Tüketim toplumu; üretimin belli kişi ve toplulukların elinde bulunması, bir üreticinin geniş bir kitleye hitap eden ürünler üretip, piyasaya hakim olmasıdır.
Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan yeni teknolojiler yeni bir üretim ortamı ve yaşam biçimi meydana getirmiştir. Bu çığır kısa zamanda Amerika’yı ve Batı ülkelerini seri üretim yapan fabrikalarla doldurdu. Üretmek güzeldi ama tüketen olmadıkça bir anlamı yoktu. Üretilenlerin tüketilmesi, bir başka ifade ile tükettirilmesi gerekiyordu. Bunun için prensip olarak “İhtiyaçların sınırsız ve arzuların doyurulmaz olduğu” anlayışından hareket edildi ve bu doğrultuda çözümler arandı. Derken zamanla bütün dünya insanlarını ahtapotun kolları gibi kavrayacak bir formül bulundu. “Mutlu olmak için çok tüket. Çok tüketmek için çok satın al. Çok satın almak için çok paran olmalı. Çok paran olması için çok çalış. Çok parayla daha çok tüket.”
Bu formülün uygulaması son derece kolay oldu. Çünkü çıkarılan her yenilik kısa bir zaman sonra yerini başka bir yeniliğe bırakıyordu. Ürünler genellikle tek veya az kullanma özeliğiyle üretiliyor, böylece tüketicinin ürünü uzun süre kullanması engelleniyordu. Ayrıca yapılan reklam ve propagandalar, yenilikleri takip etme, lüks üretim ve markalar sosyal statünün gereği olarak yansıtılıyordu. Böylece insanların arzularını tatmin derecelerini sürekli olarak yukarı çekiliyordu.
Televizyon ve internet tıpkı bir truva atı gibi kısa zamanda evlerimize girdi. Hayata giren ve hayatı istediği gibi yönlendiren bu cam ekranla birlikte, tüketim her geçen gün büyüdü ve bir canavara dönüştü. İnsanlar o canavarın bir kölesi oldular. Ünlü olan bir marka insanların vazgeçemediği tüketim alışkanlıkları haline geldi. Batı dünyasında çok popüler bir firma piyasadan çekilmiş; bunun üzerine insanlar bunalıma girmiş, ille de o firmanın mallarını satın almak istediklerini çeşitli protestolarla dile getirmişler. Bu protestolar şunu gösteriyor; insanlar bu firma veya marka isimleri ile özdeşmişler. Bir bakıma kendilerini o markayla ifade eder hale gelmişler. O malın üretimden kalkması “benliklerini kaybetme” anlamını taşımaktır.
Tüketimden çok büyük karlar elde eden üreticiler mutluluğun ölçüsünü “ne kadar tüketirsen” şeklinde koydular. Çünkü sonsuz ihtiyaçlar ve arzular sürekli tüketimle tatmin edilebilirdi. Kitle iletişim araçları ve özellikle reklamın büyülü gücü kullanılarak insanlara “sen de bir kral olabilirsin, sen de zirvelere çıkabilirsin” telkinleri yapıldı. Durmadan harcayan ve en lüks, en gösterişli hayatı yaşayan kişiler örnek gösterildi. İnsanlar bu yolla prestij yarışına sokuldu.
Tüketimin artması; strese, aile içindeki ve içtimai hayattaki rolleri yerine getirmede zaman darlığına, borçlanmaya, şişmanlığa, çeşitli hastalıklara, sosyal ilişkilerde bozulmalara ve çevre problemlerine yol açmakta ve hayat kalitesine menfi tesir etmektedir.
Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerindeki meydana gelen ölümlerin yüzde 43’ü damar, kalp hastalıkları ve kanserden kaynaklanmaktadır. Bu hastalıkların gelişmesinde ise aşırı tüketimin, şişmanlığın, dengesiz beslenmenin büyük rolü bulunmaktadır.
Peki iktisatlı hayat, idareli ve ekonomik yaşam gibi ifadeler sizde nasıl bir izlenim bırakıyor? Belki bir çoğunuz bu tabirlerden sıkıntı, kaos ve zevk aldığımız birçok şeyi terk edip, bütçeyi sıkarak, az masraf etme olarak algılayabilirsiniz. Aslında bu düşünce tamamen yanlış, bu ifadeler ancak cimrilik ile bağdaşabilir. Ekonomik hayat yaşamak akılcılığın göstergesidir. Yani nerede ne kadar ne şekilde harcayacağını bilen, doğru harcama yaptığı için de zevklerinden mahrum kalmayan insana iktisatlı insan deriz. İktisat biliminde de “iktisadi insan” farz edilir. Bu insanın tüm piyasadaki ürünlerin fiyatını bir anda bildiği ve en ekonomik ve kalitelisini seçtiği düşünülür. Bu şekilde piyasaya aldanmayan bilinçli tüketici varsayılır. Bu varsayım sonucu her firma piyasaya en mükemmel şekilde girme yarışındadır. Böylece tüketicinin aldatılmadığı şeffaf bir piyasa meydana gelir. Bizler de pahalı, kalitesiz ürünleri almama gibi bir tepki göstersek, fiyatlarda önemli düşüşler olduğunu göreceğiz. İhtiyaçlarımızı piyasa araştırmasını yapıp, dış gösteriş ve reklamlara kapılmadan kaliteyi uygun fiyata alma eğilimine girsek haliyle firmalar kalitesiz üretimden vazgeçmek zorunda kalacaklardır. İşin özü şu ki; piyasayı, üretimi yönlendiren tüketici yani bizleriz.