Toplumsal değişmeler üzerinde kafa yoranlar ekonomi, siyaset, kültür-sanat ve diğer alanlardaki değişmelerin ilk gözlendiği mekanların büyük şehirler olduğunu haber vermektedir. Bir bakıma değişmelerde büyük şehirlerde, medeniyet merkezlerinde başlamakta ve suya atılan taş gibi zamanla etkisini çevreye hissettirmektedir.
Toplumsal gelişmeleri gözlemlemeye çalışan bir kişi için yeni dönemin temel özelliğinin “değişmede” ki hızlılık ve istikrarsızlık olduğu fazla iddialı bir söz değil. İçinde yaşadığımız şehir ortamındaki değişmeleri fark etmemiz biraz müşkil olabilir. Hani bir söz var ya; “ol mahiler ki derya içredür, derya bilmezler” Biz de şehir ortamında şehirde olup bitenleri kanıksadığımızdan ve uyum sağladığımızdan değişmelerin fazla farkında olmuyoruz. Kendini bütün maddi boyutlarıyla ispatlayan türdeki değişikliklerin farkında olmak önemli değil. Mesela daha 10 sene öncesinde tarla veya arsa olan bir alanın bugün binalarla dolduğunu fark etmemiz için özel bir çaba gerekmez. Ama çevremizdeki olan ilişkilerimizde, değerlerde, kıymet hükümlerinde, dünyayı ve evreni algılamamızda, eğilimlerimizde, tercihlerimizdeki farklılaşmalar şehirlerde hem kolay, hem daha hızlı olmakta ve nerede ise birine alışmadan diğeriyle karşılaşmaktayız.
Buna küçük ama çarpıcı bir örnek vermek mümkün. Temelde her etkileşim ve diyalogdan ibaret olan toplumsal hayatımızın en önemli ihtiyaç duyduğumuz şeyleri satın almak oluşturur. Şehir hayatında her an bir şeyler satın alıyor, her gün pek çok satıcıya uğruyor, çeşitli mağazaları ziyaret ediyoruz. Alışverişte tanıdık yerleri tercih etmemiz güvendiğimiz kişilerden satın almamız, öncelikle mahalle bakkalına, manavına, dükkanına uğramak geleneksel bir özelliğimiz.
Alışveriş deyip geçmemek gerekir. Şehirde yaşayan bir kişinin hayatının ne kadarını alışverişte geçirdiğini hesaplamak ilginç olurdu. Özellikle kadınlar için bunun büyüklüğü daha anlamlıdır. Hoş alışveriş sadece bir mal almak da değil; aynı zamanda gezinmek, hava almak, yenilikleri görmek, eğlenmek vazifesini de görmektedir.
Şöyle bir düşünelim; geleneksel alışveriş kültürümüzün temel dinamiğini neler oluşturuyor? Bana kalırsa geleneksel alışverişin en önemli yanı onun bir etkileşim, bir diyalog ve insani ilişkiler çerçevesinde cereyan etmesidir. Alışveriş sadece ihtiyaç duyulan malın satın alınması değil aynı zamanda bir ilişki kurulması, etkileşim ve diyalog halinde bulunması işidir. Yani tanıdık bir çehre ile yüz yüze gelinmesi, merhaba edilmesi, buyur denilmesi, çay kahve içilmesi, günün konusuna göre kısa bir sohbet yapılması, sonunda satın alınması veya vazgeçilmesi teşekkür edilmesi, veda edilmesi…
Bütün bunlar bir etkileşim ve diyalog zincirinin canlı tutulmasını, birbirinin varlığının farkında olmasının ifade ediyor. Son yıllarda hayatımıza giren “süper marketler”, “hiper marketler”, ve “mega marketler” bambaşka bir ticaret anlayışını farklı tek düze alışveriş biçimini bize dayatmaktadır. Her tür malın, yüzlerce reyonda müşteriye sunulduğu süper marketlerde aynı anda yüzlerce kişi çalışıyor, binlerce insan ellerinde alışveriş arabalarıyla reyondan reyona koşuyor. Patenlerle hızla oradan oraya kayan genç görevliler sadece müşterileri gözlemekle meşgul. Mallar hakkında kimseye bir şey sormanız mümkün değil; ne sizinle ilgilenen, buyur eden, çay\kahve ısmarlayan, ne de mallar hakkında bilgi veren biri var. Binlerce malı elliyor, üzerindeki açıklamaları okuyor makineden fiyatları kontrol ediyor, eğer beğenirseniz sepetinize atıyorsunuz. Sadece dolaşıyor, reyondan reyona uğruyorsunuz.
