RİSALEHABER
Erzurum Risale-i Nur talebelerinden ve medrese alimlerinden Fahreddin Büyükyıldız hoca Hakkın rahmetine kavuştu. Hayatını Kur'an ve iman davasına adayan Fahrettin Hoca, bir çok insanın yetişmesine vesile olmuştu.
"Risale-i Nur okuyarak değil, onların eline Risale-i Nur verip onlara okutarak Risale-i Nur hizmeti yapan Nur talebesi" olarak bilinen Fahreddin Hoca hakkında İbrahim Köse tarafından vefatından önce yazılmış bir yazıyı yayınlıyoruz.
Fahreddin Büyükyıldız hoca...
Efsane adam. Çok uzaklardan gelerek az zamanda çok işler başarıp dönmek için hızlı yürüyen adam. Bir heyecan içerisinde. Onu Nurun elektriği çarpmış. Ömrünü, gayesi uğruna geçiren nadir insanlardan biri.
Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe konuşan ve yazan bir âlim. Günlük konuşmalarında Risale-i Nur dilini kullanan fedakâr bir nur talebesi.
İnce yapılı, uzun boylu, esmer tenli. Bir eliyle bastonunu tutan, diğer eliyle sakalını sıvazlayan garip bir şahsiyet. Yemek yemeyen bir zat. Gittiği her yerde, sofranın hatırı için birkaç lokmadan fazlasını almayan kişi.
Bedeni beyaz sakalıyla ve bükülmüş beliyle yaşlı dururken, ruhu elli yıl öncesinin çevikliğinde genç ve dinamik duran hoca... Konuşmasıyla hala gençlere hizmet aşkı aşılayan ve sadece gündüzleri bir kâse çorba, geceleri de bir bardak süt alarak yaşayan bu sahabe meşrep zat...
Fahrettin Hoca'nın yüzünden hiç eksik olmayan tebessümü, dilinden eksik olmayan "gubani" kelimesi (Hoca'ya has, sevgi ifade eden bir hitap kelimesi) ve elinden eksik olmayan bastonu, onun unutulmayan hususlarıdır. Onun bir ömür boyu gittiği camii ve dershane alışkanlığı ise bu gün seksen yaşını aşmasına rağmen, hâlâ devam etmektedir.
Eskiden Üstad'ın talebeleri "Bizde emeklilik yoktur, hizmette ölene kadar devam etmek vardır" derlerdi. işte bu söz adeta onda tecelli etmiş. Muzaffer Arslan Ağabey'in hizmette son nefesini dershanede verdiği gibi, o da son nefesine kadar dershanede bilhassa öğrenci hizmetleriyle meşgul olarak medresei nuriyede ömrünü Nur'a feda eden zat...
Fahreddin hoca ilmini gizlerdi. Gören onu hoca bile sanmazdı. Hocalığını samimi bir ihlâsla icra ederdi. Kur'anı, namazı, tesbihatı ne ketmeder ne de uzatırdı. İbadetin hakkını verir ama kimseyi usandırmazdı...
Onu asıl efsaneleştiren kitap okutma tekniğidir. Erzurum'un Hınıs ilçesinin her iki tarafı büyük derelerle ve kayalıklarla çevrilidir. Bu kayalar birbirine o kadar çok mesafelidir ki yanınızdan uçan kuşun karşıda nereye konduğunu fark edemezsiniz. Dereye, suyun kenarına inip sonra yukarı çıkmak yarım saatinizi alır. Kilometrelerce uzayan derelerin ve kayabaşlarının Risale-i Nur okunmayan yerlerine rastlayamazsınız.
Fahreddin Hoca, bu kayabaşlarında, yanına aldığı gençlere saatlerce Risale-i Nur okuturdu. Okuttuğunu önce kendisi dinler, tefekkür eder, hayret eder ve açıklardı. Bu kayabaşlarında Prof. Şener Dilek Ağabey'in külliyatı hocama okuduğu söylenirdi. Yıldız Üniversitesi'nde Profesör Faris Kaya'nın, liseli yıllarda, bu kayabaşlarında bağıra bağıra Hocama Risale-i Nur okuduğu anlatılırdı. Bu kayaların dili olsa da neler duyduklarını anlatsalar o zaman belki de yeryüzünde en çok kitap okutan efsane hocayı tanımış oluruz.
Hınıs, yapı itibariyle tarihi bir özellik taşır. Bir zamanlar Bediüzzaman Said Nursi'nin de gelip uğradığı Dere Camii hâlâ ziyarete açıktır. Bu camiin tam tepesinde meşhur Hınıs Kalesi yer alır. Kalenin bitişiği Bahçe Mahallesi'dir. Derenin beri tarafı Karakule Mahallesi'dir. Biraz ileride bir başka dere ve bir başka mahalle olan Sarılı Mahallesi vardır. Fahreddin Hoca'nın evinin bulunduğu mahalle burasıdır. Şehrin diğer yakasında ise Kilisederesi'nden Peyk'e kadar, etrafı yeşillik ve ağaçlık olan dere akmaktadır. Gezilip görülmeye değer bu derelerin ve tepelerin ortasında bulunan Hınıs'ın en çok nur talebesi yetiştiren efsane hocası Fahreddin Hocadır.
