Osman Can'ın yazısı:
Kemalizm’e referans gülünç Gerçeğe dönelim!
Geçen hafta 10 Kasım münasebetiyle AK Parti yetkililerinin “Atatürkçü düşünce demokratik ve özgürlükçüdür” benzeri pek çok önermesine Kemalistlerin dahi inanmayacağına değinmiştim.
Kemalizm’in önemli kalemlerden biri 21.11.2011 günlü yazısı bu gerçeği çok yalın bir şekilde ortaya koydu. Şu ifadelerine ise hak vermemek mümkün değil:
“Mustafa Kemal’i ayrı Atatürk’ü ayrı değerlendirmeye giriştiler... Böyle ayırıp bölmekle olmayınca, bir başka yöntem denendi; tümüyle sahip çıkmak! Şimdi iktidar yelpazesinin farklı kollarında daha değişik bir yöntem deneniyor: Atatürk’ü yeniden tarif etmek!.. Hele Atatürk’ü kendinize göre yeniden tarife giriştiğinizde ya gülünç duruma düşersiniz ya da gerçeği görür vazgeçersiniz.”
Atatürk’ü tarihsel gerçekliğinden ve icraatlarından koparmakla gülünç duruma düşüleceği yönündeki uyarısı oldukça anlamlı.
Otoriter demokrasinin kökleri
Bir düşünceyi maskelemek, makyajlamak ve doğasını bu maskenin ardında bir süreliğine saklamak mümkün. Ama doğasını değiştirmek pek mümkün olmasa gerek. Hele üzerindeki sis perdesinin kalkmasıyla daha da iyi anlaşılmaya başlanan, faşizme, nasyonal sosyalizme ve baasçılığa öncülük etmiş bir totaliter paradigmayı “özgürlükçü ve demokratik” etiketiyle sunma çabası ciddi bir eleştiriyi hak etmiyor ve yazarın isabetle belirttiği gibi, gülünç düşüyor. Orijinal de değil.
“Zamanımızın bir Alman tarihçisi gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey olmadıklarını söylüyor. Çok doğrudur. Çok doğru bir görüştür. Kemalizm otoriter bir demokrasidir ki kökleri halktadır. Türk milleti bir piramide benzer. Tabanı halk, tepesi yine halktan gelen baştır ki bizde buna şef denir. Şef otoritesini yine halktan alır. Demokrasi de bundan başka bir şey değildir” sözleriyle aynı bağdaştırmayı Mahmut Esat Bozkurt da yapmaya çalışmıştı. “Atatürkçü düşünce özgürlükçüdür, demokratiktir” önermesi, demokrasiye Mahmut Esat’ın yüklediği anlamı yüklersek tutarlı olabilir. Ama bu kadarını artık 21. yüzyılda herhalde kimse yapmaya kalkışmaz.
Nitekim gülünçlük, 10 Kasım’ın hemen ardından başlayan Dersim tartışmalarıyla yerini Kemalist yazarın deyimiyle “gerçeği görmeye” bırakıyor. Dersim’de yaşanan katliam emrinin ve planlamasının bizzat Mustafa Kemal tarafından yapıldığı ortaya çıkıyor, bunun insanlığa karşı suç olduğu yüksek sesle dillendiriliyor. Bu katliam öncesinde Mustafa Kemal’in 1936’daki Meclis açılış konuşmasında Dersim’i kastederek “Bu korkunç çıbanı koparmak, kökünden kesip temizlemek” gerektiğini, sonrasında ise “Milletimizin layık olduğu medeniyet ve refah seviyesine ulaşmasını engelleyecek hiçbir maniaya yer bırakılmadığını söylemekle bahtiyarım. Tunç Eli’deki icraatımız bu hakikatin” (N. Ilıcak, 22.11) ifadesi olduğu yaklaşımı, dönemin Avrupa’sında “Yahudi sorununun nihai çözümü olmadan, Alman milletinin yeniden yükselişi mümkün değildir!” diyen NS yaklaşımından da çok farklı değil. Dolayısıyla, Kemalist kalemin de işaret ettiği gibi, AK Parti yetkilileri ve muhafazakar kalemlerin bu “yeniden tarif” işinden vazgeçip “gerçeği görmeye” başlaması, yalnızca Türkiye’nin değil, insanlığın da yararına.
Yine de insanlığa karşı sayısız suçların işlendiği bir dönemin paradigmasını “yeniden tarif” etmenin hangi amaca hizmet ettiği sorusu açıkta kalıyor.
Kemalizm’in temel özelliklerini ortaya koymadan bu soruya cevap vermek mümkün değil.
Star