Bismillahirrahmanirrahim
﴾ وَاِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُوا فِى اْلاَرْضِ قَالُوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ اَلاَ اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَكِنْ لاَ يَشْعُرُونَ 1 ﴿
Bu âyetin evvelki âyetle veçh-i irtibatı: Vakta ki, münafıkların nifakından neş'et eden cinayetlerinin birincisini teşkil eden, nefislerine zulmetmekle hukukullaha tecavüzleri olan cinayet zikredildikten sonra mezkûr cinayetlerinin ikincisini teşkil eden hukuk-u ibâda tecavüz etmekle aralarına fesat ilka etmek cinayetleri dahi mevki-i münasipte zikredilmiştir.
Sonra وَاِذَا قِيلَ 2 cümlesi münafıkların kıssasına ve hikâyesine dahil olduğu cihetle وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ 3 'deki يَقُولُ 4 'ye bağlıdır, mânâ ve meâlce يُخَادِعُونَ 5 'ye nazırdır. Haddizatında dahi يَكْذِبُونَ 6 'ye merbuttur. Üslûbun tağyiri ise, yani kaziye-i hamliye yerine kaziye-i şartiyenin irâdı, يَكْذِبُونَ ile وَاِذَا قِيلَ arasında birkaç cümlenin mukadder olduğuna bir emaredir. Takdir-i kelâm şöyle olsa gerektir: "Yalan söyledikleri zaman fitneyi ika ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman ifsat ediyorlar. Nasihat edildikleri vakit kabul etmiyorlar. Fesat yapmayın denildiği zaman, 'Biz ancak ıslaha çalışıyoruz' diyorlar."
Bu âyetin ihtiva ettiği mezkûr ve gayr-ı mezkûr cümleler arasındaki veçh-i irtibat bir misalle izah edilecektir. Şöyle ki:
Bir insan tehlikeli bir yola sülûk ettiği zaman, en evvel "Senin bu yolun seni felâkete götürüyor, bu yoldan vazgeç" diye nasihat edilir. O insan vazgeçmediği takdirde şiddetle zecir ve nehyedilir ve aynı zamanda "Umum halkın nefret ve kahrına uğrarsın" diye tehdit edildiği gibi, "Ebna-yı cinsine zulmetmiş olursun" diye şefkat-i cinsiyeye de dâvet edilir.
Eğer o insan, sarhoşlar gibi inatçı ve kafasız ise, kendisine yapılan nasihat ve zecr ve nehiyleri müdafaa etmekle mukabele eder ve "Benim mesleğim haktır; ne senin hakk-ı itirazın var ve ne de benim senin nasihatlerine ihtiyacım var" diye serkeşliğe başlar.
Eğer o insan iki yüzlü ise, bir cihetten nasihat edenleri kandırır ve ilzama çalışır. Diğer cihetten de "Ben ıslah edici bir insanım" diye mesleğini hak göstermeye devam eder. Ve aynı zamanda "Islah benim hakiki bir sıfatım olup, bilâhare hasıl olmuş bir sıfat değildir" diye dâvâsını tekit ve te'yid eder.
Bundan sonra eğer o insan mesleğinde ısrarla nasihatları kabul etmezse anlaşılır ki, onun ıslahına hiçbir çare ve hiçbir deva yoktur. Yalnız onun fesadı halka sirayet etmemek için, mesleğinin muzır ve fena olduğunu ilân etmek lâzımdır ki, herkes ondan tahaffuz etsin. Zira o insan aklını çalıştırmıyor, şuurunu istihdam etmiyor ki, böyle zahir olan birşeyi hissedebilsin.
İşte bu misaldeki cümlelerin arasındaki münasebetlere dikkat edilirse, mezkûr âyetin cümleleri arasında bulunan münasebet halkaları güzelce görünecektir. Evet, aralarında öyle fıtrî bir nizam vardır ki, îcaz ve ihtisarından, i'câzın yüksek sesleri işitilir.
Dipnot-1: "Onlara 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' dendiği zaman, 'Biz ancak ıslah ediciyiz' derler. "Dikkat edin, asıl bozguncular onlardır; fakat farkında değildirler." Bakara Sûresi, 2:11-12.
Dipnot-2: "Denildiği zaman.." Bakara Sûresi, 2:11.
Dipnot-3: "İnsanlardan bazıları şöyle der." Bakara Sûresi, 2:8.
Dipnot-4: Der, söyler.
Dipnot-5: Aldatırlar.
Dipnot-6: Yalan söylerler.
Bediüzzaman Said Nursi
İşârâtü'l-İ'câz