Bismillahirrahmanirrahim
İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.
Evet, ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur'ân-ı Hakîmin "Her nefis ölümü tadıcıdır." (Âl-i İmrân Sûresi: 3:185.) "Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (Zümer Sûresi: 39:30.) gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar;
Tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefs-i emmâre o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup, uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevâidi pek çoktur. Hadiste … "Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz" diye bu rabıtayı ders veriyor.
Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı, ehl-i tarikat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, âkıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar. (Lemalar İhlas Risalesi)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂKIBET : Son, netice.
DESÎSE : Gizli hile, oyun, aldatmaca hareketler.
EHL-İ HAKİKAT : Hakîkat ve gerçekleri bulan kimseler.
FÂNÎ : Geçiçi, sonu olan, son bulan.
FARAZÎ : Var farz edilerek.
FEVÂİD : Faydalar.
HİZMET-İ KUR'ÂNİYE : Kur'ân hizmeti. Kur’anın hakikatlerini yaymak için çalışmak.
İHLÂS : Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakîki ve esas gaye etmeyerek, yalnız ve yalnız Allah rızâsını esas maksat edinmek.
İHLÂS-I ETEMM : Tam ve mükemmel ihlâs.
İZÂLE : Ortadan kaldırma, yok etme.
KABR : (Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer. (Bak: Âlem-i berzah)
KUR'ÂN-I HAKÎM : Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur'ân.
MENŞE : Birşeyin çıktığı yer, kaynak.
MESLEK-İ HAKİKAT : Hak ve hakikat mesleği, yolu.
MEVT : Ölüm; hayatın sona ermesi.
MUHÂFAZA : Korumak.
MÜESSİR : Tesirli, dokunaklı.
MÜLÂHAZA : Dikkatle bakmak, düşünme, iyice düşünüp bir işin hakikatını incelemek.
MÜSTAKBEL : İlerideki, gelecek; gelecek zaman.
MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.
MÜTEESSİR : Tesir altında kalmış, üzülmüş veya sevinmiş, hissiyâtına dokunmuş, üzüntülü.
NAZARAN : Nisbeten, nisbetle kıyaslıyarak. * Bakarak, görerek.
NEFS-İ EMMÂRE : Kötülüğü teşvik eden, emreden nefis.
RÂBITA-İ MEVT : Ölüm bağı; hazır zamanda ölümü ve dünyanın fânî olduğunu düşünerek nefsin tehlikelerinden kurtulmaya çalışmak.
RİYÂ : Özü sözü bir olmamak, inandığı gibi hareket etmeyiş, gösteriş, iki yüzlülük.
SEVK : Önüne katıp sürme.
SÜLÛK : Belli bir gruba girme, bir yolu tâkip etme, bir tarîkata bağlanma, mânevî terakkî mertebelerinde devam etme.
TAHAYYÜL : Hayâle getirme, fikir kurma, hayalde canlandırma.
TARÎKAT : Yol, mânevî yol; kalbi dünyanın fânî işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlamak.
TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama.
TEVEHHÜM-Ü EBEDİYET : Ebedî zannetme, sonsuz yaşama zannı.
TÛL-İ EMEL : Bitmeyen arzu.
ZAMAN-I HÂZIR : Şimdiki zaman.
ZİKRETMEK : Söylemek, ifade etmek, anmak.