7- Maddi menfaate batan ve sürekli maddiyat için çırpınan günümüz Müslümânlarının sosyal bir köprü vazifesini gören zekât, sadaka gibi hasletlerden uzaklaşmaları
Günümüzde maddiyata karşı aşırı bir rağbet arttı. Maddiyat, mal biriktirmek her problemin çözümü, her hastalığın ilacıymış gibi bir anlayış var. Mal biriktirme hırsı ne yazık ki bizi zaman zaman kredi gibi faiz yollarına bulaştırıp, zekâtın verilmemesine itmektedir. Para pula karşı aşırı hırs sanki ölmeyecekmişiz gibi maddiyata daldırarak çevremizdekilerden, akrabalarımızdan hızla bizleri uzaklaştırmaktadır. Zekâtın verilmemesi ise ihtiyacı olan inananların mahrum kalmalarına, duygusal ve fiziksel olarak bizlerden uzaklaşmalarına sebep oluyor. Gençleri kendilerine bağlayıp farklı menfi olan eylemlerin içine sokmaya ve inançlarından uzaklaşmalarına çalışan nice menfi gruplar bu sırrı bildikleri için onları burs gibi, sosyal yardım gibi maddi desteklerle kendilerine bağlayıp kullanabiliyorlar. İşte Rabbimiz bunun için zengin Müslümânlar’ın, hiçbir maddi karşılık beklemeksizin ve sadece Allah emrettiği için, mallarının zekâtlarını vermelerini farz kılmıştır. Böyle olunca da zekâtı alan Müslümân aldığı malı zenginden değil de Allah’tan bildiği için minnet duygusuyla ezilmekten kurtulmuş olur ve İslâmiyet’e daha çok sarılır. Zekât, fakir Müslümân’ın hakkı olduğu için, toplumdaki fakir gayr-ı Müslümler için ise yüce dinimiz, müsait oldukça sadaka vermeyi tavsiye etmiştir. Böylelikle onların da gönlü hem İslâm’a, hem Müslümânlara ısınmış olur ve hem de toplumda manevi bir köprü görevi de görülerek zararlı düşünce ve eylemlerden de kurtulma vazifesi görülür. Asırlar boyunca İslâm toplumlarında Müslim gayr-ı müslim, zengin fakir, kentliler köylüler vs. grupların barış içinde yaşamalarının en büyük hikmetlerinden biri zekât ve sadakadır.
Zekât dinimizde farz olup İslâm’ın beş şartından biridir. Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde namazla birlikte “namaz kılınız ve zekat veriniz” şeklinde zikredilmiştir.
Bakara Suresi, 83. Ayet’te Rabbimiz: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin" diye buyurarak sosyal köprü vazifesini gören asıl davranışları bize göstermiştir.
Zekât gibi farz ibadetlerin toplumda zayıf duruma düşmesinin sebeplerinden biri de maalesef Kur’an-ı Kerim’in emriyle haram kılınan israfın had safhaya ulaşmasıdır. İktisat etmek israfı önleyen en güzel şeydir. İsrafın önlenmesi malın bereketlenip çoğalmasına, malın çoğalması kanâatın artmasına ve zekâtın verilmesine vesile olur. “Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bi't-tecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi; israf etmek ile zekât vermemek, sebeb-i ref'-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır.16”
Zekâtı engelleyen bir başka duygu ise hırstır. Hırs ile gayret tamamen farklıdır. Gayret; Allah’ın emirlerini yerine getirip daha sonra Allah’ın helal kıldığı ve kazanmamızı emrettiği helal rızkın, ilmin ve faydalı olan herşeyin peşinden Allah’ın rızası koşmaktır. Kazanıldığında şükrü eda edilir ve zekât gibi fakir fukaranın hakkı olan payı verilir. Hırs ise; mal, mülk, sosyal statü, makam, mevki gibi konularda ne şekilde olursa olsun, haram helal demeden, gece gündüz demeden, bedene ve psikolojiye de aşırı yüklenip yıpratarak, câiz olamayacak şekilde arzu edilen ve elde edilmek istenen şeyin peşinde koşmaktır.
