“…İnkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler.” (Fetih, 29)
“Müslümanların birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)
***
Arakan’da Müslümanlar hunharca katlediliyor…
Suriye’de Müslüman kıyımı yaşanıyor.
Filistin’de yarım asırlık kronik katliam her an yaşanıyor.
Ve Mısır’da asrın cinayeti işleniyor.
Rabaiat’ül Adeviyye ve Nahda’da insanlık tarihinin en büyük zalimlerini kıskandıracak nitelikte bir katliam yaşanıyor ve dünya canlı seyrediyor.
Masum insanların kanı dökülürken, gözyaşları sel olurken, yürekler dağlanırken, demokrasi havariliğine soyunan batı dünyası, körfez savaşlarında yarım bıraktığı filmin devamını seyrediyor.
***
Ve işte tam bu hengâmede yaşadığım ilçe bir imtihan veriyordu.
Yaklaşık 6 aylık bir çalışmanın sonucu hazırlanan bal festivali düzenleniyordu.
Bir nevi şenlik yaşanacaktı.
Ülkenin namlı sanatçıları da konser verecekti.
Çevre illerden bile birçok genç bu konsere hazırlanmıştı.
O gün katliamın yapıldığından haberim olmamıştı.
Sanatçılar ekibiyle gelmiş kendileriyle sohbet etme imkânını da bulmuştum.
Konserde buluşmak üzere ayrılmıştım.
Tam o arada meydandaki çalışmaların sürdüğünü gören birçok dost ve arkadaş telefon etmeye başladı.
Sabah meydana gelen katliamı ancak akşam saat beşte duyuyordum.
Duyar duymaz yere çöktüğümü hatırlıyorum.
2200 kişi öldürülmüş on binlercesi yaralanmıştı. (Bu rakamlar ilk etapta duyduğum rakamlardı.Hakikatte kaç kişi şehit olmuş onu Allah bilir.)
Çöktüğüm yerde hayalim beni Mısır’a taşıdı.
Meydanın çığlıklarını duymaya başladım.
Şehit olanlara baktım, onlara ateş edenleri izledim.
Şehit olanlar abdestli olduğu halde onlara ateş edenler de belki abdestliydi.
Mü’minler birbirlerini katlediyordu.
Hayalim o anda Kerbela’ya uçtu.
Bu ümmet abdestli iken peygamber torunlarını da böyle bir dünyalık uğruna katletmişlerdi.
Bu kadar asır geçmiş hala bir ders almamışız.
***
Aman Allah’ım bu nasıl bir kader.
Fiillerimiz bu kadar mı kötü ki bir asırdan fazladır İslam coğrafyası bu kadar kan ağlıyor.
Kadere bu fetvayı hangi fiillerimiz verdiriyor.
Epey zaman sonra oturduğum yerden kalkıp dilimde ve kalbimde dua ve beddualarla birlikte arabaya atlayıp telefonların çekmediği bir köye doğru yol aldım.
Bugün topyekûn önemli bir imtihanı verme zamanı gelmişti.
Benim gibi birkaç kişinin feveran etmesi yetmiyor.
Belki doğru belki yanlış ama kendi kendime bir kıstas düşündüm.
Ben kimseyi aramayacak kimseye bir istekte bulunmayacaktım. Eğer ki bu toplum bu gençlik, sanatçısıyla birlikte bu acıyı ruhunda hissederse kendiliğinden iptal olacaktı.
Ve bu iptal Rabbi Rahimin nezdinde de kabul görecek bir nitelik taşıyacaktı.
Yok, eğer Mısır'da feryad-u figanlar arşa çıkarken bizimkiler de kendi keyiflerini sürdürürlerse işte o zaman yandığımız gündü.
Gelecekle ilgili artık bir ümit taşımayacaktım.
En azında yeni bir nesil türeyene kadar…
Kalbimde dua dilimde bedduayla köye gidip gelene kadar tedirginlikle nefes alıyordum.
Ya “helakı hak eden bir topluluk” olacaktık, yahut geleceğe hükmetme adına kadim bir adım atmış olacaktık.
Eğer zahiren görüldüğü şekliyle bu kadar vurdumduymaz bir topluluk böyle bir duyarlılığı gösterirse, kendi zevkinden feragat ederse oturup şükretmek gerekecekti.
Yoksa…
“Yoksası” içimi ürpertiyordu.
***
Yatsı ezanıyla birlikte ilçeye girip meydana doğru yol aldım.
Görülmemiş ve tahmin edilmeyen bir kalabalık vardı.
Bir an ürktüm.
Zira Ozan sahnedeydi.
Oda ne ozan meşhur türkülerinden birisini söylemiyordu.
Bir ağıt yakıyordu.
Adeta ozanın ağıtı topluluğun hüznüyle birleşmiş önce Mısır’a sonrada arşı alaya doğru yükselip bir niyaza dönüyordu.
“Mısır kan ağlarken ben burada keyif süremem” diye bir kararlılık hâkimdi.
Ardından “bütün etkinlikler iptal edildi” diye karar açıklanınca Rabbime şükrederek eve gidiyordum.
Artık bir beden olduğumuzu anlamaya başlıyorduk.
Yüzyıllar süren bir narkozdan uyanıyorduk.
Artık dualarımız daha gür çıkacak.
Ey menhus ruh artık titre…
“Zîra, şu musîbet, maye-i hayatımız ve ab-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslamiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulade tacil etti. Biz incinirken, alem-i İslam ağlıyor; Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra, meydanda dirilenler var.” (Tarihçe-i Hayat:117)