İstanbul’un fethi özellikle İslam dünyasının en önemli olaylarından biri olarak, şanlı ecdadımızın zihinlere kazıdığı bir destan olarak durmaktadır. 2 hafta önce vizyona giren ‘’Fetih 1453’’ filmi İstanbul’un fethini şimdiye kadar en kapsamlı şekilde anlatan sinema filmi olarak göze çarpıyor. Film’in ilk olarak tanıtım posteri dikkatimi çekti. Fatih’in resmi… Zırhı üzerinde ki işlemeler Sağ omuz zırhı üzerindeki Allah lafzı, sol omuz da ki Muhammed (s.a.v.). Kol Tozlukları üzerindeki ‘’La ilahe illallah Muhammed’ün Resulullah’’ lafızları… Bunun beni filme çeken en önemli unsur olduğunu söyleyebilirim.
Geçen hafta izleme fırsatı bulduğum bu film ile beraber destansı fetih zihnimde bir kez daha canlandı. Film bu destanı zihinlerde canlandırma mahiyetinde çok başarılı oldu. Giriş bölümünün Resulullah (s.a.v.) Fetih müjdesiyle başlaması da filmin önemli artılarından birisi. Fetih 1453’ün eğrisi ve doğrusu hakkında konuşulacak elbette çok fazla şey var. Ancak bu yazımızı film eleştirisi üzerinde fazla durmayarak, biraz daha fetih eksenli oluşturacağız.
İstanbul, Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan bir konumda olduğu için, çok stratejik bir önemde bulunuyordu. İstanbul’a sahip olan, Avrupa'ya geçiş için çok sağlam bir mevziiye sahip olacaktı. Osmanlı Padişahları bunun farkındaydı ve hepsinin hayalini İstanbul'un fethi süslüyordu.
Bundan dolayı defalarca Osmanlı padişahları tarafından kuşatılmış olan şehir, muhteşem surları, Bizanslıların askeri başarıları ve kale savunmasının verdiği avantajlarla her defasında kuşatmaları püskürtmeyi başarmıştı.
Dile kolay… Konstantinopolis… Rüyalar şehri… Yıllar yılı İslam hükümdarlarının hayali… Daha önce 28 kez kuşatılmış ancak alınamamış. Nice ordular gelmiş geçmiş bu surların önünden… Peki, Konstantinopolis nasıl İstanbul olmuştu? Bunu Fatih’in tahta geçişinden itibaren kronolojik bir sırayla ele almakta fayda var. Zira İstanbul’un fethini tam anlamıyla idrak edebilmek için Fatih’i tam anlamıyla anlamak gerekiyor.
14 Yaşında ilk defa tahta geçen II. Mehmet çeşitli nedenlerle tahtı tekrar babası II. Murat’a devretmişti. Sultan II. Murat’ın vefat ettiği haberini alan genç Mehmet 2. kez tahta çıkmak için Manisa’dan yola çıkıyor ve 19 Şubat 1451 de Edirne’de ikinci kez Osmanlı tahtına oturuyor.
Mehmet ilk tahta çıktığı zaman II. Murat’a tekrar tahta dönmesi için çağrıda bulunan Çandarlı Halil Paşa’yı sadrazamlık makamında tuttu, İshak Paşa’yı da Anadolu beylerbeyi olarak atadı.
Mehmet her ne kadar Çandarlı Halil Paşa’yı görevinde bıraktıysa da artık gerçek iktidar kendisiyle birlikte lalaları Şahabeddin Paşa ve Zaganos paşaların başını çektiği savaşçı kesimin eline geçmişti. Mehmed’in amacı, Tuna’nın güneyindeki Balkan toprakları ile Fırat'ın batısındaki Anadolu topraklarını alarak büyük dedesi Yıldırım Bayezid’in oluşturmaya çalıştığı büyük Osmanlı Devleti’ni kurmaktı. Ancak Bayezid'in aksine bunu yapmak için önce Konstantinopolis’i alması gerektiğini düşünüyordu.
Öte yandan gerek batıda ve gerekse de Doğu Roma'da yeni padişah, genç yaşı ve tecrübesizliği dolayısıyla ilk başta önemli bir tehdit olarak algılanmamıştı. Bu görüş Mehmed’in 1451’de Venedik, Ceneviz Cumhuriyeti, Macaristan ve Sırp Despotluğu ile babasının yapmış olduğu anlaşmaları yenilemesiyle pekişmişti. Mehmed Doğu Roma’ya da babası dönemindeki dostane ilişkileri devam ettireceğini ve Süleyman Çelebi’nin Konstantinopolis'teki oğlu Orhan için yıllık 300 bin akçe ayırdığını bildirmişti.
