Esmâ-yı hüsnâ ile hemhal oluyoruz yıllardır. Gerek tesbihatlarda, gerek Cevşen’ül Kebir’de sık sık zikrettiğimiz, Risâleler vasıtasıyla anlam derinliklerinden inciler çıkardığımız güzel isimler...
Kâinatın her bir zerresinde tecelli eden bu ilâhi isimlerle bu derece içli dışlı oluşumuz, onları hayatımıza sokmak için bir mükellefiyet sunuyor bizlere.
Almanya’da yaşadığım 5 yıl zarfında müşahede ettim ki, toplumlar kâinattaki şeylerin ve oluşların temel kodları olan o güzel isimlere uyumlu yaşadıkları ölçüde muvaffakiyeti elde ediyorlar.
Almanlar hayata soktukları o isimlerin Allah’a ait olduğunu idrak edemeseler de, pek çok işlerinde fıtratın saf dilini yakaladıkları için başarılı oluyorlar.
Mesela kâinatta tecelli eden Kuddûs isminin bizim gibi farkında değiller ama, o ismin yansımalarını hayatlarına sokmada oldukça mâhirler.
İşçisinden fabrikatörüne, her hafta hiç üşenmeden evlerinin önünü temizlemeyi bir görev biliyorlar.
Kehrwoche dedikleri bu iş, aslında kâinatta tecelli eden Kuddûs ismini sosyal hayatın bir gerçeği kılmaktan başka da bir şey değil.
Aslında bu ismin gerçek değerini bilen ve onun mana tabakalarında Risale-i Nurlar vasıtasıyla sık sık dolaşan bizlerde görülmesi gereken bir haslet bu Kehrwoche temizliği.
Yine Hayy ismini sadece dillerimizle zikretmekle yetinmekten öte, betonlaşmış dünyamızdaki ölgün topraklara her çeşit hayvan ve bitkiyi birer Hayy sancağı gibi dikmek mükellefiyetimiz var.
Bu noktada Hz. Nuh'un gemisine her canlıdan birer çift alınmış olmasının esmâ-yı hüsnâ boyutundaki hakikatini de çok iyi anlamış oluruz.
Acaba bugüne kadar kaçımız, kaç ağaç diktik çevremizde? Acaba sokaklarda sersefil dolaşan hayvanların hayatlarını daha kaliteli kılıp merhamet-i ilâhiyi celb etmek adına hangi çalışmaları yaptık?
Almanya’nın hangi bölgesinde dolaşırsak dolaşalım, 2 büyük dünya savaşının enkazından doğmuş bu ülkenin her bir karışının cıvıl cıvıl hayat kaynadığını, yeşilin binbir tonunun Hayy ism-i şerifini zikrederek her yerde bizleri selamladığını itiraf etmek zorundayım.
Çocuklarımızı düşünelim sonra... Onları beton duvarlar arasında, internet ve bilgisayar oyunu dışında başka bir seçenekleri olmayan, beton bağımlıları haline bizler getirmedik mi yoksa?
Nerede onlar için inşa ettiğimiz oyun parklarımız? Nerede çocuklarımızın gülüşüyle rahmet-i ilâhiyi de güldürecek eğlence alanlarımız?
Sinekleri dahi incitmeyecek kadar merhamet dolu Bediüzzamanların yetiştiği bu topraklarda, çok pahalı ama bir o kadar da ruhsuz koltuklarımızın tırtıklanmasını önlemek aşkına hayatımızdan sürgün ettiğimiz o kedilerin yâ Rahimlerinden mahrum bıraktığımız çocuklarımızın nefretinden, isyanlarından biraz da biz sorumlu değil miyiz?
Sohbet mekanlarına ve evlerimize Rabbimizin doksan dokuz esmâ-yi şerifinden oluşan o sanat abidesi tabloları astık asmasına ama, o isimlerin yağmur gibi yağdığı tabiattaki sanat-ı ilâhi meşherleriyle çocuklarımızı ne kadar buluşturabildik?
Her buz dolabını açışınızda, dünden kalmış ve bozulmuş bir yemek artığıyla ya da küflenmiş bir kaç ekmek dilimiyle karşılaşıyorsanız, elbette suç defalarca okuduğunuz İktisad Risâlesinin değildir.
Çöpe attığımız yemek artıkları, plastik şişeler, kağıtlar gibi geri dönüşümle ülke ekonomisine kazandırılabilecek bütün o nimetleri israf ederek, hangi bereketi, hangi muvaffakiyeti, hangi rahmeti celb etmeyi düşünmüş olabiliriz sonra?
Camileri, kitapları, evleri binbir türlü çiçeklerle süslenmiş bir çiçek medeniyetinin çocukları olarak, bildiğimiz çiçek isimlerinin parmaklarımızın sayısını geçmediğinin farkında mıyızdır?
Mesela diyorum ki, her bir ilçede esmâ-yı hüsna bahçeleri açılsa, yüzlerce farklı hayvan ve bitkinin bulunacağı bu bahçelerde esmâ-yı hüsna uzmanı rehberler, esma kodlarını bir bir deşifre edip insanlara anlatsalar...
Kapımızın önünü temizlemekten tutun da, çöplerimizi geri dönüşümle yeniden kazanmaya varıncaya kadar, aslında imanımızın gerektirdiği bütün faaliyetleri hayata geçirmemiz için daha ne bekliyoruz?
Kuracağımız hayvan barınakları vasıtasıyla, ilâhi merhametin umumi celbine vesile olacak hizmetlerimizi yapmanın zamanıdır şimdi.
Hasta ve ihtiyarlarımızı da unutmamamız gerekiyor elbette. Onların huzuruna yönelik yapacağımız her türlü karşılıksız hizmetin, Rahimiyyet tecellileri olarak bizlere geri döneceğini her daim hatırlamalıyız.
Mahallemizdeki ya da sokağımızdaki kaldırımlarda hala bir tek fidan bile yoksa, köyümüzün ya da ilçemizin boş arazileri çıplak bir çoraklığa mahkum edilmişse, hizmet ehli olarak bu yerlerin ağaçlandırılması için öncelikle bizler öncülük etmek zorunda değil miyiz?
Demem o ki, bugüne kadar zikrederek, fikrederek yüreğimize kazıdığımız Allah’ın güzel isimlerini şimdi sosyal hayatın her bir karışına kazımanın zamanı geldi de geçiyor.
İnsanlığın son umudu olacak esmâ-yı hüsna medeniyetini inşa etmek istiyorsak, hayatın her alanına Allah dedirtmekten başka da çaremiz yok.
O halde şimdi, küresel bir fetih için, cemaat cemaat harekete geçme zamanıdır. Ferdiliğimizden sıyrılıp hayatın bütün köşelerine nüfuz edebileceğimiz kuşatıcı bir tesbihatı kâlen, hâlen ve fiilen yapma zamanıdır şimdi.
Hâlâ ne duruyoruz o zaman? Kapımızın önünden başlayalım tesbihata! (OD)