Geliri farklı elde edenler, harcarken de farklı mı davranıyor?
İlk iki yazımızda tüketim harcamalarımıza ilişkin zaman ile kent-kır ayırımlarını da dikkate alan analizler yapmış; farklı gelir grubundaki insanların, zengin ve fakir olarak nitelendirebileceğimiz grupların harcamalarını mukayese etmiştik.
Bu yazımızda ise harcamaları yapmak için geliri nasıl kazandığına -maaşlı/ücretli, müteşebbis, emekli gibi- bakarak, gelir elde etme tarzının harcamada oluşturduğu farklılıkları inceleyeceğiz.
· Ana gelir kaynağı gayrimenkul ve menkul kıymetler olan hanehalklarının sağlık, eğitim, eğlence ve kültür harcamaları için daha fazla pay ayırdığı,
· Diğer karşılıksız gelir sahiplerinin[1] harcamalarında ise konut-kira ve gıda giderlerinin harcamaları içindeki payın %55’i geçtiği, ayrıca sağlık harcamalarının da göreceli öneme sahip olduğu,
· Emeklilerin konut ve gıda harcamalarının toplam harcamaları içindeki payının %50’yi geçtiği,
· Maaş ve ücret geliri elde eden grubun harcamaları içinde lokanta ve oteller ile haberleşmenin diğerlerine nazaran öne çıktığı görülmekte olup,
· Müteşebbis geliri elde eden hanehalklarında ise ulaştırma, giyim ve ayakkabı ile alkollü içecekler, sigara ve tütün göze batmaktadır.
Türkiye’deki hanehalklarının harcamalarını, geliri nasıl elde ettiklerine bakarak analize tabi tuttuk.
Şimdi de geliri farklı şekilde elde edenlerin zengin ve fakir olarak adlandırabileceğimiz gruplar içerisindeki hareketlilikleri (2006-2012 döneminde) nasıl olmuştur sorusunun cevabını arayalım.
· Yukarıdaki tabloda ilk dikkati çeken husus maaş ve ücretlilerin toplam gelirler içinde aldığı pay %40,8’den %46,5’e yükselirken müteşebbislerin[2] payın %24,2’den %20,4’e gerilemesidir.
· Sadece bu veriye bakılarak “Maaş ve ücretliler zenginleşirken müteşebbisler fakirleşmektedir” yorumu yapılabilir ancak bu dönemde ana gelir grubu maaş ve ücret olan hanehalkı sayısının 3,5 milyon arttığını, müteşebbis geliri elde eden hane sayısının 900 bin azaldığını da gördüğümüzde bu yorumu yapamayacağımızı anlarız.
Yukarıdaki keskin yorumu yapamamakla beraber, aşağıdaki tabloya baktığımızda şu veriye de dikkat etmek gerekir: Maaş ve ücretlilerin %51,7’si en fazla gelir elde eden grupta iken 7 yılda bu oran %52,7’ye yükselmiş, müteşebbisler için ise %59’dan %55’e inmiştir.
· Maaş ve ücretlilerin toplam gelirden aldığı payın 6 puan artması ve müteşebbislerin payının ise 4 puan düşmesinden daha belirgin olan husus ise; bu artış ve azalışların ilk ve son kategorilerdeki değişiminin orta sınıf olarak da adlandırabileceğimiz 2’nci, 3’üncü ve 4’üncü kategorilere kıyas ile belirgin şekilde daha fazla olmasıdır.
· Maaş karşılığı veya ücretli olarak çalışanların en zengin %20’lik gruptaki ağırlıkları 7 yılda %41’den %48,9’a yükselirken, müteşebbislerin ağırlığı %27,7’den %22,5’e gerilemiştir.
· Bu değişim bize Türkiye’de (kamuda ve özelde) çalışan yönetici sınıfın ekonomik gücünü giderek artırdığını göstermektedir.
· Türk halkı giderek daha az risk almakta, emir-komuta zinciri içinde çalışmayı yeğlemektedir.
· Bu sonucun bir sebebi de artan ve değişen rekabet şartlarına küçük ölçekli iletmelerin dayanamaması ve ölçek ekonomisi[3] gereği işletmelerin büyümesi de olabilir. (Bakkallar yerine marketler, lokantalar yerine restoran zincirleri gibi)
· Dikkati celb eden bir diğer husus ise; karşılıksız transferler ile hanelerarası transferlerdir[4].
· Müteşebbisler ile maaşlı/ücretli grup arasındaki gelir dağılımı değişikliği kadar belirgin olmasa da; karşılıksız transferler ile hanelerarası transferler arasındaki değişim bir eğilimin ilk işaretleri sayılabilir.
· Sosyal transferlerin gelir kaynakları içindeki payı %17,8’den %20,0’ye yükselirken, hanelerarası transferlerin payı %2,9’dan %2,7’ye gerilemiştir.
· Bu durum bir açıdan sosyal devlet olmanın bir gereği olarak yorumlanabileceği gibi, zenginlerin fakir yakınlarına karşı daha duyarsız olduğu ve “yapılması gerekeni devlet yapmalı” düşüncesinin ağırlık kazanmaya başlaması olarak da yorumlanabilir.
