Devlet-i Ali Osmaniye’nin ve Fatih Sultan Mehmed Han’ın en önemli sembol ve vakfiyelerinden biri olan Ayasofya Vakfiyesi hem İslâm Hukuku açısından; hem de Modern Hukuk açısından önemli ihlâllerle müzeye çevrilmiştir. Bu ihlâllerin tahlil edilmesi durumunda Danıştay’ın 2 Temmuz’da vereceği kararın cami lehinde olması mutlaktır.
Her şeyden evvel şurası oldukça önemlidir ki, vakfedilen bir mülkün hangi hayır işlerinde kullanılacağını, ne şekilde ve hangi amaçla yönetileceğini gösteren vesika anlamındaki vakfiyyenin (vakıfnâme) İslâm Medeniyetinde oldukça önemli bir yeri vardır. Hatta öyle bir derecesi var ki, bazı İslâm âlimleri “Allah’ın emri” gibi bir değere haiz olduğunu ifade etmişlerdir. İşte Cennetmekân ceddimiz Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofya Vakfiyesinde Ayasofya’nın “Cami” olmasını belirtmiş ve değiştirenlere ağır beddualarda bulunmuştur. Bu bağlamda bir vakıf malının “cami” olarak kesin bir şekilde tespit edilmesi durumunda, o mülkün başka bir amaçla kullanılması, hem İslâm Hukukunda “Vakfiye” ile ilgili kurallar gereği; hem de günümüzdeki modern hukuk açısından mümkün değildir.
Bakınız, civarında sahabe efendilerimizden Ebû Saîd El-Hudrî’nin kabrinin de bulunduğu ve 29.08.1945 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilen “Kariye Camii” hakkında Danıştay’ın, “Cami asli fonksiyonu dışında kullanılamaz” kararı da bu hükmü teyit etmektedir. Kararda, Bakanlar Kurulu'nun mezkûr tarihte aldığı kararın "yetki, şekil, sebep, maksat yönlerinden hukuka aykırı" olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda, mezkûr hükmü Ayasofya Camii’ne teşmil edersek, aynı hüküm geçerlidir. Yani örnek karar hükmündeki Kariye Camii ile ilgili Danıştay kararı, Ayasofya Camii için de geçerlidir ve asla müze olarak kullanılmaz ki, bu da müze olarak kullanan Kültür Bakanlığı’nın suç işlediği anlamına gelmektedir.
Hukuk açısından ikinci önemli garabet de şudur: Ayasofya’nın aslına; yani camiye çevrilmesi için iki defa TBMM’ye kanun teklifi veren Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya’nın müze haline getirilmesi için hazırlanan kararnamedeki Atatürk imzasının sahte olduğunu belirtmektedir. Ayrıca üçüncü bir hukuk garabeti ise, söz konusu kararnamenin hiçbir zaman Resmi Gazete’de yayımlanmamış olmasıdır. Bilindiği gibi, teamüllere göre Resmi Gazete’de yayınlanmadan yürürlüğe girme safhası uygulanmamaktadır. Mezkûr kararnamede yine bir garabet daha var ki, tarih ve sayı numaraları yazılmamış. Bu da teamüllere ve hatta şekil şartı açısından hukuk kurallarına aykırı bir durum söz konusudur.
Önemli bir garabet daha, kararnamedeki imza Atatürk’ün mutat imzasıyla örtüşmezken, ayrıca Mustafa Kemal Paşa olarak ismi anıldığı halde ve henüz Atatürk unvanını almadan önce kararnameye Atatürk imzası atılmış. Hatta mezkûr imzanın Atatürk’e ait olup olmadığına dair açılan davada Danıştay üyeleri, bilirkişiye müracaat etmeden ona ait olduğu kararını vermiştir ki, bu da teamüllere aykırıdır. Danıştay üyelerinden hiçbirinin uzmanlık alanına girmediği için, imzanın Atatürk’e ait olup olmadığı bilirkişi tarafından mutlaka incelenmesi gerekirdi. Geçende izlediğim bir televizyon kanalında bu karara imza atan bir Danıştay üyesi, bilirkişiye gerek görmediklerini ve imzanın Atatürk’e ait olduğuna karar verdiklerini söylediğinde, yıllarca bilirkişilik yapmış biri olarak, şok olmuştum.
Bütün yukarıda belirtilen mezkûr garabetlere rağmen, 1934’te avludaki mozaiklerin ortaya çıkarılması için 9 kişilik heyet kuruldu ve Ayasofya’nın etrafı o zaman harap halde olduğu için, çevre düzenlemelerine başlandı. Gerek restorasyon ve gerekse temizlik bahane edilerek Ayasofya Camii’nin bir süreliğine ibadete kapatıldığı duyuruldu. Bilahare sahte olduğu iddia edilen mezkûr imza ile müzeye dönüştürüldü.
Gerek Ayasofya ile ilgili restorasyon çalışmaları esnasında ve gerekse müze olarak açılması esnasında resimleri kadraja giren ABD Büyükelçisi Joseph Grew ve Amerika Bizans Enstitüsü’nden Thomas Whittemore’un ve hatta açılışa katılan Rockefeller’in de entrikalarını da unutmamak gerekir. Bu bağlamda, şunu da vurgulamak gerekir ki, 1931'de Amerika Bizans Enstitüsü'nün kurucusu Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore, Ayasofya'daki mozaiklerin tekrar ortaya çıkarılması için Türkiye'deki yönetimden izin istedi. Cumhuriyetin ilanından sonra, Ayasofya'da bir takım tamiratlara; ibadethane kısmı, dış avlu ve bina etrafı müze haline getirilmek için faaliyetlere imza atıldı. Bu zatın da etkisinin açık olduğu karinelerle anlaşılan Ayasofya Camii, bilahare müzeye çevrilmesine ilişkin alınan Bakanlar Kurulu Kararıyla Ayasofya Cami müzeye dönüştürüldü.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Ayasofya’nın her açıdan müze olarak kullanılması hukuk kurallarında “Mutlak Butlan” olarak değerlendirilmeli ve 2 Temmuzda aslına; yani kılıç hakkı olan ve Cennetmekân Fatih Sultan Mehmed Han’ın ayrıca parasını ödeyip satın aldığı Ayasofya camiye dönüştürülmelidir.