MÜSLÜMANLARIN BİRİNCİ VAZİFESİ
İrşâd, dini bir emir olup Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Müslümanların içlerinden bir grup bu vaziyeti yapınca diğerlerinin üzerinden düşer. İnsanları irşâd edecek mürşidleri, din bilginlerini yetiştirmek Müslümanlar üzerine farzdır. Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Sizden, insanları hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun.” (Âl-i İmrân, 3/104) buyurulur.
Hakka dâvet ve hayra teşvîk için evveliyetle hakkın ve hayrın mâhiyetine sağlam bir şekilde vâkıf olmak lâzımdır. Zîrâ câhilin tebliğinin, sâdece üslûb itibâriyle değil, belki muhtevâ itibâriyle dahî yanlışlardan berî olması mümkün değildir. O hâlde, bu yolda ilk lâzıme, ilmî ve kalbî sermâyedir. Zîrâ, îmân ve kulluk hayâtının, akıl ve kalb muvâzenesi içinde yaşanabilmesi için, bu iki sermâyeye ihtiyaç vardır.
Öte yandan, dînî meseleleri “zarûrât-ı dîniye” itibâriyle bilmek, ilmen her Müslüman üzerine farz olması sebebiyle, her mü’minin en azından bu temel esasları bilmesi gerekir. Bilmeyenler, “kaş yaparken göz çıkarmak” korkusuyla, ilmî ve kalbî noksanlıklarını sür’atle gidermeye çalışmalı ve bu öğrendiklerini hayâtında tatbik ederek ilmini irfân hâline getirmeye gayret etmelidir. Zîrâ, hakka ve hayra dâvetin tesiri, gönül ufkumuzun derinliğine bağlıdır ki, o da iç dünyamızın feyiz ve rûhâniyet ile dolu olmasıyla mümkündür.
Hazret-i Mevlânâ’nın buyurduğu gibi:
“Bir torbayı doldurmaya çalışırken, alttaki delikten boşaltmamak gerekir.”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları, 2013