Eylül’dür Cancağızım…

Serdar ABDULKADİR

Geçmiş zamanlardan birinde radyo marifetiyle duyulan bir nağmedendir: “Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar.”

Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s) Marifetname adlı eserinde insanoğlu ile mevsimler arasında bir bağ kurar.

İnsanın çocukluğunu bahara, gençliğini yaza, olgunluğunu sonbahara, ihtiyarlığını ise kışa benzetir.

Ona göre sonbahar, olgun insanı temsil eder.

Her mevsimin kendine has hususiyetleri vardır.
Sonbahar ise apayrı, bir başkadır.
İlkbahar gibi neşe, vaad etmiyordur…

Ahmet Paşa;

“Nedir bu fasl-ı hazân dediğin nazar kıl kim.
Dü-mûy şekli gibi gösterir sana elvan…”

Beytinde hazan mevsiminin renkleri boz gösterdiğini söyler.
Saçına ak düşmüş insana benzetir doğayı.
Zira sonbaharda tabiatın renkleri, yaşlanan insanın saçının ağarması gibi sararıp solar.

Gündüzün azalması, tabiattaki ekseri yeşilin sararıp solması ve toprakla buluşması Eylül’ün farkındalığını bize anımsatıyor.

Sonbahar, Hazan, Güz hepsi ayrılıklar ve hüzünleri hatırlatıyor.

Kuru ve taşlaşmış topraklar güz yağmurlarıyla ıslanmaya, yapraklar sarıya turuncuya dönmeye başlar…

Bilenler bilinsin diye bildirmişler:
Zeminin sarı fonundan Kabıd, Mümit, Darr gibi isimler yansır.

“Siz gurbettesiniz” diyen tabiatın suskun sedasıdır gelen...
Sonbaharın rüzgârıyla savrulan yapraklar.

Yahya Kemal Beyatlı kalemine konuk ettiği sonbaharı ne güzel anlatmıştır;

“Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur. Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarümar olur.

Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ; Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.

Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir. Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;

Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.. Anlar ki yolcu, yol görünür selviliklere…

Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline, Benzer cihana gelmeden evvelki haline…”

Makamı ali olsun Seyda Bediüzzaman Nursi Said de Zeylû'l-Hubâb’da demiş:

-İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

Evet, hayat apartmanı yıkılıyor.

Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor.

Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor…-

***

Yazar vaktiyle de yazmıştır:

Eylül; gün dökümü gibidir, haşri anlatır dökülen her yaprak, kuruyan her dal yeniden dirilmek, yeniden filiz adına kıyama durmak gibidir…

Eylül içinin döküntülerini döker her ağaçtan…

Bu acibe acayip eczanedeki macun ve tiryaklar, kimyagerin izniyle çeker arzdan dermanlarını…

Küre-i arz da, yorgunluğunu; bir bir silkeler üzerinden ve nöbet değişimi başlar sanki…

Nebatat‘ın raksı durmuş, cezbeleri dinmiştir adeta…

Ağaçlar yerini, rûzigâr senfonisinin, hüzün makamındaki sadalarına bırakmıştır.

Gülistanlardaki güller büker boynunu, bülbül figanla dağlar yüreği, yüzümde savrulan eylül nefesi, bülbülün ağzından figanını alıyor…

El an!
Vakit ses/sizlik.
Bahardan kalma dallarım; tomurlarını dökmekte…

Ayaklarıma bağladığım urganı kesip attım…

Eylüldü!
"O gün"dü! Aşk’a düğümlendiğim…

Yorulmuştum.
Bahardan kalmadır bu yürek ağrılarım...

Bildin mi?

-Eylüldü...

Toynaklarında toz bulutu gibi geçip giden ömür? Sonra içimde hazana gönül koyan bir göç başlıyor…
Turnalarla birlikte.

Kül rengi bulutların seyrinde başlıyor hicret.

Eylüldü diyor; her şeye alıştığım, her şeyden vazgeçtiğim, eylüldü.

Ne vakit yüzükoyun uzansam mevsimlerim yatağına, eylülde tostoparlak oluyor ayakucumdaki gölgem.

Hakikati keşfetmiş bir âşık gibi seyre dalıyorum kâinatı, penceremden rahmet bulutlarının, kapıların açılma emrini beklediğini seyrediyorum.

Aşk ile açılacak kapılar ve döküntüleri toprağa harmanlayacak...

Hele bir toprak çeksin nefesini!.
Ya Hayy…

Sonra güz güneşi vurur alnımıza, sonbaharın içimizde uyandırdığı hüznü, keyfi, yalnızlığı, melankoliyi, ölümü ve yeniden doğuşu, sararmışlığın, çürümüşlüğün verdiği acıyı, anıların yükünün altında ezilişini, geçmişin asla geri gelmeyeceğini, duyduğumuz derin pişmanlıkları ve yeniden başlayabileceğimizi müjdeler bize…

Göz alan sonbahar renklerinde sarının her nev’ini görmek mümkündür, Allah'ın boyası ne güzel!...
Tüm gizemi ve hüznü, nizami hareket içinde seyrediyoruz.

Dirilmek için ölmek gibi bir şey...
Uykuya hazırlanıyor mahlûkat, derin uykulardan uyanmak sonra, ömür döker gibi dalında yaprak, titretiyor rüzgârın saltanatı şimdi.

Ne zaman eylül düşünsem gurbetler dolar içime!

Mevsimlerden eylül...

Eylülde ihtiyarlarım.

Kuşların ardı sıra göçesim gelir, hazanı terk edemem…

-Gazel döker içim, yeniden dirilmek için; Eylülde.

Eylüldür be cancağızım...

Bildin mi?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.