Akıl ve anlayış kabiliyeti, zihnin uyanıklığı, istidat ve kabiliyet bilgisinden veya eşyanın mahiyetini bilmekten kaynaklanan geleceğe ait sezgiye verilen isimdir. Tutarlı ve basiretli hareket etme, istikamet ve hakta isabet etme ve bir şeyin mahiyetini görebilme özelliğine feraset denmektedir. Bir mümin önceden bir işin mahiyetini ve içyüzünü görebilecek seviyeye gelmişse ona ferasetli denir.
İki nevi feraset vardır. Birincisi vehbîdir. İlham ve sezgi eseri olan feraset, diğeri ise kesbî olup ilim yoluyla eşyanın mahiyetini, istidat ve kabiliyetleri keşfederek sonucu ve geleceği, olayların sonucunu doğru olarak tahmin etmektir.
Ferasetin kalpte bulunan iman nuru ile alakası vardır. İnsanın feraset sahibi olabilmesi için kalbini art niyet ve peşin hükümlerden arındırması şarttır. Bununla beraber feraset delil, tecrübe, akıl ve fıtrata uygun geleceği okuyabilme özelliğidir. Bu özelliğe sahip olan bir Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz. (Buhari, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) Mümin akıllı, zeki ve uyanıktır. (Suyutî, Câmius-Sağir, 2:571)
Feraset müminin gelecek konusunda yanılmaması ve geleceği okuması anlamına da gelmektedir. Geleceği kesin olarak elbette Allah bilir; ama akıllı bir insan geçmişin tecrübeleri ve kişilerle olaylar konusundaki bilgileri ile geleceği de görebilir. Bu ise akıl, ilim ve kalbin müşterek faaliyetinin sonucudur.
İslam bilginleri aklın tarifini yaparlarken Geçmişten geleceği, olmuştan olacağı bilmek demişlerdir. Geçmişin tecrübeleri, eşya ve olayların mahiyet ve özellikleri insan akınlın önüne geniş bir kapı açarak gelecek ile ilgili fikir verir. İnsan ile ilgili bilgisi sayesinde şeytan meleklere Yeryüzünde fitne çıkaracak ve kan dökecek olan insanı neden yaratıyor. Biz Allaha ibadet için yeterli değil miyiz? (Bakara, 2:30) diyerek vesvese vermişti. Bu şeytanın insanın nefsini ve mahiyetini bilmesinden kaynaklanan geleceğe ait bilgisinden kaynaklanmaktaydı.
Yüce Allah Kurân-ı Kerimde Ey İman endeler! Allahtan korkarak hareket eder de takva dairesinde bulunursanız Allah size hakkı batıldan ve doğruyu eğriden ayıracak bir kabiliyet, bir nur verir (Enfal, 8:29) buyurur. Peygamberimiz (asv) da Müminin ferasetinden korkun o Allahın nuru ile görür (Tirmizi, Tefsir, 6) buyurarak müminin Allahın kendisine verdiği kabiliyet ile geleceği göreceğini ve girift işlerin hakikatine erebileceğini ifade etmişlerdir.
Feraset iman nuru ile kâinata ve olaylara bakmak demektir. Yüce Allah kâinattaki vahdaniyet delillerini sayarak bizlerin nazarına ve tefekkürümüze sunarken Feraset sahipleri için elbette bunlarda ibretler ve deliller vardır (Hicr, 15:75) buyurarak buna işaret eder. Feraset imandaki derinlik ve yakîn bilgisidir. Mutasavvıflar İnsan haramlara gözünü, haram gıdaya ağzını ve midesini kapatır, şehevâni duygulardan uzaklaşır, içini iman ve marifetle dışını sünnet-i seniyyeye uymakla terbiye ederse feraseten asla yanılmaz demişlerdir.
Kurân-ı Kerimde feraset sahiplerinden örnekler veren yüce Allah temiz fıtratları, akılları ve bilgileri ile nasıl gerçeklere ulaştıkları konusunda firavunun karısı Hz. Âsiyeyi, Şuaybın kızını örnek gösterir. Firavunun karısı ve Hz. Şuaybın kızı her ikisi de Hz. Musayı keşfetmişlerdi. Aynı şekilde Hz. Hatice (ra) peygamberimizin geleceğini keşfederek onunla evlenmişti. Varaka b. Nevfelin, Kuss b. Saidenin ve Selman-ı Farisînin peygamberimize imanları ve itirafları da bu neviden bir feraset sayılabilir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin gelecek ile ilgili keşifleri ve keşfiyatları ferasetin en güzel örnekleridir. Risale-i Nurlarda bu konuda pek çok örnekler bulmak mümkündür. Bunların en meşhuru Şeyh Bahid hazretlerinin de dikkatini çeken ve Bediüzzaman denmesine sebep olan geleceğe ait Avrupa İslama hamiledir, bir gün gelecek doğuracaktır. Osmanlı da Avrupaya hamiledir. Günü gelince doğuracaktır ifadeleri Bediüzzamanın ferasetine en güzel örnektir.
Sonuç olarak ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde kalben ve ruhen belli olayları ve kişilerin geleceğini bilme konusunda feraset sahibidirler. (Mektubat, 2004, s.702) Zaruret gereği bazı şeylere sesi çıkmasa da kalben ve ruhen bazı şeyleri hissederler. Bu müminlerin umumunda bulunan ferasetin gereğidir.