Farz ibadetlerimizden sonra helal rızık kazanarak zengin olmak ve fakir fukaranın hakkı olan zekatı vermek her Müslümân’ın boynunun borcudur. Müslümân’ın başkasına muhtaç olacak kadar tembellik etmesi dinen yasaktır. Psikolojik olarak da bir çok bunalımın, sağlıksız yaşamın sebebidir. Toplumda çeşitli sebeplerle fakir duruma düşüp zekata muhtaç duruma düşen bir Müslümân zengin din kardeşlerinin verdiği zekata göz dikip artık çalışmayı bırakması da câiz değildir. Çünkü herkes başta farz ibadetlerini ifâ etmekten sonra çalışmaları yine Yüce Rabbimizin bir emridir. Rabbimiz İnşirah Suresi Yedinci ve Sekizinci ayetlerinde: “O halde bir işi bitirince hemen başka bir işe koyul ve yalnızca Rabbine yönel.” Diye buyurarak bu hakikate nazarları çevirmiştir. Bu düstura yapışmak toplumda bir çok zararlı fikir ve eylemlerin önünü kesecektir.
8- Başta aile içi olmak üzere akrabalık bağlarının zayıflaması ve gençlerin bu boşluğu sosyal medyadan, tanıdığını zannettiği ama tanımadığı kişilerin varlığıyla doldurmaya çalışması.
Dinimiz İslâm akrabalık bağlarına çok önem vermiştir. Akrabalık bağları kuvvetli olan toplumlar şüphesiz her koşulda ve her olumsuzluklar karşısında dimdik ayaktadır. Güçlü bir akrabalık bağı güçlü bir aile bağına bağlıdır. Dinimiz, başta anne babamıza, kardeşlerimize olmak üzere akrabalarımıza sahip çıkmamızı emir buyurmuştur. Onun için zekat gibi farz yardımlar evvela kardeşler gibi Müslümân ve fakir yakın akrabanın hakkıdır. Başta aile içinde olmak üzere akrabaların hallerini sormak, yardımlarına koşmak, zor günlerinde yanlarında olmak, mutlu günlerini onlarla paylaşmak akrabalık bağlarını güçlendireceği gibi bir çok hayır kapılarının da açılmasına vesile olacaktır. Bu ise gençlerin derdini paylaşmak için, problemlerine çözüm aramak için, sevinçlerine birilerini ortak etmek için tanımadığı kişilere değil, kendi akrabalarına gitmesini sağlayacaktır.
Sosyal medya üzerinden bir çok kez gerçek kimliklerini gizleyip zararlı fikirlerini topluma bulaştırmada sınır tanımayan kişiler aslında gerçek hayata bu pervasızlığı gösteremezler. Çünkü yüz yüze olan diyaloglarda insanlar sınırsız davranamazlar. Ya muhabbet eder, ya çekinir, ya merhamet eder ya da hürmet etmek zorunda kalır. Bu da en azından zararlı kişi ve grupların faaliyetlerini sınırlar.
Sınırları belirlenmiş, kaliteli ve dengeli akrabalık ilişkileri toplumda bir çok olumsuzlukların önünü kestiği gibi bir çok olumlu kapıların açılmasına da vesile olur.
9- Aile içi huzursuzluk, anne baba geçimsizliği
Aile içi huzursuzluğun bir çok ana sebebi vardır. Maddi geçimsizlik, sevmeden evlenme, ya da eşler evlenirken birbirlerinin sadece belli özelliklerine odaklanıp diğer özelliklerini ihmal etme, anne baba olmak üzere ailenin sair fertlerin eşlerin ilişkilerine karışmaları anne baba geçimsizliklerinin ana sebepleridir.
Maddi geçimsizliğin sebebi; ya kanaatsizlik, ya israf ya da işsizliktir. Müslümân sabırla bir işte sebat edip gayretle çalışmalı. Çalışacak işi yoksa gücü ve kabiliyetine göre iş arayışına girişip çırpınmalı. Bu süreçte yaşadıkları problemleri eşi ve çocuklarıyla istişare ederek çözmeye çalışmalı. Çok zor duruma düştüğünde şeref ve haysiyetinden ödün vermeden sosyal yardımlaşma kurumlarına baş vurup, iş buluncaya kadar, maddi destek almalı. Bu süreçte zengin Müslümânların zekat taleplerini değerlendirip geri çevirmemeli. iş bulup alnının teriyle geçimini sağlamanın yollarını aramalı.
Sevmeden evlenmenin sebebi; görücü usulü evlilikler, anne babanın ısrarıyla evlenme, dünyevi ve maddi bazı sebeplerle sonradan uyuşamama, sadece dış görünüşe aldanıp evlilik öncesi hissi olarak yaşanılan beraberlikler (flört) gibi sebepler sıralanabilir.