· Tahmin edilebileceğinin aksine emekli ve dul-yetim aylıklarının geliri içinde en büyük paya sahip olduğu hanehalkı grubu %23,7 ile 4’üncü gruptur.
· En fakir grubun gelirleri içindeki payı ise sadece %9,3’tür.
Şimdide gelirini farklı şekilde eden hanelerin gelir grupları içerisindeki hareketliliğine bakalım:
1. Diğer sosyal transferlerden1 en fakir ilk iki grubun aldığı paylar azalırken 3, 4 ve 5’inci grubun payları artmıştır.
2. Bunun dışında “diğer gelirler” haricinde gelir gruplarının %20’lik dilimlerinde anlamlı sayılabilecek değişiklik görülmemektedir.
3. Diğer gelirlerde[5] ise en zengin kesimin payı %44,2’den %11,3’e gerilerken özellikle ilk 2 grupta önemli artışlar meydana gelmiştir.
Özetleyecek olursak;
İlk iki yazımız da dikkate alındığında, insanımızın gelir seviyesi ve refahı artmakta, birey kendisi ve kişisel gelişimi için daha fazla zaman ve para harcamaktadır.
Kazandıkça başarılı olmuş sayılırız ama başarılarımızı nasıl tükettiğimiz sorusunun doğru cevabını tavra dönüştürebilmemiz bizi muvaffak kılar.[6]
Kazandıkça birey olarak güçleniriz, ama insanca harcayabildiğimiz sürece ferd olarak gerçek varlığımız ortaya çıkar.[7]
Bireyin özgürlük ve hareket alanının genişlemesi; onun becerilerini geliştirmesi, arzu ve isteklerini karşılayabilmesi için önemlidir. Ama bu alandan istifade ile insan birey olmanın ötesinde kendini tanıyabilmeli, kendisi ile tanışmalı ve bireyi ferde dönüştürebilmelidir ki; münferiden bir anlam ifade edebilsin.
Yoksa kalabalıklardaki bir/ey olarak kalır ve zamanla kayboluruz. Kişi kendi içindeki ışığı, nuru, feri bulur ve dünyaya bu gözle bakabilirse eğer ferdiyete doğru ilerleyebilecek adımları atabilecektir.
Münferiden var olabilenlerin bir davanın ölümsüz neferi olabilmeleri mümkün iken, sadece birey olup, birey kalanlar ise yalnızca bir sayıdan ibaret olacaklardır. (Birey tek başına sayılır ama ancak ferd olabilirse saygı görebilir.)
Birey dışa açıldığı oranda kendi içine de dalabilmeli/açılabilmeli (içine kapanma değil!) ki, bir taraftan maddesini ifade eden bireyliği gelişirken diğer taraftan da dengeli bir şekilde manasını ifade eden, kendini, ferdiyetini, gerçek-asli-kadim kimliğini (ifade Aydoğdu’nundur) bulabilsin.
Bediüzzaman Hazretlerinin Münazarat’ta belirttiği yeni kuşaklarda olması gereken özellikleri[8] iki ana grupta toplayabiliriz: iyi insan (mahir, ahsen-i takvim) ve güzel insan (salih, eşrefi mahlûk). İyi insan için bireyin güçlenmesi, güzel insan için de ferdin etkinleşmesi gerekir.
[1] Karşılıksız (transfer) gelirler: Gelir referans dönemi içerisinde devlet, özel kurum/kuruluş veya başka kişi/hanehalklarından alınan karşılıksız transferlerdir (emekli maaşı, yaşlılık maaşı, işsizlik maaşı, karşılıksız burslar, düzenli olarak alınan ayni veya nakdi yardımlar vb. şeklindeki ödemelerdir). İki gruba ayrılabilir;
a. Sosyal transferler: Hanelerin bazı ihtiyaçlarını karşılamak veya parasal sıkıntılarından dolayı bazı risklerle karşı karşıya kalmaları durumunda gelir referans döneminde devletten veya çeşitli kurum/kuruluşlardan aldıkları ayni veya nakdi karşılıksız yardımlar olarak nitelendirilmektedir (Aile-çocuk yardımı, konut ve kira yardımı, yoksul hanehalklarına yapılan diğer sosyal yardımlar).
b. Hanelerarası transferler: Hanelerin başka kişi veya hanehalklarından düzenli olarak aldıkları karşılıksız ayni ya da nakdi yardımlardır.
[2] İşteki durumu kendi hesabına veya işveren olarak çalışanlar.
[3] En genel-geçer anlamı; geniş çaplı üretimin getirdiği avantajların en fazla olduğu ekonomik büyüklüktür.
[4] Hanelerin başka kişi veya hanehalklarından düzenli olarak aldıkları karşılıksız ayni ve nakdi yardımlardır.
[5] Hanede yaşayan 15 yaşından küçük olan çocukların faaliyet gelirleri ile tarımsal bir faaliyet olarak kapsanmayıp sadece hane tüketimine yönelik olarak, bitkisel veya hayvansal bir üretim sonucu üretilen ürünlerden hanede tüketilen toplam değerleri içermektedir.
[7] Cengiz AYDOĞDU, “Yalnızlık Muhatab İster”. Ötüken, 2014.
[8] Münazarat (5. Baskı), s.95-96; 136-137; 145; 149. Yeni Asya Neşriyat. İstanbul, 2007.