Mehmed’in yetersiz bir hükümdar olduğunu düşünen yalnızca Hristiyanlar değildi. Tahta geçmesinin ardından Karamanlılar yerel beylikleri yeniden diriltmek üzere ayaklandılar ve Seydişehir ile Akşehir’i ele geçirdiler. Bunun üzerine 1451’in yazında Mehmed Anadolu'ya geçti ve kısa sürede bu isyanı bastırdı. Bu sırada Mehmed’in Anadolu’da bulunmasını fırsat bilen Doğu Roma İmparatoru Konstantinos ulakları vasıtasıyla Süleyman Çelebi’nin torunu Şehzade Orhan’ın ödeneğinin gönderilmediğini, ödeneğin ikiye katlanmaması halinde Orhan’ın Osmanlı tahtında hak iddia etmesine izin vereceği tehdidinde bulundu. Mehmed sorunu çözeceğini söyleyerek elçileri gönderdi ancak Edirne'ye döndükten sonra Orhan için ayrılmış olan gelirlere el koydu ve Konstantinopolis’in ablukaya alınmasını emretti.
Mehmed kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz’ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı'nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator Konstantinos Mehmed’e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmed elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri yine reddetti.
Bu savaş ilanı anlamına geliyordu. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı.
1453 Mart’ında Edirne’de büyük bir ordu toplandı. Bu ordu içerisinde şimdiye kadar dökülmemiş olan devasa büyüklükteki toplar da bulunuyordu. Bunların arasında Şahi isimli olanı, en büyük toptu. 60 mandanın çektiği topun iki tarafında 200'er asker yürüyor; kaymaması için çaba sarf ediliyordu. Söz konusu top Erdelli Urban adında bir top dökümcüsü tarafından yapılmıştı. Mehmed kendisinden Konstantinopolis’in surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş Urban da "Ne Konstantinopolis, ne de Babil’in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini" söylemişti.
Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantinos, Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Papa yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, "İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız" diyorlardı. Buna ek olarak Mehmed, Konstantinopol kuşatmasını, mezhep savaşları ve iç karışıklıklarla mahvolmuş bir Avrupa’nın olduğu döneme denk getirmişti. Yalnızca Cenova 1452’nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453’te Konstantinopolis’e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani’yi kara kuvvetlerinin başkumandanı yaptı.
Kostantinopolis’teki asker sayısı 8.000 civarındaydı, limanda 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalya’nı taşıyan yedi Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı kara ordusundaki asker sayısı ise 200.000 civarında idi. Ayrıca Mehmed yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünerek 400 parçalık bir deniz donanması hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında boğazın Marmara girişine vardı.
Artık kuşatma için her şey hazırdı. Osmanlı ordusu 23 Mart’ta Edirne’den hareket etti ve 2 Nisan’da Konstantinopolis’e vardı. Aynı gün Haliç’in girişi zincirle kapatıldı. Karargâhını Romanus kapısının karşısına Maltepe’ye kuran Mehmed son kez teslim çağrısında bulundu ama Bizans İmparatoru kabul etmedi.
6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. İmparator Konstantinos, Giustinani ile birlikte Romanus kapısını savunuyordu. Şehzade Orhan da Marmara kıyısındaki kıtalardan birini yönetiyordu. 20 Nisan günü Papa’nın gönderdiği üç Ceneviz gemisi ve Sicilya’dan gelen bir Rum yük gemisi şehrin açıklarında belirdi. Marmara denizinde yapılan savaşın sonunda akşam saatlerinde dört gemi Haliç’e girmeyi başardı. Bu olay, Baltaoğlu Süleyman Paşa'nın azline sebep oldu.
Bundan sonra Rumlar haliçte yenilmez olduklarına dair naralar atmaya başladılar. Ertesi gün Rumlar kömür, kükürt ve zift karışımında oluşan suyun içerisinde de yanma özelliği olan Grejuva’yı (Rum ateşi) kullanarak bir miktar Osmanlı gemisini yakarak batırmayı başardı. Bunu üzerine çılgına dönen Mehmed atını denize doğru sürerek donanmasını Haliç’e indireceğine dair yemin etti.
