Gülay Atasoy'un yazısı:
Genç kadın sızlanıyordu: "Eşim ne beni duyar, ne anlar ne de sevdiğini dile getirir. Kendine ait bir dünya kurmuş orada tek başına yaşar. Sonra da bana "hiçbir şeyle mutlu olmayan karamsar kadınsın" deyip işin içinden çıkar.
Evet, evlilikte mutluluğa giden üç basamak vardır: "Duymak, anlamak sevmek." "Duymak" insanı "anlamak" basamağına "anlamak"sa "sevmek" basamağına çıkarır.
Nasıl ki, dilsiz ve sağır bir insanın dilini bilmediğinizden duyamazsınız. Duymadığınız için de anlayamazsınız.
Eşler de birbirlerinin beklentilerini duyup cevap vermezse eşin, sürekli "beni anlamıyorsun?" diye sızlanmasına zemin hazırlar.
Böyle bir eş, eşinin sadece madde boyutunda yanında olur. Ruh boyutunda ise yalnız bırakır. Ruh dünyasının gereksinimlerini yerine getirmez. Anlaşılmadığını düşünen eş ise kendisini yalnız hisseder. Yalnızlığın başladığı evlilikte ise ciddi problemler ortaya çıkar.
Eşler birbirini çok sevse bile birbirlerinin beklentilerinin ne olduğunu anlamadıkları için "Neden beni anlamıyorsun, anlamak istemiyorsun? vb." tartışmaları arasında sevgileri de buza keser.
Birbirlerini anladıklarında, beklentilerine cevap verdiklerinde aralarındaki tartışma kalkar. Anlayış güneşi sevgi buzunu çözmeye, anlayış ateşi sevgi aşını pişirmeye başlar.
Genelde birbiriyle anlaşamayan eşler, ayrı ayrı fert olarak mükemmel insanlardır. Fakat eş olarak bir araya geldiklerinde birbiriyle anlaşamaz hatta ayrılırlar.
Prof. Nevzat Tarhan'ın çok güzel bir tespiti var. Aileyi orkestraya benzetir. Eşlerin her biri çaldıkları enstrümanı tanır, bilir ve dilinden anlayarak çalarsa o orkestrada uyum olur. Aksi halde ortaya kulakları sağır eden bir ses çıkar. Ki böyle bir orkestranın olduğu ortamda bulunanlar orayı terk eder.
İşte ayrı ayrıyken mükemmel olan ama bir araya geldiklerinde anlaşamayan çiftler, kendilerini o orkestranın bir parçası olarak kabul etmez. Çalacağı enstrümanın diğer enstrümana uyum sağlaması gerektiğini anlamadan bildiği gibi çalar. O zaman da eşler arasında uyum olmaz. Her kafadan bir ses çıkar. Aile curcunaya döner. Ve birlik beraberlik de bozulur.
Demek ki, evlilikteki mutluluk formülü "duymak, anlamak, sevmektir". Bu formül evlilikte "biz" duygusunu harekete getirir.
Eşler, "bizim evimiz, bizim çocuğumuz, bizim aşkımız, bizim sevinç ve kederimiz" diye düşünür.
Aksi halde eşlerin "egoları" devreye girer. "Ben seni dinlemek zorunda değilim. Çünkü ben bilirim. Ben anlarım. Ben böyleyim. Beni böyle sev" düşüncesi oluşmaya başlar.
"Ben" duygusunun hakim olduğu ailede despot bir kral ve uyulması gereken kurallar vardır. Aile bireyleri o kurallara uymak zorundadır. Uymayan anında cezalandırılır.
Eşler "biz" dediği zaman ise katı kuralların hakim olduğu despotça baskı ortadan kalkar. Paylaşım başlar. Paylaşımın olduğu yerde ise huzur, saadet ve mutluluk vardır. Çünkü "sıkıntılar paylaştıkça azalır." "Sevinçler paylaştıkça çoğalır".
Zaman