olan birinin kendisini kadın olarak tanımlamasıdır. Cinsel kimlik bozukluğudur.
Toplumları ahlaki ve manevi değerlerinden uzaklaştıran, birçok ruhsal ve fiziksel hastalıklara yol açan transseksüellik, eşcinsellik ve benzeri saplantılarla ilgili olarak psikiyatri biliminde ve hekimler arasında farklı görüşler vardır. Dünya Sağlık Örgütü, ICD-9'da (1977) ruh hastalığı olarak sınıflandırdığı eşcinselliği 17 Mayıs 1990'daki 43. Dünya Sağlık Kongresi'nin onayıyla ICD-10'da hastalık olmaktan çıkarmıştır. ICD-10 (International Classification of Diseases – WHO) sınıflama ölçütü transseksüelliği F64,0 koduyla cinsiyet kimlik bozuklukları adı altında halen bir hastalık olarak tanımlamaktadır.
DSM (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders), eşcinselliği ve transseksüelliği 1970’li yıllara kadar hastalık veya saplantı olarak kabul etmekte ve ona göre çeşitli tedavi yöntemleri uygulamaktaydı. Batıda son 30-40 yıldır eşcinsel ve benzeri saplantıları olanların örgütlenmeleri ve yoğun baskıları sonucunda bu saplantılar DSM’den yani Amerika psikiyatrik hastalıkları tanı sınıflandırmasından çıkarılarak farklı bir kimlik şeklinde kabul edildi.
Peki gerçekten durum böyle mi? Anlattıkları gibi eşcinsellik, pedofili gibi bir saplantı değil mi? Transseksüellik tamamen normal bir kimlik mi? Ne oldu da 1970’ten sonra transseksüellik ve eşcinsellik tamamen normal olarak kabul edildi?
Herkes kabul eder ki tıp ilerledikçe yeni hastalıklar ve yeni tedavi çeşitleri ortaya çıkar. Fakat burada tam tersi bir durum söz konusudur. Siz bilim adamısınız, sabah uyanıyorsunuz ve diyorsunuz ki transseksüellik ve eşcinselliği artık hastalık veya saplantı olarak kabul etmeyelim. Kime ve neye göre böyle bir karara vardınız?
Tıp ilerledikçe bu hastalık yoktur diyemez. Örneğin tıp ilerledikçe şeker hastalığı yoktur diye bir kanıya varamaz. Şeker hastalığının en ince detaylarını bulur, yeni tedavi yöntemlerini ortaya çıkarır. Bilim adamlarının transseksüel, eşcinsel vb. durumlara da bu şekilde yaklaşması lazımdı.
Sonuç olarak; daha önce tanı kitaplarında hastalık veya saplantı olarak geçen transseksüellik ve eşcinsellik benzeri durumlar bir art niyet veya başka bir sebeple kaldırılmış ve zorla herkese bilim adı altında kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Kim bilir belki de bu bilim adamlarının transseksüel eğilimleri ve eşcinsellik benzeri saplantıları vardır, kendilerini halka kabul ettirmek için bu şekilde tanı kitaplarından çıkarıp tamamen olayı normalize etmişlerdir.
Ülkemizdeki hekimler nazarıyla baktığımızda; transseksüellik, eşcinsellik ve benzeri bireyler hakkında batıyı filtrelemeden referans alan psikiyatri camiasında iki yaygın görüş vardır. Bir üçüncü görüş benim de kabul ettiğim ve dinin çerçevesini çizdiği görüştür.
Birincisi; Seküler ruh sağlığı çalışanlarının görüşüdür. Bunlar transseksüellik, eşcinsellik ve benzeri durumları hastalık veya saplantı olarak kabul etmemektedir. Tercih olarak da görmezler. Bunlar, kendilerine başvuran transseksüel eğilimli danışanlarına ve ailelerine ‘‘bu eğilimde olan kişilerin aslında yaratılış olarak kadın olarak yaratıldıkları fakat erkek vücudunda hapis edildikleri’’ gibi bilimle alakası olmayan saçma sapan hezeyanvari söylemlerde bulunarak onları ümitsizliğe itmekte, eşcinsel ve transseksüel örgütlerin kucağına bilerek veya bilmeyerek atmaktadırlar. Ruhlar dağıtılırken orada mıydınız? Hani nerede bilimsellik?
