Bismillahirrahmanirrahim
Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise, hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet ve Cemaat onu ihtiyar etmiş. Fakat, maatteessüf, Ehl-i Sünnet ve Cemaat perdesi altına Vahhâbîlik ve Haricîlik fikri kısmen girdiği gibi, siyaset meftunları ve bir kısım mülhidler, Hazret-i Ali'yi (r.a.) tenkit ediyorlar. Hâşâ, siyaseti bilmediğinden hilâfete tam liyakat göstermemiş, idare edememiş diyorlar. İşte bunların bu haksız ithamlarından, Alevîler Ehl-i Sünnete karşı küsmek vaziyetini alıyorlar.
Halbuki, Ehl-i Sünnetin düsturları ve esas-ı mezhepleri, bu fikirleri iktiza etmiyor, belki aksini ispat ediyorlar. Haricîlerin ve mülhidlerin tarafından gelen böyle fikirlerle Ehl-i Sünnet mahkûm olamaz. Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali'nin (r.a.) taraftarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali'yi (r.a.) lâyık olduğu senâ ile zikrediyorlar.
Hususan, ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve Şah-ı Velâyet biliyorlar. Alevîler, hem Alevîlerin, hem Ehl-i Sünnetin adâvetine istihkak kesb eden Haricîleri ve mülhidleri bırakıp ehl-i hakka karşı cephe almamalıdırlar. Hattâ bir kısım Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terk ediyorlar. Her ne ise, bu meselede fazla söyledik; çünkü ulemanın beyninde ziyade medar-ı bahis olmuştur.
Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak elzemdir. (Lemalar sh. 31)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
İFRAT : Aşırı, aşırılık, haddinden geçme, pek ileri gitme.
TEFRİT : Normalin altında kalmak, ifradın zıddı.
İSTİKAMET : Doğruluk, nâmuslu hareket; yön, cihet.
HADD-İ VASAT : Orta yol. En mâkul tarz.
İHTİYÂR : İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme, isteme; arzu etme.
MAATTEESSÜF : Üzülerek; üzüntüyle ifâde etmek gerekir ki.; yazıklar, teessüfler olsun; ne yazık ki.
MEFTUN : Aşık, aşırı bir sevgiyle bağlanmış, tutkun. Fitne ve belâya tutulmuş olan.
HİLÂFET : Halîfelik, Peygamberimizin vekili olarak din ve dünya işlerinde umûmi reislik; Allah adına ve yine Onun izniyle yaratılmışlar üzerinde bir takım tasarruflarda bulunma.
LİYÂKAT : Lâyık olmak, iktidar, ehliyet.
İTHAM : Suçlama.
İKTİZÂ : Gerekme, gerektirme, lazım gelme, işe yarama, icab etme.
MÜLHİD : Dinsiz.
ADÂVET : Düşmanlık, kin.
İSTİHKAK : Kazanılan şey, hak edilen.
KESB : Çalışmak, emek sarf etmek, işlemek, yapmak, kazanmak.
MÜLHİD : Dinsiz.
HARİCÎLER : Ekseriyeti Temim kabilesinden olan ve Sıffin Savaşında hakem olayını kabul etmeyerek, # Hüküm, yalnız Allah'ındır# diyerek, Hz. Ali'nin ordusundan ayrılan taassublu ve âsi topluluk. (Hicri 34, Miladi 657)
VAHHÂBÎLİK : Muhammed İbn-i Abdulvehhab'ın sebep olduğu, İslâmî bazı meselelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricine çıkan Müslüman bir akım.
İTTİHAZ : Kabul etme, kabullenme, edinme.
NİZA : Çekişme, kavga.
RABITA-İ KUDSİYE : Mukaddes bağ. Kusursuz ve noksansız bağ.
İFTİRAK : Ayrılmak, dağılmak.