Evet, çok iddialı bir söz. Ancak uygulayanın dilinden olunca anlamlı.
Bediüzzaman şahsına ait olan bir meseleyi beyan etmesinin kalbine ihtar edildiğini ifade ettiği Emirdağ Lahikası 2’nin 9. Mektubunda[i] (erisale) berzahtaki evliyalar temessül edip kendisine helva baklavaları getirseler ve bunu hizmet-i imaniyeye hürmeten yapsalar, onların elini öpüp bu hediyeleri kabul etmeyeceğini bildiriyor. Hem de nefsinin de kalbi gibi bu hediyeleri kabul etmemekliğine rıza gösterdiğini beyan ediyor.
Bediüzzaman’ı bu hakikati beyan etmeye sevk eden bir neden budur ki; bâzı has kerdeşleri ona olan hizmetlerinde dikkatsizlik ediyorlar. Üstadlarına olan ziyade hüsn-ü zanları ile tahmin ediyorlar ki; “Üstadımız istese bâzı ruhâniler ve cinnîler ona hizmet ederler, belki ediyorlar. Hizmet-i Nuriye’de İnayetin âşikarane cilvesi gösteriyor ki, Onun şahsının perişaniyetine meydan verilmiyor. Ve şefkatimize muhtaç değil.”
Bu düşünceleri hizmette bazı kusurlarına sebebiyet veriyor. Mesela; bu mektubun yazıldığı gün Üstada biri araba getireceği halde getirmiyor ve yaya olarak çıkan Said Nursî çok zahmet çekiyor. Bunun üzerine birkaç gün evvel bazılarına söylediği hakikatleri kalbine de gelen ihtar ile beyan ediyor. Zikrettiği hakikatler bunlardır:
- Sırr-ı ihlas, Risale-i Nur’u ve hizmet-i imaniyeyi dünyevî rütbelerine ve şahsım için uhrevi makamlarına alet yapmaktan beni men’ ettiği gibi
- Kendi şahsımın ıstırahatına
- Dünyevî hayatımın güzelce zahmetsiz geçmesine o hizmet-i kudsiyeyi alet yapmaya cidden çekiniyorum.
- Uhrevî hasenatın bâki meyvelerini fâni hayatta cüz’i bir zevk için sarf etmek sırr-ı ihlasa muhaliftir
- Dünyayı terk eden ehl-i riyazet arzu ve kabul ettikleri ruhâni ve cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte en güzel ilaç getirseler, hakiki ihlas için kabul etmemeğe kendimi mecbur biliyorum.
- Hatta berzahtaki evliyalardan bir kısmı temessül edip bana helva baklavaları hizmet-i Kur’aniyeye hürmeten verseler, yine onların elini öpüp kabul etmemek
- Uhrevî, bâki meyvelerini dünyada fani bir surette yememek için nefsim de kalbim gibi[ii] kabul etmeğe rıza gösteriyor.
Bunlarla beraber Bediüzzaman bazı şartlar altında bu gibi ikramı ruhuyla kabul edeceğini beyan ediyor. O şartlar da bunlardır:
- Kast ve niyetimiz olmadan
- İnayet ciheti ile gelen
- Bereket gibi ikramât-ı Rahmaniye
- Hizmetin makbuliyetine bir alamet olduğundan
- Nefs-i emmare karışmamak şartıyla
- Ruhumla kabul ederim…
Mektubun ifadeleri çok açık ve net. Mektubun devamında hıfz-ı İlâhî ve inayet-i Rabbani’ye dair üç misale daha yer veriyor Said Nursî. Onların da her biri bir yazıda ele alınabilir.
Doğrusu bu mektubun mihengine kendimizi vurmak epey mertlik istiyor. Kendimizden gayrını bu mihenge vurmak ise belki de namertlik sayılabilir, en azından haddimiz değildir. Madem herkes kendisi nefsini hesaba çekecek yorum yapmamıza gerek yok.
İkinci grup maddeler için, yani; ruhumuzla kabul edebileceğimiz kısım için ise evham etmeye gerek yok. Yani; kast ve niyetimiz yok iken vehham bir tarzda, ” aman ben ne ettim, dünyaya dair böyle bir neticeyi mi istemişim meğer, yazıklar olsun bana, demek bütün amacım bu imiş haa…” dememize gerek yok. Tabi kast ve niyet olsa ve nefs-i emmare de işin içine karışır ise o zaman başka…
Mektubun son paragrafından bir cümle ile hatime verelim: “Her vakit ihtiyat, ihlas, tesanüd, sebat, sarsılmamak ve vazifemizi yapıp vazife-i İlahiyyeye karışmamak, sırran tenevveret düsturuna göre hareket etmek ve telaş etmemek ve me’yus olmamak lâzım ve elzemdir.”