Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Hacc 5-6. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
5 . Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şübhe içinde iseniz, artık muhakkak ki biz, sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan, sonra da (ne) yaratılmış (ne de) yaratılmamış (henüz kemâle ermemiş) bir mudgadan yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. (*) Artık dilediğimizi muayyen bir vakte kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebekolarak çıkarırız; sonra da gücünüz kemâle ersin diye (sizi büyütürüz). İçinizden kimisi (yaşlanmadan) vefât ettirilir, kiminiz de ömrün en rezîline (bunaklık çağına) ulaştırılır ki, biraz bilgiden sonra bir şey bilmez olsun! Ve (sen) yeryüzünü kupkuru görürsün; fakat onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her çift (her cins) güzel bitkiden yetiştirir.
6 . İşte bu (yaratılış), şübhesiz ki Allah’ın gerçekten Hakk olması ve muhakkak ki ölüleri O’nun diriltmesi ve şübhe yok ki O’nun, herşeye hakkıyla gücü yetmesindendir.
(*) Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’da “nutfe” ta‘bîri; bazen meni içinde erkek spermlerini ihtivâ eden sıvıya, bazen ana rahmindeki döllenme mahalline kadar sağlam olarak ulaştırılan sperm topluluğuna, bazen de spermle döllenmiş kadın yumurtasına (zigot’a) denilmektedir. Burada insanın yaratılış safhaları olarak zikredilen devrelerden “alaka”, ana rahmi duvarına tutunmuş asılı bir hücre topluluğu hâlindeki döneme, “mudga” ise, dişle çiğnenmiş ete benzeyen bir cenin safhasına denir. (Sadler, 27-71)
“Vücûd-ı insan, tavırdan tavıra geçtikçe acîb ve muntazam inkılâblar geçiriyor. Nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lâhme (kemik ve ete), azm ve lâhmden halk-ı cedîde (yeni bir yaratılışa) yani insan sûretine inkılabı, gāyet dakik (ince) düsturlara tâbi‘dir. O tavırların herbirisinin öyle kavânîn-i mahsûsa (husûsi kānunlar) ve öyle nizâmât-ı muayyene (belirlenmiş intizamlar) ve öyle harekât-ı muttarideleri (düzenli hareketleri) vardır ki; cam gibi, altında bir kasd, bir irâde, bir ihtiyar, bir hikmetin cilvelerini gösterir. (...)
Acabâ mümkün müdür ki: Bu derece nihâyetsiz bir kudret ve muhit (kuşatıcı) bir hikmet ile rubûbiyet eden (herşeyi terbiye ve idâre eden) ve zerrattan tâ seyyârâta (zerrelerden gezegenlere) kadar bütün mevcûdâtı (varlıkları) kabza-i tasarrufunda (tasarrufu altında) tutmuş ve intizam ve mîzan (ölçü) dâiresinde döndüren Sâni‘-i zü’l-Celâl (celâl sâhibi ve herşeyin san‘atkârı olan Allah), ‘neş’e-i uhrâ’yı (tekrar dirilmeyi) yapmasın veya yapamasın! İşte çok âyât-ı Kur’âniye, şu hikmetli neş’e-i ûlâyı (ilk yaratılmayı) nazar-ı beşere vaz‘ ediyor (insanın gözüne gösteriyor). Haşir (dirilme) vekıyâmetteki neş’e-i uhrâyı ona temsîl ederek istib‘âdı izâle eder (akıldan uzak görmeyi giderir).” (Sözler, 29. Söz, 198-200)