Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), A'râf Suresi 31-34. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
31 . Ey Âdemoğulları! Her namaz yerinde (ve vaktinde) ziynetinizi alın (namazlarınızda temiz elbiselerinizi giyinin), yiyin, için, fakat isrâf etmeyin! Çünki O, isrâf edenleri sevmez. (1)
32 . De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kıldı?” De ki: “Onlar, dünya hayâtında îmân edenler içindir (kâfirler de bu vesîle ile yararlanırlar); kıyâmet gününde (ise) hâlis olarak (yalnız mü’minlere mahsustur).” İşte (bunların kıymetini) bilecek bir kavim için âyetleri böyle iyice açıklıyoruz.
33 . De ki: “Rabbim, ancak (zinâ gibi) çirkin işleri, onların açık olanını ve gizli olanını, (her türlü) günâhı, haksız yere haddi aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi (asılsız olarak) Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı (aslâ) bilemeyeceğiniz şeyleri söylemenizi haram kıldı!”
34 . Ve her ümmetin (büyük-küçük her topluluğun) bir eceli vardır. (2) Artık ecelleri geldiği zaman, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler!
1- “Hâlık-ı Rahîm (sonsuz merhamet sâhibi ve yaratıcı olan Allah), nev‘-i beşere (insanlığa) verdiği ni‘metlerin mukābilinde (karşılığında) şükür istiyor. İsraf ise şükre zıddır, ni‘mete karşı hasâretli bir istihfaftır (zararlı bir hafife almadır). İktisad ise, ni‘mete karşı ticâretli bir ihtiramdır (hürmettir). Evet iktisad hem bir şükr-i ma‘nevî, hem ni‘metlerde rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat‘î bir sûrette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medâr-ı sıhhat (sıhhat sebebi), hem ma‘nevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem ni‘met içindeki lezzeti hissetmeye ve zâhiren lezzetsiz görünen ni‘metlerdeki lezzeti tatmaya kuvvetli bir sebebdir. İsrâf ise, mezkûr (bahsedilen) hikmetlere muhâlif olduğundan, vahîm (çok zararlı) netîceleri vardır.” (Lem‘alar, 19. Lem‘a, 146)
2- “Mâdem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette dâimâ gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mes’ele karşısında bîçâre (çâresiz) insan, o i‘dâm-ı ebedî (ebedî yokluk), o dipsiz, nihâyetsiz haps-imünferidden (yalnız başına içinde kalacağı hapisten) kurtulmak çâresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkîye, bir saâdet-i ebediyeye ve âlem-i nûra açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi, o insanın dünya kadar büyük bir mes’elesidir.” (Gençlik Rehberi, 13. Söz, 4-5)