Önceki hafta değerli dost, ilim adamı, mülayemet ve nezahetin bir numune-i misali Prof. Dr. Gürbüz Aksoy beyefendinin mahdumu Sacit bey ile Rabia hanımefendinin Eskişehir’de nikah merasimi vardı.
Said Özadalı beyefendi ile birlikte, ortak dostumuzun evladının mürüvvetini sevincini paylaşmak için, sabah erkenden yola çıktık . Her yerin bir manevi büyüğü olur ya… Ve eskiden bir memlekete gidilince önce o memleketin manevi büyüğü ziyaret edilirmiş ya. Biz de öyle yaptık. Eskişehir’e varınca ilk olarak oranın -bence- önemli insanı hürmete layık mübarek Mehmet Timur ağabeyimizi ziyaret ettik. Bir miktar sohbetle hem hal olduktan sonra birlikte nikâh akdinin ifa olunacağı salona gittik. Başta Ankara olmak üzere uzak yakın birçok şehirden dostlar vardı. Dostlarla muhabbet uzun zamandır oluşan hasretin giderilmesine bir nebze derman olmuştu. Ve saat 10’da girdiğimiz Eskişehir’den ancak gecenin 23’ünde ayrılabildik. Bu sefer aracımızın yönü Ankara istikametini gösteriyordu.
Ankara Kocatepe camiinde bir namaz vaktindeki mini karşılaşmayı saymazsak tam 31 senedir görmemiştim onu. Bu 31 senelik ayrılığın sebebini kimse sormasın çünkü hatırladıkça utanıyorum. 31 sene önce o “ben siyasete karışmak istemiyorum sadece Risale-i Nur okuyup yaşayacağım ve onu yaymaya çalışacağım” dedi. İşte neticesi 4000-5000 kişiyle ders yapıyor. Ben de siyaset ve ticaret (!) yoluyla hizmet edeceğim dedim. Ne siyaseti tam yapabildim, ne de ticareti (!) başarabildim. Şirketlerimi ayakta tutmak için toplayıp ödeyemediğim, kaybettiğim paralar da cabası. Ve onunla yollarımız ayrıldı. Şimdi o aynı hizmette cemaatini büyüterek, Risale-i Nuru yaymaya devam ediyor. Ben ise ufaldıkça keyfiyet bahanesine sığınıyorum. Ortada hiçbir keyfiyet olmadan. Ve şimdi ben geç dahi olsa bir yanlışı terk etmiş ve asli vazifem olan Risale-i Nurları okumak için onun yanına gidiyorum.
Onu ilk olarak Ankara Dikimevinde tanımıştım. Urfa Birecikli olduğu için ilk bakışta yüzünde görülen şarkın otoriter çizgilerinin altında mübarek halim-selim bir yapısı, nurani bir siması vardı. Risale-i Nurdan bir konuyu okur ve sanki keşif yapan bir kâşif edası ile dinleyicilerin dikkatine adeta hükmeder, insanların risale okununca başka bir düşünce ile meşgul olmalarına mani olurdu. Kendi nefsini ve hayatını Risale-i Nur hizmetine vakfetmişti. Evlenmemişti fakat, terbiyesiyle, beslenme ve giyimiyle, sağlık ve sıhhatiyle, burs ve eğitimiyle ilgilendiği, kendini mesul tuttuğu yüzlerce belki de binlerce evladı vardı. Ankara’da kaldığım 1977-79 yıllarında Risale-i Nuru hayata aktarma ve yaşamda uygulamada örneğimizdi. İhlas ve mahviyetleriyle biz gençlerin kalbini kazanmış ve adeta bir idol olmuştu. Onu ilk defa 1976 senesinde tanımıştım. O günkü azmi ve gayretinden yıllar hiçbir şey alamamış tam aksine zaman kendisiyle birlikte katlayarak bu güne getirmiş. Fevzi Allahverdi ağabeyden bahsediyorum.
