Dünyada küreselleşme süreciyle neler değişti. Finansman hareketlerinde, ekonomik ilişkilerde, siyasette ve kültürde ulusal sınırlar giderek zayıflıyordu. Mallar, bilgiler, sesler ve görüntüler sınırlara gümrüklere takılmadan yani teknolojik gelişmelerin verdiği imkanlarla rahatlıkla bir ülkeden bir ülkeye transfer edilebiliyor, etkisini kısa zamanda gösterebiliyordu. Evlerin en güzel köşelerine yerleştirilen çok kanallı televizyonların uzaktan kumanda düğmesiyle başka ülkelerin televizyonlarını izliyor, dünyada olup bitenlerden haberimiz oluyor. Değişiklik öylesine hızlı geldi ki hepimiz şaşkınlıkla ve ne olup bittiğini anlamadan değişim sürecinin hızlılığına teslim olduk. Aslında yapacak fazla bir şey yok, efsunlu bir rüzgar hepimizi uyutmuş rüyalar ülkesine götürmüştü. Yeni gelişmeler bizi şaşırtsa da hoşumuza gidiyor, nefsimizi okşuyordu. Televizyon, bilgisayar, kamera, akıllı telefon gibi modern araçlar sayesinde işlerimiz hafifliyor, kolaylaşıyor, zevkli bir çalışma ortamına kavuşmuş oluyorduk.
Bu yeni dönemin ne kadar farklı bir hayat biçimi dayattığını anlamamız fazla zaman almadı. Kısa bir zaman sonra baktık ki pek çok “değerimiz”, güzelliğimiz, yıllardır ünsiyet kesb ettiğimiz ilişkilerimiz, davranış kalıplarımız ayaklarımızın altından kayıyor ve günlük hayatımızdan çıkıyordu. Kayan ilişkiler sisteminin yerine tamamen yeni ve biraz da yabancı olanları geliyordu.
Bu durum aynen tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte atalarımızın yaşadığı sendroma benziyordu ve onların yaptığı tartışmalara benzer tartışmalar yaşıyoruz. Atalarımız sanayi devrimini gerçekleştiren düvel-i muazzama karşısında geri kalmış, savaş ve diğer alanlarda sürekli yenilmişlerdi. Bunun için önce askeriyede ve ardından diğer sektörlerde başlattıkları yenilikleri, Batı’daki sanayi devriminin ürünlerinin ve ilişkilerini getirme ihtiyacı duymuşlardı.
O dönemde münevver insanlar arasından sadece teknoloji ve sanayi ürünlerini mi alalım, yoksa onlarla beraber kültür ve medeniyetini de mi alalım tartışması yapılmıştı. Geleneksel değerlerden ve kendi mirasından yana olanlar “kültüre hayır, sadece teknoloji ve ilmi” alalım diyorlardı. Ama teknoloji, ilim ve sanayi ürünlerinin kısa zaman sonra kendi kültürünü de dayatacaklarını bilmiyorlardı. Süreç işlemeye başladı ve Batı sanayiinin ürünleri kendi kültürünü, davranış kalıplarını ve ilişkilerini dayatmakta gecikmedi. Kısa bir zaman içinde onlar gibi konuşup, onlar gibi yiyip, insanlar ile münasebetlerimizi onlar gibi uygular olduk.
Gayet sıcakkanlı misafirperver olan Türk Halkına bir şeyler oldu. Eskiden misafirsiz sofraya oturulmayan evler boşaldı. Akşam oturmaları kalmadı. Hemen hemen her akşam evlerimizi şenlendiren misafirler gelmez oldu. O zamanlarda o kadar sıcak ve sıkı ilişkilerimiz vardı ki saatlerce muhabbete, konuşmaya doyulmazdı. Gidilecek yerler sıraya konulur, en geç gidilen yerler öne alınırdı. Şimdi ise çocuklarımıza bir nostalji olarak anlatıyoruz, eski akşam oturmalarını…
Peki ne oldu? Nerede bu misafirler? Hepsi çok meşgul. Dizilerimiz var hem de her gün. Biri gelir de dizimizi seyredemeyiz derdindeyiz. Ama sonuç ne oldu. Yalnızlaştık… Kimsesizleştik… Yabanileştik… Velhasıl içimize gömüldük kaldık. Derdimiz anlatacak kimsemiz yok, neşemizi paylaşacak dostumuz yok. Karşılıklı sohbetlerle öğreneceğimiz donanımlarımız yok. Var olan sadece diziler, akıllı telefonlar, vs…
Bu gidiş nereye bilmem ama kalabalıklar içinde yalnız ve kimsesiz insanlar olduk. Kim bilir ileride sanal dert dinleyiciler icat edilir. Dertlerimizi sanal ortamlara anlatır hale geliriz. Allah sonumuzu hayretsin.