Gidip geldiği, oturup kalktığı yerlerdeki kendisi için kurulan sofralardan, kendisine yapılan ikramlardan hiç hoşlanmaz. Onun bu türlü külfetlerden rahatsız olduğunu herkes bilir. Eğer karnı açsa bir iki lokma alır ve kalkar. Bütün ömrü boyunca "Hocalar yemeği çok sever." sözünü lisanı haliyle tekzip etmiştir. O, bir hocadır, hem de yemek yemeyen, kırk kilo ağırlığında bir deri bir kemik kalan hoca Efendidir. Adeta ruh olmuş bir vücuda sahiptir. Bu yönüyle de o efsane bir kahramandır. Ona "Yaşamak için yiyor." demek bile mümkün değildir.
O, potansiyel enerjisini kinetik enerjiye, onu da ışıklı nur enerjisine dönüştürmüş şeklen kara kuru ama manen imanlı, nurlu bir şahsiyettir.
Fahrettin Hoca'nın her gün gidip geldiği bu yolların, Hınıs'ı tanıyanlar bilir, derin vadilerin başındaki sağlı sollu kayabaşlarında gençlere okuttuğu Risale'lerin haddi hesabı yoktur. Şöyle yanına alıp bir iki genç, oturarak derin vadide akan Hınıs Çayı'nın başına, taa karşıdaki çimenlikte otlayan koyun ve kuzuların dünyasına nazır bir halde açarak Risale-i Nur'dan bir yer "Oku gubani" diyerek okuturdu Risale-i Nur'u. Okuturken de arada bir açıklama yaparak saatlerce okuma ve dinleme programını sürdürürdü. Onun bu tür okuma programından geçen Hınıslı (bilhassa mektepli) nur talebelerini üç kuşağa ayırmak mümkündür. Hatırlayabildiğimiz kadarıyla:
Birinci kuşakta olanları, Şener Dilek, Faris Kaya, Abdurrahman Hoca, Nevzat Emin, Ömer Karacaoğlu, İbrahim Alaattinoğlu, Said Ceyhan vb. olarak sayabiliriz.
İkinci kuşakta olanları ise Mehmet Kaplan, Murat Beşiroğlu, Hanefi Ceyhan, Cafer Ceylan, Abdulcelil Altun'nun bulunduğu kuşak.
Üçüncü kuşakta ise Abdulhakem Büyükyıldız, Abdunnur Büyükyıldız, Cevdet Cevleyan, Hüseyin Köse, Abdussamet Yıldız, Yahya Usta, Yakup Ağar, Karslı Bayram Ali Aydın ve Ömer Çağlayan.
O zamanlar Fahrettin Hoca'nın en yakın dava arkadaşları; ders okuttuğu talebeleri, akrabaları ve yakın dostlarıydı. Said Ekinci, onun kardeşleri ve çocukları, Nurettin Hoca (Ceyhan), Suphi Ceyhan, Sofi ve oğlu, Erdal Ağar, Hacı Baki Bingöl ve onun kardeşleri ve bütün ailesi.
Hizmetleri bu dünya levhalarına sığmayacak kadar büyük olan böyle ağabeyleri anlatmak ve onlar hakkında yorum yapmak elbette ki kolay bir şey değildir. Fakat bir şey yazmadan ve söylemeden de geçip gidilmiyor. Bunun içindir ki onun hakkında şunları da yazmadan konuyu kapatamadık:
1-Otuz kırk kilo vücuduyla "toplumda hocaların fazla yemek yediği anlayışını" tekzip eden hoca.
2-Bütün ömrü boyunca insanlara Risale-i Nur okuyarak değil, onların eline Risale-i Nur verip onlara okutarak Risale-i Nur hizmeti yapan Nur talebesi.
3-Mukteza-i hale mutabık hareket eden bir ehl-i hizmet ağabey. Yani karşısındakini sıkıp usandırmadan onunla beraber olan bir psikolog.
4-En kısa bir zamanını bile boşa geçirmeyen bir zat-ı muhterem.
5-Hep dershane ve Risale-i Nur hizmetiyle ilgilenmesine rağmen çevresini ihmal etmeyen; çoluk çocuğuna, eşine ve işine bağlı sosyal bir insan.
6-Namazlarda, tesbihatlarda ve derslerde insanları usandırmadan, onların hakkını da vererek ibadet eden bir abid. Ancak müsait zamanlarda saatlerce Risale-i Nur okutarak bıkıp usanmadan dinleyen ve yer yer de karşıdakinin anlaması için açıklama yapan Muallim.
7-"Hınıs, Tekman, Çat, Karayazı, Karaçoban, Varto, Muş" gibi yerlerdeki Risale-i Nur hizmetleriyle, bilhassa ilk başlangıç zamanlarında, yakından ilgilenen ve oralara sık sık gidip gelen ve oralardaki Nur talebeleriyle hep irtibat içinde olan santral hoca.
8-Hınıs'ın bütün köyleriyle, Hınıs'taki bütün imamlarla ve öğretmenlerle hatta liselerde okuyan bütün öğrencilerle tanışıp diyalog kuran, onlarla müspet ilişkiler içinde bulunan, aynı zamanda devlet erkânıyla da tanışıp onlarla da müspet diyaloglar kuran ihatalı bir kişi.
9-Seksen yaşını geçmesine rağmen hala bütün vaktini öğrenci dershanesinde geçiren beş vakit namazda onlara namaz kıldırarak öğrenci hizmetiyle ilgilenen Ağabey.
10-En mahrem ve en hassas dini meselelerde birçok âlimden farklı düşünerek, bu asrın getirdiği felaketler karşısında bu asırdaki Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur mantığıyla fetvalar verebilen cesur bir âlim.
11- Hizmet ederken, hizmete perde olmayan örnek bir nur talebesi...