“Kuddüs ismi şaban-ı şerifin ahirinde Eskişehir Hapishanesinde bana göründü” diyor Bediüzzaman. Neden bir hapishane hayatı içinde görünüyor? Bir edebi eserin ortaya çıkması için muhayyileyi olağanüstü harekete geçiren şeyler mi gerekiyor? Demek öyle.
“Adl isminin bir cilvesi Birinci Nükte gibi Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa göründü. Onu yakınlaştırmak için yine temsil yolu ile deriz.” Burada o kadar baskı ve zulüm ve hapishane şartlarına rağmen uzaktan uzağa görünmüş, ism-i Hakem’in bir cilvesi Ramazan-ı Şerif’te Eskişehir hapishanesinde görüldü.
“Ferd isminin bir cilvesi şevval-i Şerif‘te Eskişehir Hapishanesinde bana göründü.” Merak ediyorum nasıl görünüyor bunlar ona? Hepsinde bu “göründü” fiilini kullanıyor. Bir levha halinde mi, yoksa nasıl ne bilelim, men lem tatmaz lem bilmez. İdraki maali bu kadar sıkleti çekmez, ziya bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
“İsm-i Hayy’ın bir cilvesi Şevval-i Şerif’te Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma geldi.” Burada farklı bir fiil kullanıyor göründü değil de aklıma geldi diyor. Bunu kudsi bir kuşa benzetiyor. Bak o kuş ile macerasına “Vaktinde kaydedilmedi ve çabuk o kudsi kuşu avlayamadık. (Neler olmuş neler) Tebaud ettikten sonra hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-ı ekberin ve nur-ı azamın bazı şualarını muhtasaran göstereceğiz.” Burada bir kuş ile macerasını anlatıyor.
Bediüzzaman büyük bir telifat yapmış. Yaptığı işin selefin dünyasındaki yerini anlatır.
”İsm-i Azam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Mesela imam-ı Ali Radiyallahu Anhın hakkında “Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddüs altı isimdir.”
Üstad da büyük imamın isimlerini anlatmış. Neden acaba onları seçti? Büyük imamın bu isimlerle manevi münasebeti nedir bunu ben bilmiyorum. O neden bunları seçmiş? Anlayan beri gelsin.
“İmam-i Azam’ın ismi Azamı Hakem, Adl iki isimdir. Ve Gavs-ı Azamın ism-i Azamı Ya Hayy’dir. Ve İmam-ı Rabbani’nin ismi azamı Kayyum ve hakeza. Pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i azam görmüşlerdir.”
Kim bilir daha neler var? O eazım-ı ümmet-i İslamın telakkilerine yer vermiş. Hep burçlarda dolaşmış Bediüzzaman. Çocuklarımızın dünyasında Alah’ın isimleri yok. Bunları bu neslin önüne koymayanlar ahirette hesabını verirler. Ahiri ölümdür ne hayaldesin! Her tarafı eczahane dolu. “Bu milletin hastalığı zaaf-ı diyanettir“ diyor Bediüzzaman. Onlara bu ilaçları vermeden rahat yatamaz kimse.
Hazreti Musa on emiri almak için dağa gitmiş büyük bir mutlulukla ümmetine dönmüş. Bir de bakmış ki ümmeti buzağıya tapıyor. Kırkıncı hoca kızdı mı derdi ki “kani akıl?” Büyük Peygamber Hz. Musa, birden ne düşündü? “Ben sizin için Allah’ın emirlerini getirdim, size bak bir hayvana tapıyorsunuz.” Onu Mikalanj gösteriyor, Musa heykelinde oturmuş bir elinde tabletler karşıda bir sapık trajedi, buzağıya tapan ümmet.
Peygamberler büyük sabır örnekleri vermişler. Taif’te taşlanan Hazreti Peygamberi (asm) bütün sağındaki solundaki kozmik varlıkların melekleri “Ya Muhammed söyle bunların üstüne kapanalım, rüzgar olup eselim“ derler. O (asm) sabırla “bunlardan gelecekteki müslümanlar için sabredelim” demiş. Ya Resulallah bize de biraz sabır gönder, ne olur.
İsmi Kayyum için şöyle der. ”Kayyum isminin bir cllve-i azamı Zilkade ayında aklıma göründü. Eskişehir Hapishanesindeki müsaadesizliğim cihetiyle o nuru azamı elbette tamamiyle beyan edemeyeceğim. Bu ismi Kayyum’a dahi evvelki beş esma gibi hiç olmazsa muhtasar bir surette beş şua ile o nur-ı azama işaret edeceğiz.”
Bediüzzaman bahislerle yani ismi azamlarla ilgi genel bilgiler verir.
“Bu çok ehemmiyetli mes'eleler ve çok derin ve geniş İsm-i Kayyum'un cilve-i a'zamı, hem muntazaman değil, belki ayrı ayrı lem'alar tarzında kalbe hutur ettiğinden, hem gayet müşevveş ve acele ve tedkiksiz müsvedde halinde kaldığından elbette tabirat ve ifadelerde çok noksanlar, intizamsızlıklar bulunacaktır. Mes'elelerin güzelliklerine, benim kusurlarımı bağışlamalısınız.
“İHTAR: İsm-i a'zama ait nükteler, a'zamî bir surette geniş, hem gayet derin olduğundan, hususan İsm-i Kayyum'a ait mes'eleler ve bilhâssa Birinci Şuaı Bu risaleyi okuyan eğer mütefennin değilse, Birinci Şuaı okumasın veya âhirde okusun; ikinciden başlasın.} maddiyyunlara baktığı için, daha ziyade derin gittiğinden, elbette her adam her mes'eleyi her cihette anlamaz. Fakat herkes her mes'eleden bir derece hisse alabilir. "Bir şey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz." kaidesiyle, "bu manevî bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum" diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir. İnsan ne kadar koparsa, o kadar kârdır. İsm-i a'zama ait mes'elelerin ihata edilmeyecek derecede genişleri olduğu gibi, akıl görmeyecek derecede inceleri de vardır. Hususan İsm-i Hayy ve Kayyum'a ve bilhâssa hayatın iman erkânına karşı remizlerine ve bilhâssa Kaza ve Kader rüknüne hayatın işaretine ve İsm-i Kayyum'un Birinci Şuaına herkesin fikri yetişmez, fakat hissesiz de kalmaz; belki herhalde imanını kuvvetlendirir. Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azîmdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir. İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî diyor ki: "Bir küçük mes'ele-i imaniyenin inkişafı, benim nazarımda yüzler ezvak ve kerametlere müreccahtır."