Mehmed, Osmanlı donanmasına ait bazı gemilerin karadan çekilerek Haliç'e indirilmesine karar verdi. Tophane önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa'ya kadar ulaşan bir güzergâh üzerine kızaklar yerleştirildi. Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sadeyağ ve domuz yağı alınarak kızaklar yağlandı. 21-22 Nisan gecesi 67 parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç'e indirildi. Sabaha karşı Haliç’e inen Osmanlı donanması burada bulunan bütün Rum gemilerini batırdı.
Sultan Mehmet'e Bizans İmparatoru tarafından elçiler gönderildi. İmparator teklifte bulunarak:
"Kuşatma kaldırılırsa padişahın istediği kadar vergi vermeye hazırım. Konstantinopolis Surlarına kadar olan bütün topraklar da kendilerinin olsun. Ayrıca şehrin güvenliğinden sorumlu, padişah tarafından tayinine hazırım.’’ dedi.
Ancak Sultan bu teklifi kabul etmeyerek:
‘’Efendinize söyleyin, direnmeyi bırakıp şehri teslim etsin. Bunu yaparsa Mora'nın hâkimiyetini ihsan edeceğiz. Razı olmazsa şehre zorla gireceğiz! Biz Sultan Murad Han oğlu Mehmed Han olarak peygamber müjdesi peşindeyiz.’’ dedi.
Haliç'teki Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı. Ciddi çarpışmalar cereyan etti. Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar, büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti. Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe meydana getirdi. Ancak, İstanbul'u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Mehmed, kumandanların ve âlimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi. Cesaretlendirici bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs'ta karadan ve denizden saldırının yapılacağına dair kararını açıkladı.
Sultan Mehmet, 28 Mayıs'ı 29 Mayıs'a bağlayan gece Akşemseddin'e Konstantinopolis hakkındaki görüşlerini öğrenmek için Ahmet Paşa'yı gönderdi. Akşemseddin ise şehrin yarın fethedileceğini söyledi. Konstantinopolis'te ise XI. Konstantin, Ayasofya'dan çıkınca, atına binip askeri mevkileri dolaştı. Halkı ve askerleri heyecanlandıracak konuşmalar yaptı. Osmanlı tarafının kesin hücuma kalkacağı, Galata Cenevizlileri ile Osmanlı Rumları tarafından XI. Konstatin'e bildirilmişti. Sultan Mehmet ise 29 Mayıs günü şehrin fethedileceğini belirterek tarihe altın harflerle yazılan şu sözünü söyledi:
“Ya Ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni! ”
29 Mayıs sabahı, namazını kıldıktan sonra atına binen Sultan Mehmet, maiyetiyle birlikte ön safa geldi. Verilen emirle toplar ateşlendi ve Osmanlı Ordusu hücuma başladı. 29 Mayıs sabahı için emir almış olan lağımcılar kale surlarının altına ulaşmış ve barutları döşemişlerdi. Verilen emirle beraber barut büyük bir şiddetle patlatıldı. Osmanlı askerleri oluşan büyük gedikten içeri girmeye başladılar. Diğer taraftan da yeniçeriler "Kerkoporta" adlı kapıdan içeri girmeyi başarmışlardı. Ulubatlı Hasan adlı bir yeniçeri ise 30 arkadaşı ile kaleye tırmanıyordu. Bizanslılar 8'ini ok ve top atışlarıyla vurmuş ise de 22 kişi surlara tırmandı ama kısa sürede ok ve top atışlarından yaralandılar. Ulubatlı Hasan ise sancağı kaleye dikti fakat vücuduna saplanan 8 ok yüzünden sancağın dibine düşerek şehit oldu. Ulubatlı Hasan’ın söylediği son söz:
“Allah'ım bu sancağı buradan indirme! ” olmuştur.
Ve o sancak halen İstanbul semalarında dalgalanmaktadır.
Daha sonra binlerce Osmanlı askerinin taarruzuna dayanamayan Bizans ordusu bütün cephelerde düştü. Mehmed fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. ‘’Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve min-baʿd (bundan sonra) tahtım İstanbul'dur’’ diye buyurdu. İmparator Konstantin kuşatma sırasında öldürüldü ve Fatih Sultan Mehmed, Kral Konstantin için Hıristiyan usulü cenaze töreninin düzenlenmesini emretti.
Konstantipolis, bu tarihten itibaren İslambol oldu ve her gelen Osmanlı Sultanı, bu şehrin en önemli noktalarına İslam’ın mührünü bir daha asla silinemeyecek şekilde nakşettiler.
Bu mühürler, kıyamete kadar hep silinmeden durmaya devam edecektir.