Türkiye gündem sıkıntısı çekmiyor. Bir yanda sosyal hayatta yaşanan cinayetler, bir yandan da siyasi “eylem plan”ları. Hani derler ya, “Kabahat samur kürkte olsa, kimse üstüne almaz.”
Aynen onun gibi, son “eylem planı”nı kimse üstüne almak istemiyor.
Hükümet kararlı. Yargıya başvurdu.
Asker, bu planın kendi bünyelerinde hazırlanmadığını söylüyor ve demokrasi oyununda rol kapma telaşında.
Neyse ne…
Kim hazırlamışsa yargı gerekeni yapsın.
İşin siyasi boyutu veya sosyolojik tahlilini konunun uzman kalemşörlerine bırakıyorum.
*
İrtica eylem planının “arkaplanı”na baktığınızda yakın tarihten, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bu milletin inançlarına olan saldırının devamı niteliğinde olduğu görülüyor.
Nedir bu din düşmanlığı? Bu “aleniyet” derecesindeki öfkenin amacı ne?
Eğer tüm mesele “laiklik elden gidiyor” ise bu saçmalık.
Tarihi olaylara bakıp incelendiğinde, sırf Avrupa’nın geçmişine bakıp “laiklik elden gidiyor ve biz o karanlık çağa geri dönüyoruz” vehmine kapılmak yersiz.
Bu toprakların geçmişine bakıldığında, tarihimizin büyük bir kısmında din, sosyal ve siyasal hayat içerisinde baskı unsuru olmamış.
Ya?
Dini hayatın en sıkı yaşandığı dönemlerde bile devlet yönetiminde hem akıl hem de meşveret öne çıkmış.
Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık tarihi buna parlak bir örnektir.
*
Ergenekon davasında deşifre edilen isimlerden de anlaşıldığı üzere, Türkiye’yi derinden yönetenler hep bu “vehimlerle” yaşamış.
Bu vehimlerden anlaşıldığı gibi, farklılıkları zenginlik kabul etmek yerine “düşman” ilan edivermiş, ortak noktalarda buluşmak yerine dışlayıcı olmuş. Sosyal düzene ve siyasi yaşama askere davetiye göndererek gerektiğinde bütün gücüyle müdahale etmiş.
Halbuki farklılıkları zenginlik kabul etmek, ortak noktalarda buluşmak ve sosyal hayata katılımcı olmak bu ülkeyi daha güçlü ve modern bir toplum haline getirmez miydi?
*
Atv’de “Siyaset Kazanı”nda Gazeteci Fuat Uğur ve Nazlı Ilıcak’ın hazırladığı programda bir profesör açıkça “Ben Jakobenim” diyebiliyor, son değerlendirmelere at gözlüğü ile bakıyor.
Jakobenlerin bu ülkede göğsünü gere gere kendilerini deşifre etmesi bir talihsizlik. Ülke için de kayıp…
Çok kullanılır. Ama anlamını tekrar edelim:
“Jakobenizm” kısaca “tepeden inmecilik” demek.
Jakobenizmin tanımı bu kadar basit değil, arkasında koca bir siyaset felsefesi, hatta bilim felsefesi olduğu söylenir.
Özellikleri şunlar:
-İnandığı görüş, eylem için yeterli meşruiyet sebebidir.
Meşruiyetin birincil kaynağı hukuk değil, ideolojisi ve ilkeleridir. Karşıt görüşler ise, yok edilmesi gereken ihanetler ve sapmalarıdır.
-Jakobenizm, güç kullanarak kendi görüşlerini dayatır.
Metodu, ne pahasına olursa olsun ‘devrim’dir, şiddettir, baskıdır.
-Gaye için her vasıta meşrudur.
Devrim, devlet, dava veya ‘cihad’ için hak ve hürriyetler, evrensel hukuk kuralları çiğnenebilir!
-Cahil halk, ‘doğru’yu ve çıkarlarını bilmez.
Öyleyse zorla ‘aydınlatılmalı’ sıkı bir ‘merkeziyetçilik’le yönetilmelidir. (A Dictionary of Political Thought, Taha Akyol, 18,01,98. Milliyet)
*
Görüyorsunuz bu ifadelere hiç yabancı değiliz.
Şu güzelim ülke Cumhuriyetten günümüze kadar işte bu Jakoben gözlüğüyle yönetilmedi mi?
Yazık değil mi o güzelim yıllara?