Günümüz modern psikiyatrisinde bu grup hakim olduğu için tanı kitaplarına hastalık olarak değil de yaratılıştan olan doğal bir durum olarak girmiştir.
Delil olarak da yapılan beyin görüntüleme vb. çalışmaları göstermektedirler. Burada sebep-sonuç karmaşası vardır. Bu eğilimlerini fiiliyata dökenlerin veya cinsiyet değişikliği için hormon alanların beyinlerinde ve diğer bazı vücut bölümlerinde değişiklikler meydana gelebilir. Yani onların iddia ettikleri gibi beyindeki değişiklikler sonucu bu fiili işlemezler. Bu fiili işleyenler zamanla ona mübtela ve bağımlı olur, sonuç olarak beyinde bazı değişiklikler meydana gelebilir. Tıpkı eroin, kumar bağımlılarında olduğu gibi… Eroin bağımlılarının, beyinlerindeki değişikliğin sebebi, eroini kullanmalarıdır. Yoksa beyindeki değişikliklerden dolayı eroini kullanmazlar. Bu bilim adamları bilerek sonucu sebep gibi gösteriyorlar.
Konuyla ilgili olarak Zhou ve meslektaşları tarafından yapılan bir araştırmada beyinde nucleus stria terminalis (şehvetin tepkileriyle ilgili bir bölge burada yer almaktadır) adı verilen bölgenin büyüklüğü, kadınlaşmak isteyen erkeklerde, kadınlarınki kadar büyüklükte, erkekleşmek isteyen kadınlarda ise erkeklerinki kadar büyüklükte olduğu bulunmuştur. Cinsel yönelimle (eşcinsellik vb. başka varlıklara haz odaklı yönelim) ilgili bir bağlantı bulunamamıştır. Yani araştırma diyor ki kendini kadın hisseden erkeğin beyni, kadın beyni gibidir. Fakat şöyle ince bir detaydan da çok bahsetmezler. Araştırmadaki transseksüeller daha önce hormon terapisi almıştır. Yani daha önceden erkek, östrojen (kadın hormonu), kadın da testesteron (erkek hormonu) almıştır. Değişimler bundan kaynaklanabilir. Bunları ara form olarak sunmanın ne mantığı var anlamış değilim.
Chung ve arkadaşları 2002 yılında yaptıkları bir araştırmada nucleus stria terminalisin cinsiyete göre değişikliğinin yetişkinliğe kadar oluşmadığını bulmuştur. Bu bulgu sonucunda nucleus stria terminalisdeki farklılığın transseksüelliğe yol açmadığı, bu farklılığın yetişkin çağdaki transseksüel kişilerde oluştuğunu belirtmiştir. Yani transseksüellerin nucleus stria terminalis’leri farklı olduğu için transseksüel değildirler. Transseksüel oldukları için nucleus stria terminalis’leri farklıdır.
İkincisi; Klasik psikiyatristlerin görüşüdür. Eşcinsellik, transseksüellik vb. durumları saplantı ve hastalık olarak kabul etmişlerdir.
Bazı bilimsel araştırmalarda verilen antipsikotik tedavi ile transseksüel kişilerin cinsiyetleri hakkındaki düşüncelerinin düzeldiği tespit edilmiştir. Bundan yola çıkılarak bu kişilerin kendi cinsiyetleri ile ilgili düşüncelerinin yanlış algı yani hezeyan olduğu belirtilmiş ve psikotik bozukluk alt kategorisinde ele almanın daha uygun olacağı bildirilmiştir. Bu akla daha yatkın bir görüştür.
Fakat seküler psikiyatristlerin, psikiyatri camiasında etkin olması ve eşcinsel, transseksüel kişilerin oluşturduğu örgütlenmelerden çekinmeleri neticesinde bu görüşlerini açığa vuramamakta ve cılız bir şekilde sesleri çıkmaktadır.