Şunu belirtmekte fayda var. İslâm flörtü yasakladığı gibi, görücü usulü eş olacak gençlerin birbirlerini sevmeden ve benimsemeden evlenmelerini de yasaklamıştır.
Sehabelerden Mugîre b. Şu`be: "Bir kadına tâlip olmuştuk. Rasûlüllah, "Ona baktın mı?" diye sordu. "Hayır", dedim. "Öyleyse onu gör. Bu, aranızı bulmada etkili bir yoldur" buyurdular.17"
Ensar’dan Hidame’nin kızı Hansa, Hz. Âişe’nin huzuruna girer ve şu şikâyette bulunur:
“Babam itibarını arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise istemiyorum.”
Hazret-i Âişe: “Resulullah (a.s.m.) gelinceye kadar bekle.” diye oturtur. Resulullah (a.s.m.) teşrif edince, Hz. Âişe durumu ona anlatır. Resulullah (a.s.m.) hemen kızın babasını çağırtır ve evlenme yetkisini kıza verir.
Bunun üzerine Hansâ Resulullaha (a.s.m.) şöyle der:
“Yâ Resulallah! Ben babamın yaptığı bu nikâhı kabul ediyorum, ancak babaların, kızlarına evlilikte böyle yetkisinin olmadığını bildirmek istedim.18”
Yine bir başka Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz: "Kadın dört şey için nikâhlanır: Malı için, soyu-sopu için, güzelliği için ve dini için... Sen dini bütün olanı seç (ki, sıkıntı çekmeyesin), elin ve evin bereketlensin. 19” Diye buyurarak aslında evlilikte en önemli şartın dindarlık olduğunu belirtir. “Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır.20” Tabi bu dindarlık şartı ahlâki ve huy yönünü de kapsar.
Huzurlu bir aile ortamının semeresi olan terbiyeli evlat yetiştirmenin şartı evlilikten öncesine dayanır. Çocuk terbiyesinin en evvel şartı dindar ve ahlâki sıfatlara sahip bir eş seçmektir. Kadın kendisine gelen kısmetlerin evvela bu kimliğini sorgulayacak. Erkek ise bu kimliğe sahip bir hanım ile evlenmenin yollarını arayacak. Tabi bunun da ön şartı kişinin evvela kendisini dindar ve ahlâki yetkinliğe sahip olarak yetiştirecek. Bu konuda olan uyuşma beraberinde sair konularda da uyuşmayı sağlayıp huzur ortamının yakalanmasına vesile olacak. Bu ortamlarda yetişen çocuklar ise şüphesiz güçlü aile bağlarına sahip olup zararlı cereyanlara kapılmayacaklardır.
Eşler evlenirken birbirlerinin sadece belli özelliklerine odaklanıp diğer özelliklerini ihmal etmenin sebeplerine gelince; görücü usulu, flört gibi nedenlerdir. Onun sakıncaları ve çözüm yolları yukarıdaki örneklerde verilmiştir.
Anne baba başta olmak üzere ailenin sair fertlerinin eşlerin ilişkilerine karışmalarının sebepleri; anne, baba ve ailelerin sair fertlerinin bu konuda yeterli derecede eğitimli olmamaları ve olaya hep hissi yaklaşmalarıdır. Bu konuda en belirgin ve yaygın müdahale ise annelerin tavırlarıdır. Anneler büyüttüğü çocuğunun büyüdüğüne bir türlü inanamamaktalar. Hep kendi tecrübelerini aşılamaya çalışıp onların tecrübe kazanmalarını önemsememekte, çocuğunun kendi eşi karşısında ezileceği algısına kapılıp kendince ezilmemesi için hayat dersi vermeye çalışıp huzurlarının kaçmasına istemeyerek çalışmakta olup yeri geldiğinde yuvaların dağılmasına kadar olayların büyümesine sebep olmaktadırlar. Böyle ortamlarda büyüyen çocuklar fıtratına göre; hırçın, içe kapanık, mutsuz, umutsuz, anne babayı suçlayan ve zaman zaman olaylardan kendilerini sorumlu tutup büyük bir bunalım yaşarlar. Bu bunalım, onların sosyal, ekonomik, eğitim-öğretim, psikolojik hayatlarına büyük zararlar verir. Aileden, çevreden, toplumdan, hatta kendilerinden uzaklaşmalarına, farklı gruplara yaklaşmalarına, madde bağımlılığına ve hatta intihar gibi vakaalara sebep olur.
Karşılıklı iyi niyet, anlayış, sabır, dua ve ibadet aslında bir çok problemi çözecektir.
Devam edecek