İhtiyacınız olan veya olmayan pek çok şeyi dolduruyorsunuz. Yanınızda bir de çocuklar varsa işiniz daha da zor; akşam televizyonda reklamını izledikleri malları nasıl raflardan alıp sepete koyduklarını seyretmeniz kalıyor. İhtiyacınız olmasa da” belki ileride ihtiyacım olur diye” doldurduğunuz sepetinizle kasalardan birinin önüne sıraya giriyorsunuz. Sıranız geliyor, sizin yüzünüze hiç bakılmadan malların barkodlarını ekrana tutuyor, hesabını yapıyor, sonucu ekrandan gösteriyor. Ona kredi kartınızı ve paranızı uzatıyorsunuz. İşlemleri bitiriyor, fişi size uzatıyor ve sıranızı başkasına bırakıyorsunuz. Plastik poşetlere doldurduğumuz aldıklarınızı arabanıza taşıyorsunuz. Böylece alışveriş yapmış oluyorsunuz.
Bunun zevkli ve güzel yanları olduğunu inkar etmek niyetimiz değil. Süper marketlere alışverişe gitmek aynı zamanda eğlenceli bir iş. Ayrıca binlerce malı bir mekanda buluyorsunuz. İstediğiniz gibi elliyor, özelliklerini okuyor, kontrol ediyor, karşılaştırılıyor, içinize sinerse alıyorsunuz. Fiyatlar standart, pazarlık yapmanız gerekmiyor. Üzerinde ne yazıyorsa o; ne bir kuruş yukarı ne de aşağı. Öyle her gün alışveriş için mağazalara taşınmanızda gerekmiyor. Bir hafta sonu çoluk çocuğunuzla gidiyorsunuz ve aylık ihtiyaçlarınızı karşılıyorsunuz. İhtiyacınız olduğu halde aklınıza gelmeyen, aradığınız halde nerede bulacağınızı bilmediğiniz mamulleri süper marketlerde bulmanız mümkün ayrıca buralardaki otomatik para çekme makinelerinden para çekmeniz, kredi kartıyla ödeme yapmanızda ayrı bir kolaylık. Dahası yorulduysanız, acıktıysanız kafeler, restoranlar sizi bekliyor. Hatta çocuklarınız sizi rahatsız ediyorsa onları oyun yerlerine bırakmanız ve biraz nefes almanız azımsanacak bir kolaylık değil. İnsanın her türlü sıkıntısı düşünülmüş; nasıl daha rahat alışveriş yapacağı, daha doğrusu nasıl daha çok para bırakacağının hesapları yapılmış.
Her şey tüketicinin daha fazla mal alması daha çok para bırakması, daha çok şey satın alması için ayarlanmış. Bütün bunlar ii de ama bence yine de çok önemli bir eksik var ki, bu modern alışverişin gerçek bir alışveriş olmadığı, yani burada bir etkileşim, bir diyalog değil, sadece mekanik düzeyde tıkırında işleyen modern bir sürecin olduğudur.
Süper marketlerin mahalle ve semt aralarındaki dükkanlara, bakkallara, manavlara, küçük esnafa olan olumsuz etkisi ayrı bir konu. Onların en yıkıcı etkisi yerleşik ve kökleşmiş alışveriş ilişkilerini giderek yok etmeleri ve yerine ruhsuz, anlamsız, mekanik ve sıkıcı bir alışveriş kültürünü getirmiş olmalarıdır. Her yerde mantar gibi çoğalan bu büyük alışveriş merkezlerinin açılmasına tüketiciler seviniyorlar, ama bizden bir kültürü nasıl alıp götürdüklerini görmüyorlar. Ben hala bu tür alışveriş merkezlerine gitmek istemiyor ruhsuz, anlamsız ve sıkıcı bir işkenceye maruza kalmayı arzu etmek istemiyorum.
Alışveriş demek iletişim demektir. Bir takım şeyleri alıcı ile satıcının paylaşması demektir. Dükkanına girdiğimde selamımı almayan, benimle merhaba etmeyen, bana buyur demeyen, çay\kahve ısmarlamayan malları hakkında bilgi vermeyen, raftakileri indirmeyen, pazarlık etmeyen, ambalaj yapmayan, uğurlamayan, siparişlerimi alıp hazır etmeyen satıcıya ben satıcı demem!
Son söz, alışveriş bir iletişimdir, diyalogdur, hayatın kendisidir. İletişim ve diyaloğa imkan tanımayan alışveriş toplumsal hayatımızın önemli bir yanını ruhsuzlaştırmakta, bizi makinenin bir parçası haline getirmektedir. Büyük şehirlerin giderek ruhsuz mekanik yapılara dönüşmeye başlaması karşısında yapacağımız bazı şeylerin olması gerekir.