Bediüzzaman Said Nursi:
Gazeteler iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı Islâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki:
Ey gazeteciler! Edipler edeplí olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı. Ve onlann sözleri, kalb-i umumî-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i hâlisa tanzim etmeli. Halbuki, siz iki kıyâs-ı fâsidle, yâni taşrayı İstanbul’a ve İstanbul’u Avrupa’ya kıyas ederek efkâr-ı umumiyeyi bataklığa düşürdünüz.
Ve şahsî garazlan ve fikr-i intikamı uyandırdınız. Zira; elif bâ okumayan çocuğa felsefe-i tabîiye dersi verilmez.
Ve erkeğe tiyatrocu karı libâsı yakışmaz: Ve Avrupa’nın hissiyatı, İstanbul’da tatbik olunmaz.
Akvâmın ihtilâfı, mekânların ve aktârın tehâlüfü, zamanların ve asırların ihtilâfı gibidir. Birisinin libası, ötekinin endamına gelmez.
Demek Fransız Büyük İhtilâli, bize tamamen hareket düsturu olamaz. Yanlışlık, tatbik-i nazariyat ve muktezâ-yı hali düşünmemekten çıkar.
(Divan-ı Harb-i Örfi, Beşinci Cinayet)
Sözlük:
Kıyas-ı fâsid: Bozuk, yanlış kıyas, karşılaştırma.
Efkâr-ı umumî: Kamuoyu, umumun ortak fikri, meyli.
Müteeddip: Edeplenme, terbiye olma.
Kalb-i umumî-i müşterek-i millet: Milletin genelinin ortak hissi.
Akvâm: Kavimler, milletler.
Aktâr: Çaplar ve yönler.
Tehâlüf: Birbirine zıt olmak, birbirine uymamak.
Tatbik-i nazariyat: Teorinin pratiğe dönüşmesi. Fikrin uygulamaya geçirilmesi.