Üçüncüsü; Bütün dinlerin de belirttiği gibi transseksüellik, eşcinsellik ve benzeri durumlar, ne hastalık ne de yaratılıştan gelen doğal bir şeydir. Bu ve benzeri durumlar kişinin kendi özgür iradesiyle yaptığı sapkınlıklardır. Tıpkı pedofili sapkınlığında olduğu gibi. Bu konu ile ilgili Kur’an’da Lut kavmi bahsine bakılabilir. Lut kavminde hem transseksüel hem de eşcinsel kişiler vardı.
***
Bu örgütlenmeler maalesef Müslüman ülkelerde de resmi statü kazanmıştır. Devlet adamları ve bilim insanları kendi öz kaynaklarını ve değerlerini unutarak batıdan her şeyi filtrelemeden aldıkları gibi bu konuda da benzer şekilde batıya özenmişlerdir. Bazı idareciler cinsiyet eşitliği adı altında eşcinsel ve benzeri derneklerin örgütlenmelerine tavizkar davranmış, sonuç olarak ülkemiz gibi Müslüman ülkelerde bu ve benzeri saplantıları olanların kurdukları dernekler günümüzde resmi bir statü kazanmış ve psikiyatri camiası üzerinde etkili hale gelmiştir.
Çoğu ülkede kanunen icra konumunda olan devlet adamları, bu konuda kanuni düzenleme yapmayarak, eski zamanlarda var olan kanuni düzenlemeleri getirmeyerek din adamları gibi ‘‘yapmayın etmeyin’’ şeklinde vaaz vererek bu üçüncü grubu vazgeçirmeye çalışıyorlar. Ayrıca bu konuda siyasi taraftar kazanma peşinde oldukları ve samimi olmadıkları için bu örgütler elini kolunu sallaya sallaya ahlaki ve toplumsal yozlaşmaya yol açmaktadırlar.
Ülkemizde de maalesef bunların kurdukları derneklerin baskılarıyla rıza olduktan sonra herhangi biriyle her türlü cinsel eylem kanuni düzenlemelerle serbest bırakıldı. Yani buna istekli veya isteksiz bir şekilde alet olan devlet idarecileri batıyı referans alarak eşcinsel birlikteliğin devamına meydan verdi. Resmi idareciler tarafından 2011 yılında imzalanan İstanbul sözleşmesinde, halkın çok bilmediği toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel kimlik kavramları adı altında cinsiyetsizlik, eşcinsellik ve transseksüellik normalize edilmiş ve bundan sonraki süreçte derneklerin kurulması hızlanmıştır.
Daha önce bahsettiğimiz gibi eşcinsel ve benzeri örgütlerin faaliyetlerinin resmiyet kazanmasının toplumsal olarak ahlaki yozlaşmaya yol açtığı ve aile yapısını bozduğu herkesin malumudur. Bu yüzden ülkemizde imzalanan, transseksüel, eşcinsel ve benzeri derneklerin faaliyet alanını genişletip resmi dernek statüsü kazandıran ve zinayı normalleştiren İstanbul Sözleşmesinden bahsetmenin uygun olacağı kanaatindeyim.
Devlet yöneticileri, İstanbul sözleşmesinden resmi olarak çıkıldığını belirtse bile bu tutumları sadece kendine tabi olanların itirazlarını azaltmaya yönelik samimi olmayan siyasi hamleden başka bir şey değildir. Sözleşmeden çıkmak hiçbir şey ifade etmiyor çünkü İstanbul Sözleşmesi’nden yola çıkılarak hazırlanan ve kanunlaştırılan 6284 numaralı yasa halen duruyor ve geçerliliğini koruyor. Asıl onu kaldırmak lazım.
Devlet adamları bu ahlaki dejenerasyonların önüne geçmek istiyorsa nasihat yerine korkmadan gerekli, yeterli ve bize uygun kanuni düzenlemeleri yapmalıdır. İstanbul sözleşmesinin aileyi yıkıcı zararlarından bahsettik peki İstanbul sözleşmesi nedir? Hangi maddeleri sakıncalıdır? Sonraki yazıda ondan bahsedelim.