Said bey Ankara’ya varmadan önce “benim Mehmet Polat isminde güzel bir hemşerim var. Fevzi ağabeyle birlikte kalıyorlar. Güzel bir yer yapmışlar. Orada kalalım mı?” diye sorunca, ‘ben Mehmet Polat’ı tanımıyorum ama yıllardır Fevzi ağabeyi de görmedim iyi olur’ dedim. Ankara İskitler’e vardığımızda saat 00.30’u gösteriyordu. Dışarıdan bakıldığında bile “bizi bu kadar onurlandıran ve gururlandıran bu kocaman binanın kim bilir içi nasıldır” diye merak ve sevinçle zile bastığımızda üstü-başı, yüzü-gözü pırıl pırıl bir genç, ‘hoş geldiniz’ diyerek kapıyı açtı ve ellerimizdeki çantalarımızı alarak ‘buyurun’ diye önümüze geçti. İçeri girişte dikkatimi ilk çeken ayakkabı dolapları oldu. Yaklaşık olarak 100m2’lik bir salonda yatak odalarımızdaki gardırop kalitesinde ve nezafetinde dolaplar. Her kapağın üzerine bir numara konmuş. Sordum ‘dolaplar kaç ayakkabı alıyor’ diye. Aldığım cevap beni çok heyecanlandırdı. Tamı tamına 3000 ayakkabı dedi Fevzi ağabey. “Peki, üç bin kişi bir arada bulunuyor mu” diye sordum. “Geçen gün Birleşmiş Milletlerden misafirlerimiz vardı. Aynı gün Abdullah Yeğin ağabey de gelince 4000’den fazla 5000’e yakın kişi vardı” dedi Fevzi ağabey. Ve bu kalabalığı bu salon çok sık görüyor. Ayrıca mahalleliyi çok rahatsız etmemek için umumi ders yapmadıklarını belirterek, “ancak mübarek gecelerde ve ağabeyler bizi şereflendirdiği zamanlarda burada ders yapıyoruz, çünkü trafik tam bir keşmekeş oluyor sokak kapanıyor ve mahalleli rahatsız oluyor” dedi.
Belki kıyas etmek için size yardımcı olur diye söyleyeyim. Kocatepe Camii 4288 m2 iken buranın ders salonu 1080 m2’dir. Salonun hemen yanında 5 yıldızlı otel kalitesinde 17 adet tuvalet ve onlarca kişinin aynı anda abdest alabileceği yerler mevcut. Bu arada engelliler de unutulmamış aynı imkanlar engelliler için de sağlanmış.
“Peki Fevzi ağabey bu 6 katlı yerde kaç kişi yatabiliyor?”
“Hiç sıkışmadan 400 kişi yatabiliyor ama yer süngeri takviyesi ile 500 kişi yatırdığımız vakidir.” Ana girişte bayanların kalacağı misafirhane kapısı ayrılıyor. Yukarıdaki 5 kat zevkli bir tefriş ile daire ve misafirhanelere ayrılmış her türlü ihtiyaçların karşılandığı odalar ve daireler. Ayrıca her katta misafirlerin ders yapacağı ders salonu. Böyle anlatmaya doyamadığım Nur apartmanı yakında bir alt sınıfa düşecek. Zira ihtiyaçları artık karşılayamadığı için şimdi yeni bir külliye inşaatına başlanmış. Söz aldım inşallah yakında Fevzi ağabeyle yapacağımız röportajda külliye ile ilgili detayları alıp sizlerin istifadesine arz edeceğim.
Para mı?
Çalışana Allah verir diye inanmıyor muyuz? Fakat ben kaybetmeye alıştığım için her kim güzel bir şey yaparsa hemen başlıyorum hinliğe. “Acaba bu kadar para nerden geliyor?”
Arkadaşlar bu cemaat o kadar mübarek ki. Siz yeter ki bir şeyler yapın onlar kız çocuklarının, bebeklerinin kulaklarındaki küpeleri çıkarır verirler. Geçmişte bunu çok gördük. Fakat ben cemaatin parasını har vurup harman savursam cemaat de benden desteğini çeker.
İki feyizli gece geçirdik orda. Özlediğim ihlas ve kalitede dolu dolu geçen iki gece. Bu arada ikinci gece aziz kardeş candan dost, Orhan Dindar’ın misafirperverliği ile beraber, ilmi derinliğine ve Risale-i Nurun tarihine olan vukufiyetine hep hayran olduğum Muhsin Demirel ağabeyin doyumsuz sohbetini anmadan geçersem bir şeylerin eksik kalacağı kanaatindeyim. Sabah namazından sonra Isparta’ya yola çıktığımızda misafirlerin bir kısmı yatıyordu. Nur apartmanının verdiği huzur ve motivasyon bizi bir hayli götürecek diye düşününce Isparta’daki karşılanma ve program zevklerin doruk noktasına taşıdı bizi. Bundan sonraki yazıda da inşallah Isparta’ya yeni yerleşen büyük bir kahramanı, rahmetli Bayram ağabeyin vakıf okulu, Hayrat Vakfı ve hizmetlerinin başında bulunan, ismini üstadımızın koyduğu Said Nuri ağabeye ziyaretimizi işleyeceğiz.
Saadet ve muhabbetle kalınız.