B. Said Çiftçi Her fennin lisan-ı mahsusu ve RİNAP yazısı ile çok doğru bir soru sordu:
"Şerh izah, açıklama, haşiye vb. çalışmaları yaparken bilim alanlarındaki terminolojiyi mi kullanmalıyız, yoksa önce kendi bilim alanlarımızı üretip sonra buna göre kavramlar mı üretmeliyiz?"
Yazar "Demek ki her fennin, her bilim dalının kendi lisan-ı mahsusu var. O lisanı kullanmazsan ya da kullanamazsan şerh ve izah çalışması yapmaya da gerek yok. derken kendi yaklaşımını da Bediüzzamanın Kastamonulu lise talebelerine verdiği cevaba dayandırdı: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz. (6. mesele)
Böylece müzakere asıl mecrâına oturdu.
Burada Üstadın bakın dediği yer; fenler. Nasıl ve ne için bakacağız? Allah adına, Allahın varlık ve birliğinin delillerini görmek üzere. Allahdan nasıl bahsettiklerini dinlemek adına. Aynı şekilde Risale-i Nurların gösterdiği şekilde fenlere, kevne, kâinata bakıyoruz tâ elimizde iman ilimleri adına doğru bir okuma aracı olsun. Yoksa Risale-i Nuru fenlerin lisanı ile okumaya kalkarsak okuduğumuz fizik olur, kimya olur, eğitim bilimleri olur, Risale-i Nur olmaz. Dürbüne tersinden bakmak gibi bir şey.
Bir örnek eşliğinde Eğitim bilimlerine Risale-i Nurun dürbünü ile bakmaya çalışacağım. Eğitim Bilimlerinde davranışçı ekol sahipleri der ki artmasını istenen davranışlar görülmeli ve ödül ile pekiştirilmelidir, azalması istenen davranışlar görmezden gelinmeli ve sönmeye bırakılmalıdır Şimdi de Üstadımızın insan yetiştirmedeki tavrına bakalım :
"Aziz, sıdık, vefakar, sebatkar, sarsılmaz, müdakkik, zeki, hizmet-i Kuraniyede metin, çalışkan kardeşlerim gibi ifadelerle talebelerini hem teşvik, hem taltif ediyor. Hem bir sarraf gibi içlerindeki cevheri ortaya çıkarıyor. Hem talebelerinden beklentilerini hedef gösteriyor. Ama biz tutar da şerh ve izah bâbından "Üstad talebelerine sosyal pekiştireç kullanırdı. Hatta bazen ağızlarına bir parça bal ya da tatlı koyarak yiyecek ödülü ile ödüllendirirdi desek bundan kim ne kemal alır?
Ya da Üstadın bâtılı tasvir sâfi zihinleri bulandırır ifadesini eğitim bilimleri açısından nasıl şerh etmeli? İnsan ruhu üzerinde olumsuz etki bırakacağı düşünülen tutum ve olgular görmezden gelinmeli şeklinde mi?
Yine hatırlayalım Mesnevi-i Nuriyede Niçin Kurân kâinattan fenn-i hikmet ve felsefenin bahsettiği gibi bahsetmiyor? sorusuna verdiği cevapta ne diyordu:
"Umumun nazarına uygun hareket etmek, âmmenin hissine riayet etmek ve cumhurun düşüncesine yabancı düşmemek, irşadın belâgatine yaraşan şeydirtâ ki halkın nazarı beyhude ürkmesin, fikirleri boşu boşuna karışmasın, hisleri maslahatsız korkup kaçmasın.
Konunun devamında da diyor ki; Şimdi Kurânın kelimelerine bak ki, kolay, basit ve bilinen kelimeler olmakla beraber, o kadar hoş mânâların hazinelerine nasıl anahtar oluyor da kapılar açıyor!
Sonra da felsefe hikmetinin tantanalı sözlerine bak: O kadar şâşaasıyla beraber, ne bir ilmî kemal veriyor, ne bir ruhanî zevk; ne insana bir gaye gösteriyor, ne de dinî bir fayda sağlıyor.
Şimdi hedefimizi doğru koymaya çalışalım. Maksat Risale-i Nuru daha derinlemesine anlamak ise yöneleceğimiz yer yine Risale-i Nur olmalıdır. Risale-i Nurun, lafız ve mânâsının kopmaz şekilde iç içe girdiği kendi orijinal dili var. Yapmamız gereken bu dili çözmek, anlamak, içselleştirmek olmalı. Yoksa başka başka disiplinlerin dilini Risale-i Nura eklemlemeye çalışmak, tıpkı sadeleştirme çabalarında olduğu gibi nurları söndürmek, kendi kudsî kaynaklarından koparmak anlamına gelir. Risaleler kendi kendini açıklar ya da Risaleler yine risalelerle açıklanır sözleri kılişe gibi gözükse de asla yabana atılacak değil.
Risale-i Nur dilini edinmenin, özümsemenin yollarına bakmalıyız. Risale-i Nura yönelerek, tekrarla okuyarak, diline aşinalık kazanarak onunla hemhâl olmak mı daha kolay ve mantıklı olur yoksa Risale-i Nuru anlamanın önkoşulu olarak pek çok farklı disiplinin temel kavramlarını öğrenip kullanmaya çalışmak mı?
Temel ile Dursun ormanda geyik yakalamış kamyonlarına götürmeye çalışıyorlarmış. Ama boynuzları ağaçlara takıldığı için yol almakta zorlanıyorlarmış. Birisi akıl vermiş:boynuzlarından tutup öyle çekin daha kolay götürürsünüz Öyle yapmışlar ama bu arada yönlerini yeni pozisyona göre ayarlamayı düşünememişler. Bir süre gittikten sonra Temel demiş:ula Dursun böyle çok kolay oliyy ama farkında misun gittikçe kamyondan uzaklaşiiz!..
Delil müddeâdan daha hafî olmamak gerektiği gibi Risale-i Nur izahları da bizâtihi îzah gerektirise halimiz nice olur?